Gecenin aydınlığı

Pencereye başını dayamış dışarıyı seyrediyor ve arada sırada elindeki bisküvi paketinden atıştırıyordu. Kaç gündür uykusuzdu ve doğru dürüst yemek yememişti. Hastanenin kasvetli havası içini boğuyordu. Her ne kadar yemekler çok güzel olsa da yiyemiyordu. Başını çevirdi, yatakta sessizce yatan annesine baktı. Huzurlu bir yüz hali ile uyuyordu. Tekrar dışarı bakmaya başladı. Vakit gece yarısını geçmiş, yollar tenhalaşmıştı.

Annesi doksan yaşına yaklaşmıştı. Hastalıklar ve yaşlılık onu yatağa bağlamış, durumu ağırlaşınca da hastaneye yatırmışlardı.

Herkesin bir imtihanı vardı. Kendi imtihanı ise hastalıklar ve ölümlerdi. Yirmi yıl kadar önce babası kanser hastalığına karşı direnmeye çalışmıştı. Çok şiddetli acılarına rağmen Allah-u Zülcelal’e tevekkül etmiş, namazlarını kaçırmamıştı. Abdest almasına annesi ile yardımcı olurlardı. Namaza durunca bambaşka bir ruh haline bürünür, çehresi değişirdi. Tek üzüntüsü cemaate katılamamaktı.. Yılarca yaz kış demeden sabah namazları dahil cemaate devam ettikten sonra evde namaz kılmak zoruna gidiyordu.

Küçük erkek kardeşinin asteğmen olarak askerliğini yaparken terörist bir saldırıda şehit olması aileyi adeta yıkmıştı. Kardeşi üniversiteyi bitirdikten sonra komando olarak askerliğini yapacağı için ne çok sevinmişti. Takım komutanı olarak bir gurup teröristin takibindeyken pusuya düşmüşler, takımının emniyetini aldıktan sonra çarpışmada terörist ekibi imha etmişler, fakat sadece kardeşi şehit düşmüştü.

Şehit kardeşini toprağa verdikten aylar sonra o çarpışmanın içinde olan askerlerden terhis olan bir gurup evlerine ziyarete gelmişti. Babasının ve annesinin ellerini öpmüşler; “Asteğmenimiz olmasaydı zayiatımız çok olurdu. Çok iyi bir kumandandı. Allah mezarını cennet bahçelerinden bir bahçe etsin” demişlerdi.

Bu kayıp acıların başlangıcıydı sanki. Babası acısını içine ata ata kanser olmuştu. Babasını toprağa verdikten kısa bir süre sonra eşini de trafik kazasında kaybetmişti ve sonra ana-kız baş başa kalmışlardı.

Annesinin elini tuttu öptü. Yaşlı ve hasta kadın gözlerini açtı; “Namaz vakti geçti mi kızım?”
Son birkaç gün ilaçlar nedeniyle çoğunlukla uyuduğundan namazlarını kılamıyordu.
“Geçmedi anne” dedi.
“Abdest aldır bana, namazımı kılayım.”
Islak bir bezle annesinin yüzünü, ellerini ve ayaklarını sildi. Annesi yarı baygındı. Fakat kendisini zorluyordu.
“Kaç rekât kılacaktım kızım?”
“Anne… İki rekât kılsan yeterli...”

Kadın namaza durdu fakat içi tekrar geçti. Biraz sonra gözlerini tekrar açtı. Kızım bana namaz dersi yapsana.
“Bismillahirrahmanirrahim, hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü'l-marîz (hasta ziyareti) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.
Birinci Deva; Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor.
İkinci Deva; Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir.

Üçüncü Deva; Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen (sürekli) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval (yok olma) ve firakta (ayrılıkta) yuvarlanması şahittir.
Dördüncü Deva; Ey şekvâcı (şikâyetçi) hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır.
Beşinci Deva; Ey maraza (hastalığa) müptelâ (bulaşmış) hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatim gelmiştir ki, hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir…”

Annesinin tekrar derin bir uykuya daldığını görünce elindeki Hastalar Risalesini sehpanın üstüne bıraktı. Bu sırada içeriye giren hemşire ateşini, tansiyonunu ölçtü, serumun içine bir ilaç enjekte etti ve dışarıya çıktı.

Uyku tutmuyordu. Elini sehpanın üstüne uzattı Kur’an-ı Kerimi aldı, Yasin suresini açtı ve okumaya başladı. 57. ayetini okurken; Selamün kavlem mir rabbirrahiym (Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) ‘Selam’ (vardır.) Annesinin bağlı olduğu makinadan ritmik olarak gelen ses birden tek bir sese döndü. Panikle ayağa kalktı. Sesi duyan hemşire aynı anda içeri girdi.

“Lütfen siz dışarı çıkar mısınız?”
Bu sırada koşarak gelen nöbetçi doktor da içeri girdi. Kendisi için uzun sayılabilecek bir zaman sonra doktor dışarıya çıktı.
“Üzgünüm… Kurtaramadık… Başınız sağ olsun…”

Telefonun sesi ikisini de uyandırmıştı. Adam yatakta oturur vaziyete geldi eline cep telefonunu aldı. Saat dördü on geçiyordu. Karısı:
“Kimmiş arayan gecenin yarısı?”

Adam ilk evlendikleri yılları hatırladı, gece yarısı telefon çalınca “Nurcuların zaman mefhumu yok, her an arayabilirler!” derdi. Telefonda yazan ismi okuyunca tedirgin bir sesle açtı kulağına götürdü.
“Bacım buyur.”
“Abi kusura bakma zamansız arıyorum fakat…”
“O ne demek bacım…”
“Annemi kaybettik. Elim ayağım dolandı sizi aramak aklıma geldi.”
“Tabi bizi arayacaktın bacım. Başka kimi arayacaktın? İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bacım biz geliyoruz, sen sakin ol.”
“Kalk hanım, Nimet teyzeyi kaybetmişiz. Bu gece yalnız bırakmayacaktık! Yanlış yaptık. Kalk, çabuk ol!”

Yavuz Osman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.