Finalsiz film

Onuncu Söz-Haşir Risalesi’nin hakikatlere açılan kapılarından girmeye devam ediyoruz ve “3. Hakikat”in ilk cümlesini aşağıya alıyoruz:

“Hiç mümkün müdür ki: Zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adalet ve mizanla rububiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelal, rububiyetin cenah-ı himayesine iltica eden ve hikmet ve adalete iman ve ubudiyetle tevfik-ı hareket eden mü'minleri taltif etmesin ve o hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile isyan eden edebsizleri te'dib etmesin? Hâlbuki bu muvakkat dünyada o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, te'hir ediliyor. Ehl-i dalaletin çoğu ceza almadan; ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya bırakılıyor.”

Eser metninin ilk cümlesi yine bir arada sunulan ve üç yönde hareket eden çoklu delillendirmenin güzel bir örneği ve aynı zamanda anlatılmak istenilen hakikatin de çarpıcı bir özeti olma özelliğini taşıyor. Cümleyi parçalara ayıralım:

İçinde yaşadığımız madde âleminde her tarafta eserleri görünen hakikatler: Hikmet ve intizam, adalet ve mizan yani ölçülülük.  

Eserleri icra edenin sahip olduğu sıfatlar: Hikmetli ve adil olmak. Yani faydaları ve bir takım gayeleri takip etmek ve ölçülü, düzgün ve yerli yerinde iş görmek. (Cümlede saklı olan bu sıfatlar, dikkat edilirse “gizli özne” olarak mevcuttur. Zaten bir önceki giriş cümlesinde “ism-i Hakîm ve Âdil'in cilvesidir” denilerek taltif ve te’dib edecek olanın ismini de bildiriyor.)

Bu sıfatların gerektirdikleri: Kâinat çapında icra ettiği hikmet ve adaletinin temel maksatları olan iman ve ibadet manalarına uygun hareket eden ve kendine sığınan müminlere ikramda, lütufta bulunmak ve şu güzel kâinatın yüksek gayelerini ve insanın yaratılışının büyük maksatlarını hiçe sayan cüretkâr isyankârların ve zalimlerin, -hassas bir ölçüyle, dengeyle ve hikmetle çalıştırılan âlem çarkının çalışma prensiplerinin zıddına olarak- o işleyişi bozmak ve o maksatlara zarar vermek manasını ifade eden ve her tarafa çok zararı dokunan çirkin işlerini yanlarına kâr bırakmamak ve hak ettikleri cezayı vererek, “zulme uğrayanların ve kâinatın hukukunu” ve “ilahî saltanatın şerefini” korumak.

Eser metninde, Tabiat Risalesi izah metinlerimizdeki detaylı incelemelerimizden çok farklı ve bambaşka bir açıklıkla, hikmet ve adaletin şüpheye yer bırakmayacak kadar aşikâr delilleri, görünen âlemden verilen misallerle ortaya koyuluyor. Gerçekten de karşımızda çok fonksiyonlu bir robot görsek, onun bu özelliklerini bilinçli olarak tasarlayan ve yerine getirdiği görevleri önceden öngörerek yani kastî olarak belirleyen birinin olmadığını bir an bile aklımıza getirmezken, insan denen ve bir robotla kıyası mümkün olmayacak derecede karmaşık ve mükemmel fonksiyonlu canlı makinenin de, çok daha büyük bir lüzumla, bir yapanı ve işleteni olması gerektiği konusunda nasıl ve neden tereddüt yaşarız? Aslında gözümüz önünde herhangi bir makineden çok daha karmaşık görevleri -hikmetli istisnalar ve kasten izin verildiğini açıkça hissettiren aksaklıklar haricinde- mükemmel yerine getiren insan vücudunun bizi şaşmaz bir kesinlikte, bu canlı makinenin yapıcısının varlığına götürmesi gerekmez mi? Acaba O’nun somut olarak ortalıkta görünmemesi, varlığına hükmetmemiz noktasında herhangi bir şeyi değiştirir mi? Sanmıyoruz.

Çünkü hepimiz herhangi bir odaya girdiğimizde bir masa üzerindeki saatin ve gözlüğün ustalarını ve fabrikalarını iş üstünde görmediğimiz hâlde, o eşyalara baktığımız ilk anda onların bir kastî üretim sonucu vücuda geldiklerini tereddütsüz biliriz. O hâlde bize gereken şudur: Zihnimizdeki kalıpları kırmalı ve artık madde âleminde bilinçli insanlar tarafından üretilen cansız eşyalar için kullandığımız mantıkî çıkarımları, ancak bir bilinç ve bilgi ile meydana gelebilecekleri açıkça görülen canlı makineler için de işletmeliyiz.

Neden her şeyin yaratımında göze estetik görünen bir sanat güzelliği ve düzenlilik var ki? Böyle bir şeyi ne ile izah edebiliriz? Acaba bu hadiseyi şuursuz maddelerin ve cansız madde parçalarının tesadüfen bir araya gelmesiyle mi izah etmek daha akla yakındır, yoksa sizin gözünüzü de yapan ve işleten ve göz zevkinizi tanıyan birinin, o eşyayı -mesela harika desenleriyle göz alan kelebeği- kendisinin sanat maharetini anlayıp takdir edesiniz diye, kasdî olarak o şekilde bir görsel estetikle yaptığına hükmetmek mi? Şimdi soralım kendimize, madem nereye baksak orada belli gayeler ve faydalar takip ediliyor, hatta bu durum her tarafta o kadar istila etmiş ki, ilahlık manasını ifade eden bir hâkimiyetin her yerde hükmettiğini gösteriyor ve anlamsız, boşu boşuna, abes yapılan hiçbir şey ve hiçbir iş bırakmıyor. Şimdi böyle her tarafta hükmeden bir hikmet hakikati, her yerde hükmünü icra etsin de, insana gelince kayıtsız kalsın! Acaba bu mümkün olur mu diye düşünelim.

Böyle hikmetli iş gören bir zât, yüksek makamına müracaat eden, ondan yardım isteyen, hâkimiyetini tanıyan, kabul eden ve hükmüne rıza gösteren, yani kendisine iman ve itaat edenleri cevapsız bıraksın; onları bu dünyada nimetlerle perverde etsin de, sonra bu güzel ve anlamlı davranışlarına tam uygun ve hikmetli olarak kendine yakışır karşılık vermesin ve ikramda bulunmasın? Böyle bir şeyi tasavvur etmek bile zihninizi zorlamıyor mu? Demek böyle bir şeyin imkân ve ihtimal verilecek bir tarafı yoktur.

Bir de adalet manası üzerinde duralım. Yani yerli yerinde, ölçülü iş yapmak ve hak sahiplerine haklarını vermek. Acaba bu mananın haksızları cezalandırmak boyutu dışındaki, hak sahiplerine haklarını vermek manasının ne mertebede geniş olduğundan ve mükemmel işlediğinden haberimiz var mı, yani bunu yeterince takdir edebiliyor muyuz? Tüm canlıların bütün vücut işlevlerinin yerli yerinde olması ve organlarının ihtiyaçlarının olması gerektiği şekliyle verilmiş olması, ne kadar büyük ve şaşırtıcı bir olaydır. Geniş ölçekli olarak şu dünyaya baktığımızda göreceğimiz tablo acaba nasıl olacaktır? Nasıl bir vaziyette görünüyor bu dünya? Lütfen tarafsız bir gözle bir bakın ve cevaplayın. Başıboş bırakılmış, herkes birbiriyle rekabet ve savaş hâlinde, tam bir karmaşa ve karmaşıklık hâlinde, perişan ve darmadağın mı görünüyor? Yoksa özellikle iradesini kötüye kullanan akıl sahibi canlılar olan insan elinin değmediği yerlerde tam bir düzenlilik, ferahlık, huzur, temizlik, güzellik ve âdeta bir tablo gibi her şey yerli yerine oturmuş ve tıkır tıkır işliyor gibi bir görüntü mü arz ediyor? Nasıl oluyor ve ilahî adalet bu muhteşem mekanizmasını nasıl işletiyor, tam olarak bilemiyoruz ama sonuçları ve yeryüzünde cereyan eden faaliyetlerin meydana getirdiği eserleri hepimiz görüyoruz. Sonuç, tek kelimeyle muhteşem ve mucize derecesinde şaşırtıcı.

Şu kuşlara bir bakın, hepsi nasıl gidecekleri yeri biliyor gibi gidiyorlar, rızıklarını buluyorlar. Ölen canlıların cenazelerine bakın, etrafta birikmiyorlar, görüntüyü bozmuyorlar. Hemen temizlik ekipleri (karıncalar, leş yiyen akbabalar vs.) yetişip temizliyor. Hâlbuki onlar dünyanın görüntü temizliğine hizmet ettiklerinin farkında bile değiller. Tüm canlıların ihtiyaçlarının vakti vaktine ve en uygun şekilde temin edilmesi ve umulmadık yerlerden en mükemmel şekilde karşılanması, hayat şartları içinde ihtiyaçları olan savunma mekanizmalarının ve yapılarına en uygun ve uyumlu vücut organlarının ve fonksiyonlarının verilmesi, nasıl mükemmellikteki bir adalet manasını ifade etmektedir? İnkârı mümkün olmayan, ateist ve tabiatçı bilim adamlarının bile tartışmasız bir hayranlıkla tasvir ettikleri ve akılları durduran muazzam bir düzenin gerçekliğinden bahsediyoruz. Biz böyle bir yerde yaşıyoruz işte. Belki daha çok dışarı çıkmalı ve tabiatın işleyişine farklı bir gözle yeniden bakmalıyız.

Şimdi eser metnindeki gibi biz de soralım kendimize, acaba küçücük canlıların önemsiz ihtiyaçlarının bile ihmal edilmeyerek karşılandığı bir dünyada, bu kâinatı anlamlandırmaya ve bu dünyayı işleteni bulup, O’nu tanıyıp sevmeye ve kendini de O’na sevdirmeye kabiliyetli olan insan gibi şuur sahibi bir canlının en büyük ihtiyacı olan ebedî yaşamak arzusunun karşılık bulmaması ve o ihtiyacın ihmal edilmesinin olabilirliği var mıdır hiç?

Öyleyse diyeceğiz ki, madem burada böyle kısa ve fâni bir hayatta ne o büyük adaletin, ne de o kusursuz hikmetin hakikati kendimizde tam manasıyla görünmüyor ve gerçekleşmiyor. (Fakat bu durum hep böyle sürekli bu şekilde kalacak değil ya!) Hem zaten o derece büyük bir rahmetin, hikmetin ve adaletin büyük hakikatlerinin gerçekleşmesi için, bu dünya pek sığ ve yetersiz görünüyor. O hâlde demek ki, buradan başka bir yer bizi bekliyor. Orada, bu dünyada gözümüzle gördüğümüz ve inkârı mümkün olmayacak kesinlikte, hükmünü her yerde ve her zaman icra eden bu büyük hakikatler, tam manasıyla kendilerini gerçekleştirecekler.

Bu dünyanın gerçekliği derecesinde, ebedî bir cennet ve cehennem insanı bekliyor, gözlüyor ve özlüyor olmalı. Yoksa bu dünya sahnesinin görünen şekliyle devam edip, perdesinin kapanması, milyonlar masraf edilen bir filmin ilk yarısının (belki hakikat noktasında çok az bir kısmının) gösterilip kalan final kısmının gösterimden çıkartılması gibi bir saçmalık olur ki, bunu da hiçbir akıl sahibi ne ister, ne razı olur ve ne de bu sahneyi ve sinemayı işletenin filmi yarıda bırakmakla, yaptığı tüm masrafı çöpe atacağına ve o güzel filmi berbat edeceğine ihtimal verir.

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Öldükten Sonra Dirilişin ve Ebedî Hayatın Varlığının İspatı” isimli bölümünün bir parçası ve Onuncu Söz-Haşir Risalesi’nin 3. Hakikat”inin izah metni olan yazımızda sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da aşağıdaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı-64 Ders Videosu: (Finalsiz Film) 

https://youtu.be/Bl-cMzsgScM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.