Genç Saidlere bir mektup-5

Mektubun dünyamızda canlandırdığı manalar denizinde iştiyaklar artar. Kendine  teveccüh etme sırrı başlı başına Risale-i Nur’un kudsiyetidir.

 

“Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur'ân kelâmullah olduğuna ve i'câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye  ve bir şerh olabilir.”

Bu kısımdan anladıklarımızı sıralarsak:

1-Yine bazı temel görevlerin tarifini görmekteyiz. Burada;

 

a)”Parçaların toplanması” var. “Müteferrik risalelerdeki parçalar”dan söz edilmektedir. Bir model olması açısından misal verilmektedir. “Kur’an’ın Kelamullah olduğuna ve i’cazi nüktelerine dair” konu buna misal verilmektedir.

b) “Burhanlar cem edilse…” denen kısım var. Burada “Haşre dair ayrı ayrı” bulunan bürhanlar örneği verilmektedir. Çok şükür bu güne kadar bu konuda çok başarılı çalışmalar yapıldı. Ancak yapılamayan kısımlar ve konular daha fazla önümüzde duruyor. Bunlar, bir çok elin uzandığı, sahiplendiği, teşvik edildiği bir iklimde, ilmi iklimde hayat bulur. Üstadın “hakeza” dediği ifade, zaten bu gelişmelerin işaret fişeği gibi. Benzeri konularla devam edilmesi yönünde.

c) “Mükemmel bir izah” şartı, yukarıda zikredilen bürhanları/delilleri cem etme/bir araya toplama ile alakalı. Risalelerin satır aralarına kadar nüfuz edip, orijinal şekliyle bunların birbirinin mütemmimi olan konular bütünlüğünü ve ilişki ağını kurmak, gerçekten zihnin bir bütün olarak o meseleyi idrak etmesini temin edecektir.

d) Haşiyeler mesabesinde olacağına da işaret edilmektedir. Dip not ihtiyacı, zaman geçtikçe artmaktadır. İlk şahitler, son şahitler, hatıralar, kavramlar ve dil açısından kendi asli unsurlarını ve hafızasını koruyan Risale-i Nur’un daha çok anlaşılması ve şuurlanmaya vesile olması için haşiyeler de başlı başına bir mevzudur. Zaten tadat edilen sonraki kısımda, tahşiye kategorisi de yer almaktadır.

e) Şerh hükmüne geçecek çalışma tarzına  işaret edilmektedir. Risalelerdeki müteferrik/farklı  yerlerdeki aynı konuların bir araya getirilmesi ve  birbirini teyit eden delillerin bir anlam bütünlüğü içinde  ortaya çıkması, fevkalade ehemmiyetlidir.

 

2- Bu saydığımız maddeler; birer işaret, birer rümuz ve birer kılavuz mesabesinde. Mütalaa ve müzakereyi genişletmek mümkün. Telahuk-u efkar, ihtisas ehlinin insibağı ve müşahedeleri ile kabiliyetlerin tenasübü sayesinde, cihan çapında  bu mevzuları sesli düşünmeye davet edecektir.

Sadece bunları düşünmek bile  tefekküri bir  zemindir. Bir duadır. Vesselam.

   

“Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazen izah ve tafsile muhtaç kalmış.

1-Risale-i Nur’un ihatasının  iman hakikatlerini  tamamen ilmen çözdüğünü nazara veriyor. Buna göre bu mevzunun anlaşılmasını, öğrenilmesini ve tetkikini ”Başka yerlerde aramaya lüzum yok.” Bulunduğumuz zemine sağlam basmamız, sahiplenmemiz ve tevhid-i kıble edip nazarımızı dağıtmamamız açısından önemli bir tespit olmakla birlikte, çok ciddi bir ikaz ve sadakat istemektir.

2-“Yalnız”, ”bazen” sınırlarında veya açılımında “Muhtaç kalmış”lara gerekli olan bir “izah ve tafsile” dikkat çekmektedir. “Muhtaç kalmış”lık, risaleyi öğrenme niyet ve iradesinde olanların  ihtiyacından çıkmaktadır. Bu noktayı hassaten vüzuha kavuşturmak gerekiyor. Çünkü risalenin “muhtaç kalmış”lığı yok. İhtiyaç duyanların “muhtaç kalmışlığı” anlamında bir zaruretten bahsetmek daha doğru olur.

3—Merak saiki, yeni başlama hali, bir konuya nüfuz etme isteği gibi farklı ihtiyaç seviyelerine karşılık verecek” izah ve tafsile”, bazen aynı seviyeden farklı noktaları nazara vermeyi gerektirecek “izah ve tafsile” muhtaç kalınabilir.

Bütün bu izah ve tafsil sistemini, tek bir adeseden bakarak ve kendi seviyemize göre başkasının boyunu sınırlayacak özel penceremizle, kainatın seyredilmesini sağlayamayız. Herkesin bir zihni ve içtimai penceresinin olduğu, meselelere o zaviyeden bakacağı, dolayısıyla onun penceresinden, gözlüğünden görecek ve bakacak bir ilmi ülfet, mesleki yakınlık, empati imkanı ve hemhal oluş düzeyi oluşmazsa “izah ve tafsile” muhtaç kişileri tatmin edemeyiz. Burada esası çok kuvvetli verilen, özünde tafsile gerek olmayan ve kendi kudsiyeti ile tesir eden risalenin, incelikli bir surette ve muhatabın/muhatapların/hedef kitlenin ihtiyacına mebni bir özelliğinin ve fonksiyonunun ifası söz konusudur.

4- Bu günkü öğrenme psikolojisi, öğrenme metotları, izah teknikleri, tafsilat usulleri ve empati ile sempati içerisinde yapılabilecek izahlar, sonunda bir konuyu daha da muğlaklaştırmadan vüzuha/açıklığa kavuşturmalıdır.

Bu yönüyle bakıldığında, ”kaş yapayım derken göz çıkarmamak” prensibini tamamlayan bir not daha aktarmak gerekir. O da şudur: ”Ata et, ite ot vermemek.” hakikatidir. İlginçtir, burada “Ata ot, ite et veriniz.” pozitif cümlesi yerine uyarıcı ve ikaz edici bir tarz olan olumsuz cümle kalıbı kullanılmış. Yani öncelikle ne yapmamız gerektiğinden ziyade ne yapmamamız gerektiğine vurgu yapılmıştır.

Demek ki, yapılmaması gerekene dikkat daha esaslı bir metot olmaktadır. Buradan takva yaklaşımı ile bağ kurmak da mümkün.

Hekim dostlarımızdan öğrendiğimiz bir kural var,mesleklerini icra ederken onlara deniyor ki, “Önce zarar verme.” Sanırım “izah ve tafsile” her daim kendini mesul görmek, konunun kaşını başını yarmak, daha da önemlisi, direk risale okumak bile muhatabın  uygunluk/Tevfik/kalite çerçevesine muvafık/uygun  olmalıdır.

Bu konularda erbabının ilmi izahlarına ihtiyaç var. Ayrıca  tafsil geleneğinin tarihteki ihtiyacı karşılama kalitesi ile günümüz şartlarında bunun şekil, şart, dozaj ve muhteva ile iletişim metotları ortaya konulmalıdır.

Sonrasına, mevcut durum tespiti yaparak yol haritası veren Üstad, çok açık bir dil kullanarak talebelerine/müntesiplerine/kardeşlerine/aşıklarına/dostlarına/ilgililerine  geniş bir tasavvurdan bakan nazarıyla geleceğe ışık tutuyor.

“Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor.Sizin vazifeniz devam ediyor.”

Bu cümlelerde saklı manalar,hedeflenen hizmetler içinde,”Ne yaparsak vazifemizi yapmış oluruz?”sorusuna cevap aranıyor.

Hayattayken, nezaret edici bir role girmek, inşa ettiği sistemi devretmek, ”vazifem bitmiş gibi” kendine bakmak, nazarları kendisinden uzaklaştırıp vazifeye odaklaştırmak, imanlı bir hürriyet ortamını  başkasına hazırlamaktır. Bu yaklaşım, korku ve vehim ile tutunma emarelerinden, statükodan zerresi bile olmayan bir şefkat ve dirayet şemsiyesinin alemi kuşatan iradeli duruşundan başkası değildir.

Bittiğim yer burası. Mahviyet abidesi bir üstad.

“Benim ki tamam, sizin ki devam” diyor. “Bensiz de olur.” Mesajını veriyor. Zaten “Said yoktur” demenin,  başkaca pratiği nasıl olabilir ki?

“Vazifem bitmiş gibi bana geliyor.” ifadesi, kendi his dünyasında bile bu meseleyi çözmüş olmanın, teslimiyetin ve vazifesini devretme merasim ve tebriğinin çok hoş, rahatlatıcı üslubuyla “..gibi bana geliyor” demektedir.

Hem açık kapı bırakıyor, çünkü yeni ihtiyaçlar zuhur edebilir. Yeni talepler olabilir. Bir anlamda görev istemeyen, elinde tutmayan, ancak istendiğinde veren bir hissin tezahürü olabilir mi?

Yoksa vazifeyi devretmenin hazzı ve sürüru var. Çünkü cesaret veriyor. Ne yapılması gerektiğini söylüyor. Yol gösteriyor, daha da önemlisi yol açıyor, daha da ötesi yolu size bırakıyor.

Risale dili, kelimeleri kendi içinde bir gizemin, bir mananın bir zenginliğin ruhunu verirler.

Uzayan bu mevzuda, bana kattığı dersler, çıkardığım ikaz ve irşatlardan bahsediyorum. Bana çok ağır ve nefsi terbiye edici ciddi mesajlar veriyor. Ve şükür kapılarıyla birlikte “her şeyden istiğna…”prensibinin gereğini istiyor.

 “Beraber yapalım” diyebilirdi. Demiyor. Onu bile sehavetle bırakmış. Aslında manen bağlamak, maddeten uzaklaşmakla mütenasip olduğunun  derin bir hikmetini öğretiyor. Manevi bağı esas almış ve korumuş.

Çünkü kalpler üzerine müesses bir sistemin tesisleri vicdan-ı umumidir. Zamanı ve mekanı aşan  tefekkürüdür. O zaman “yer yüzü bir mescid” olur. Tren “medrese-i seyyare” olur. Hapishane “medrese-i yusufiye” olur. Evlerimiz, “4-5 kişilik birer dershane” olur.

Üstad, bunları tesis edecek şekilde geleceğe namzetler arıyor. “namzedi istikbaliz” liyakatı, “ehl- i haliz” sırrını kavrayan, şartları doğru okuyan, bu günü doğru tercüme edenlerin ruhlarında yaşayacakları bir inşirahtır.

Mesela, 25 yaşın altındaki muazzam kitleyi 5 ayrı grup olarak yaş ve geçişlerine göre ayırıp, anlayıp, algılayıp, empatimizi/diğergamlığımızı gösteren  hal diliyle kendi dönemlerini ve yapması gerekenleri onlara bırakıp, ”bu sizin işiniz” deyip, onlara sadece tebessüm ile ciddi alakadarlık ve şefkat etmeye, tedip ve telkinden uzak imanlı bir hürriyet zeminini ihzar etmeye  ne dersiniz?

Acaba her birimizin, şu an itibariyle, bize direk taalluk etmeyen, tamda bilmediğimiz, ihtisas alanımıza da girmeyen, üstelik bir başkasının yaptığı, bir başkasının ihtiyaç duyduğu, hatta mülahazamızın  boş olduğu, algılayamadığı bir konuyu, bir faaliyeti ve inkişafı rahat bırakmaya ne dersiniz?

Şöyle kendimize gelip, nefsimizden koparacak  derin bir içtenlikle, tamamen nefsimizi bağlayan bir tahdit ve tahşidatla, Üstadın cümlesini kendimize söylemeye ne dersiniz? Buyrun:

 

“Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor.Sizin vazifeniz devam ediyor.”

“Siz” dediklerime vazife başında destek vereceğim. Onları yaşatacağım… der gibi kalbimiz.

Nefis itiraz ediyor bu arada:

“Sensiz olmaz” diyor. Gevşiyoruz bir anda.

Sonra üstadın cümlesi yankılanıyor yüreğimizde;

“…vazifem bitmiş…Sizin vazifeniz devam ediyor.” emri karşısında

“Evet, vazifeden kaçmayacağım, ancak bu saatten sonra benim vazifem, vazifesini hakkıyla yapan muhlis insanlara kuvvet vermektir. Böylece devrettiğim vazifeleri yapan “akl-ı selime ve kalb-ı kerime”  yardımcı olacağım. Hislerimden, hırslarımdan ve bunu alışkanlık haline getirenlerden uzak duracağım

Üstadın “Sizin …” dediği “Genç ve kuvvetli çok Saidler”dir.

Ben dersime çalışmaya devam edeceğim.

Yukarıda, Üstadımızla konuşurcasına yazdıklarımız ve paylaştıklarımız, bir arzdır.

Onun şefkati bizleri hissetmeye ve hoş görmeye aşinadır.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.