Fethullah Gülen Risale-i Nur dairesine girdi mi, sokuldu mu?

Fethullah Gülen Risale-i Nur dairesine girdi mi, sokuldu mu?

‘AK Parti ve Gülen kavgası hayırlı oldu’ diyen Metin Karabaşoğlu’ndan çarpıcı açıklamalar...

Serdar Aslan-Ahmet Bilgi’nin haberi:

RİSALEHABER-Yazar Metin Karabaşoğlu, Fethullah Gülen grubunun Risale-i Nur hareketinden ayrı olduğunu 1971’den beri farklı bir yol çizdiğini söyledi. Bediüzzaman Said Nursi’nin anlayışında kadrolaşmanın, bir yerlere sızmanın, partileşmenin olmadığna dikkat çeken Karabaşoğlu, AK Parti ile Gülen grubu arasındaki kavganın bir çok kişiyi rahatlattığını ve gerçeğin ortaya çıktığını vurguladı.

Metin Karabaşoğlu, gazeteci Ruşen Çakır’ın sorularını cevapladı. Medyascope.tv’de görüntülü olarak gerçekleşen söyleşiyi Risale Haber okuyucuları için yazılı hale getirdik.

FETHULLAH GÜLEN RİSALE-İ NUR DAİRESİ İÇİNE GİRDİ Mİ, YOKSA SOKULDU MU?

Siz bu hareketi (FETÖ) Nurculuğun içinde mi görüyorsunuz, dışında mı görüyorsunuz? Nurculuğun içinden çıkmış ama sapmış bir hareket olarak görüyorsunuz?

Şimdi orada bir çok açılması hala kapalı ve karanlık noktalar olduğunu düşünüyorum. Özellikle yakın dönemde ortaya çıkan belki daha öncesine 70’li yıllar öncesine dair belli ilişkiler, bağlar Fetullah Gülen ile ilgili tutumlarına bakarsak bu biraz istihbarat çalışması gerektiren bir şey. Fethullah Gülen 50’lerin sonu 60’ların başında Risale-i Nur dairesi içine girdi mi, yoksa sokuldu mu? Giderek bende böyle kuşku uyandıran bir şey var. 60’lı yılların özellikle baş kısmı belli kapalı noktalar barındırıyor ama şunu biliyoruz, daha sonra Fethullah Gülen özellikler 60’ların ikinci yarısında önce Edirne, Kırklareli sonra İzmir’e geliyor. İzmir’de bir yanda Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda kurduğu temaslar var ve o çerçevede Risale-i Nur camiası içerisinde etkili bir vaiz olarak kazandığı belli bir şöhret var. Hem Risale-i Nur camiası içerisinde hem de daha geniş müslüman camia içerisinde…

NURCU OLMADIĞINI 1971’DEKİ MAHKEMEDE SÖYLEDİ İLK KIRILMA BU OLDU

Ama 1971 yılında Bediüzzaman’ın avukatlarından Bekir Berk’in de dahil olduğu –keza ben Tireliyim, onların arasından tanıdığım bildiğim bazı isimler var. Onlarında da dahil olduğu- bir tutuklama gerçekleşiyor 12 Mart sürecinde. Fethullah Gülen de tutuklananlar içerisinde. Orada tutuklananların hepsi Risale-i Nur okuduklarını ve Risale-i Nur’da hiçbir suç unsuru görmediklerini, burada yapılanın iman hizmeti olduğunu ve dolayısıyla saklayacakları gizleyecekleri bir şeyi olmadıklarını ifade ederlerken, Fethullah Gülen kendisinin Nurcu, Nur Talebesi diye tanımlanır bir özellikte olmadığını, bir vaiz olarak her türlü kitabı okuduğunu yani Said Nursi ile ilgili kitapları da okumuş olabileceğini –her zamanki o hep göregeldiğimiz yuvarlak ifade kalıbı içerisinde- söylüyor.

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İN GÜLEN HAKKINDAKİ SORU İŞARETLERİ

Ki benim Nur camiası içindeki kişilerden duyduğum; Fethullah Gülen ile Nur Talebelerinin ana omurgası arasındaki kırılganlığın başladığı noktalardan biri, belki birincisi bu mahkemedeki tutumu. İlerleyen dönem içerisindeki –yakın zamandaki farklı okumalarla gördüm- Zübeyir Gündüzalp’in –Bediüzzaman’ın 50’li yıllardaki en yakın ve en dirayetli talebesi- Fethullah Gülen ile ilgili belli soru işaretleri ve endişeler taşıdığı, hem başka kişileri hem de kendisini bu noktada ciddi bir şekilde uyardığı anlaşılıyor. Ama Nisan 1971’de Zübeyir Gündüzalp’in vefat etmiş olmasıyla da sanırım, Fethullah Gülen kendisi için daha rahat bir hareket alanının oluştuğunu düşünüyor.

“NUR TALEBELERİNDEN AYRILDIM” KASETİ

Sonra 70’lerin ortasına doğru artık kendisini Risale-i Nur camiasından ayırarak bunu da deklare ederek, işte Bediüzzaman’ın talebeleri Tahiri Mutlu gibi vs. “Ben sizin tarzınızda gitmiyorum, kendi tarzımda gidiyorum” şeklinde deklare ederek bir yol çizdiğini görüyoruz. Ben 80’li yılların başında –hayatımda bir kere- işte onların o ‘Işık evleri’ dedikleri bir yere davet edilmiştim üniversitedeyken. Beni, Nurcu olduğumu bilerek çağırmışlardı. Önce Risale-i Nur’dan bir metin okundu, sonra ‘bir de hocamızı dinleyelim’ dediler. Dinlediğimiz o kasette de Fethullah Gülen, asr-ı saadete atıfla önce Ebu Zer figürü üzerinden -bir yozlaşma var Ebu zer buna nasıl direniyor? gibi- sonra aynısını Bediüzzaman’dan sonra Nur Talebelerine yakıştırarak, ‘ben de Ebu Zer gibi ayrıldım onlardan (Nur Talebelerinden)’ şeklinde bunu anlatıyordu. Tabi hem Ebu Zer ile ilgili anlattıkları hem kendisi ile ilgili anlattıklarının bir vakanın hikayesi değil, bir Fethullah Gülen inşası olduğunu süreç içerisinde zaten görüyoruz.

BEDİÜZZAMAN’IN RİSALE-İ NUR HİZMETİ İÇİN BELİRLEDİĞİ ALAN

Nurculuk hareketine baktığımız zaman Said Nursi’nin hayatında yaptıklarına bakıp, daha sonra Fetullah Gülen’in –dışarıya yansıyan anlamında- yaptıklarına baktığımız zaman çok benzerlikler var. Eğitime önem vermek, pozitif bilimlere önem vermek, olabildiğince geniş kitlelere anlatmak vs, hatta bir yerde baktığımız zaman Nurculuğun başarılı hali gibi gözüküyor açık söylemek gerekirse. Burada sorun ne?

Burada bir dizi sorun var. En baştan şunu söyleyeyim. Bediüzzaman’ın Risale-i Nur hizmeti için belirlediği alan şu: Bu bir iman hizmeti. Bu iman hizmetinin merkezi noktası birinci olarak evlerdir. Kişilerin kendi evlerinde, kendi hayatlarında, kendi eşi, çocukları, akrabası, komşusuna bunu anlatması… Ahirzaman şartlarında sürekli sorular ve şüphelerle yüzyüzesiniz ve ahlaki anlamda sürekli aşındırıcı etkilerle sürekli yüzyüzesiniz. Yani sürekli bir iman talimi gerekiyor. Hem kişinin kendisi için hem de örnekliğiyle birlikte hem tebliği hem temsili itibariyle yakın daireye aktarması lazım.

İkincisi dershaneler. Nur talebelerinin bir araya gelip beraberce Risale-i Nur hizmetinde bulundukları, Risale-i Nur’u okuyup müzakere ettikleri zeminler. Bediüzzaman 50’li yıllarda yazmış olduğu Emirdağ Lahikası’nda olan bir mektubunda yarı resmi bir şey düşündüğünü söylüyor –imam hatip okullarının açılması, buna izin verilmesiyle birlikte- daha sonra yaşanan bazı şaalı hadiselerin ardından diyor ki “Hayır, nim resmi (olmalı)” yani yarı resmi oluşumların uygun olmadığını, tamamen sivil, sivilliğine hiçbir şekilde zarar gelmeyecek bir şey. Çünkü resmi kanallarla irtibata geçildiği andan itibaren bu farklı etkilere açık, bozulmalara müsait vs. görüyor.

Şimdi bu anlamda iman hizmeti bu noktada da eğitim amenna. Ama Fetullah Gülen’in yaptığı şekilde yurtlar, kolejler vs kurmak ondan sonra bir kadro oluşturmak, sonra bu kadroyla belli yerlere nüfuz etmek vs. Bediüzzaman’ın metodu açısından kabul edilebilir olmayan şeyler. Belki en başta eğitmek, insanlara dini anlatmak, en uygun formuyla anlatmak gibi başlangıç itibariyle bir benzerlikten söz edebiliriz. Onun ötesinde mesele tamamen ayrışıyor.

KADROLAŞMAK, PARTİLEŞMEK KABUL EDİLEBİLİR BİR ŞEY DEĞİL

Said Nursi’ye baktığımız zaman devlete, siyasete hep bir ilgisi olmuş. Kendisi Eski Said, Yeni Said diyor ama Said Nursi’nin devlete kayıtsız olmadığını biliyoruz. Devlete yönetenlere bir şeyler anlatmak gibi…

Evet. Yani devleti yönetmek değil, devleti yönetenlere doğru bir şey yapıyorlarsa destek olmak, yanlış bir şey yapıyorlarsa uyarmak. Ama asla ve asla iktidarı hedeflememek, iktidarın bir parçası olmamak. Doğrudan ya da dolaylı… Yani mesela bugün İman dedik, anlattık, bir kitle toplandı. Bununla bir kadro hareketi oluşturalım bir iktidar odağı haline gelelim. Bu Risale-i Nur’un mesleği metodu açısından Bediüzzaman’ın mirası ve yazdığı eserler ve özellikle de yazdığı mektuplarda, lahikalarında açıkça vurguladığı hususlar açısından kabul edilebilir bir şey değil. Veya partileşmek aynı şekilde kabul edilebilir bir şey değil.

ARIZALI BİR YOLDA GİTTİĞİNİ BİLİYORDUM

Ben 31 yıl önce bu konuları çalışmaya başladığımda Fethullah Gülen ve hareketini duyduğumda –ki haber kaynaklarım farklı Nurcular ve farklı İslamcılardı- hepsi bana bu hareketin gizlice çalıştığını ve devlete sızmak istediğini söylediler. Belki sizler de biliyordunuz…

Ben 1979’da 15 yaşındaydım Risale-i Nur’u okumaya başladığımda. İzmir’in Tire ilçesinde 15 yaşındayken “Fetullah Gülen diye biri var. Risale-i Nur ile bir şekilde teması olmuş biri fakat arızalı bir yoldan gidiyor, dikkatli olmak lazım” şeklinde bir sıkıntı olduğunu biliyordum.

HEM DİNDARLAR HEM DE SEKÜLERLERİN ZAAFLARININ VE KABAHATLERİNİN TOPLAMI

Yani herkesin bildiği bir sır bu. Devleti bir kenara koyalım. ‘Devlet bunu biliyordu neden müdahale etmedi?’ o ayrı bir konu. Ama İslami camia şöyle mi düşündü: “Ya tamam bunlar yapıyor ama Kemalist ideolojiye karşı bunların orduya sızması hiç de fena fikir değil.”

Bence öyle düşünmediler Ruşen Bey. Şöyle bir şey. Aslına bakarsak bu anlamda bu hareketin bugün geldiği nokta, hem dindarlar hem de sekülerler yani Türkiye toplumunun tamamının –deyim yerindeyse- zaaflarının ve kabahatlerinin toplamıdır. Bu anlamda dindar kesim şunu düşündü: Şimdi 12 Eylül ihtilalinin şartlarını düşünelim. Bu yapının o zamanda okulları üzerinden örgütlenme, sızma, kadrolaşma çabasının biraz daha hız kazandığı dönemler 80’ler. O zaman herkes biliyordu. Garip bir şekilde toplumun içinde herkes biliyordu. Nitekim toplumun içinde bir unsurdu bunlar o günün şartlarında. İslami kesim açısından da 12 Eylülün gölgesi çökmüş üzerinize, 12 Eylül öncesi ve sonrasında da Devlet tarafından siz zaten damgalısınız. Sürekli birileri üzerinize çullanmak için bekliyorlar.

İki; askeri, sivil, yargısal bürokrasisiyle devlet zaten irticacı diye damgalamış. Ki mesela 85’de irtica kampanyalarını hatırlayalım. Özal’ın başa gelmesinin hemen ardından. Böyle bir durum var. Dindarlar bunun farkında, bunun sıkıntılarını yaşayagelmişler. Nur talebeleri de yaşayagelmiş, ehl-i tarik de yaşayagelmiş, Milli Nizam partisi çizgisinden gelenler de yaşayagelmiş. Herkes yaşayagelmiş. (İslami kesim) böyle bir tablo var ve bunun farkındalar. Yani kendi içlerindeki bir meseleyi açıkça gündeme getirdiklerinde bu meselenin sadece devlet, yargı ve askeri bürokrasinin yanında CHP ve yanında CHP ile beraber yürüyen medya ve akademya… Yani külli bir taarruza maruz kalacaklarını, içerdeki meselenin hepsine yönelik bir tokada dönüşeceğini –doğru bir şekilde- görüyor ve hissediyor. Maalesef sıkıntılarını, meselelerini halı altına süpürmeye kendilerini mecbur biliyor. Yani bazıları doğrudan dolaylı bir şekilde söylemeye çalışıyor –ben de onlarden biriyim- Fakat o zaman da “Kardeşim ne yapıyorsun, birilerine malzeme mi veriyorsun, fitne mi çıkarıyorsun? Sen şunu düzelteyim derken hepimize birden hücum edecekler. Farkında mısın yaptığının?” (gibi tepkiler geliyor) Böyle bakarsak, biz dindarlar bu noktada meselemizi aleni bir şekilde konuşamama noktasında bir sorumluluğa sahibiz. Ama durduk yerde olmadı bu. Yani burada laik veya dindar herkesin sorumluluğu var.

HER GURUBUN HER OLUŞUMUN İÇERİSİNDE BU YAPININ KRİPTO UNSURLARI VAR

Daha önceki dönemde normalde Fetullah Gülen cemaatinin yanında durmasını bekleyemeceğimiz bir takım Nurcuların, yanında olmasa bile onlara daha yakın –Hükümet yada Erdoğan-Gülen kapışmasında- açıkçası bu savaşta sanki Gülen’e daha yakın gibi bir görüntü oluştu. Bu yanıltıcı bir algı mı doğru mu?

Doğru. Bir gözlemci olarak görüyorum ve biliyorum, Yeni Asya içerisinde –Yeni Asya’nın tamamı da değil- Yeni Asya’nın Erdoğan’a karşı tutumu hem de Fetullah Gülen oluşumuna karşı en beklenmedik zamanda sergilediği yaklaşma, yakınlık dolayısıyla bu yapının içerisinde de bir ayrışma olduğunu, orada ciddi bir ağırlığın “bu yanlıştır” deyip tavır koyduğunu biliyorum. Ama özellikle Yeni Asya gazetesini yöneten ekip açısından bakarsak orada gözleminiz doğrudur. Bu hakikaten bir soru işareti.

Nasıl açıklanabilir dersen birkaç ihtimal aklıma geliyor. Kesin budur diyemem ama birincisi, İslami camiada bazı olayları açıklamak için şu söylenir; “Hubb-u Ali’den değil buğz-u Ömer’den.” İslam’da yaşanan o büyük ayrışmaya atıfta bulunarak. Bazısı bir tavır takınıyor ama bu Ali muhabbetinden değil de Ömer’e olan nefretinden dolayı. Burada da benzer bir psikoloji Erdoğan’a dair –bana göre yanlış- bir değerlendirmenin sonucu olabilir. Yeni Asya’daki tutum Fetullah Gülen ve oluşumundan ziyade Erdoğan’a dair bir yanlış değerlendirme ve öfkeden dolayı olabilir.

Bir de -komplo teorisi sevmem ama- vaktiyle Fetullah Gülen’in en yakınındaki isimlerden olagelmiş, sonra bir şekilde bir açıdan kendisi ayrılmış, bir açıdanda enterne edilmiş bir isim olarak Latif Erdoğan’ın vurguladığı bir husus var, o da ihtimal dahilinde değerlendirilmeli diye düşünüyorum. O da şu “Bu yapıyı sadece kendi unsurlarında zannetme gibi bir hata var. Türkiye’de her gurubun her oluşumun içerisinde bu yapının kripto unsurları var” demişti. Burada da Yeni Asya’yı çıkaran kadroyu etki altında bırakan unsurlar söz konusu olabilir.

BİZİM YÖRÜNGEMİZ BEDİÜZZAMAN’IN YÖRÜNGESİDİR

Tabi şöyle de bir şeye yol açtı herhalde Nurculuk hep Milli Görüş hareketiyle mesafeli bir harekettir. Bu olayla birlikte insanlar bir şekilde ‘ya bizdensin ya onlardan’ düşüncesinden dolayı bir grup Nurcu da Erdoğan yörüngesine girdi.

Yok, Erdoğan yörüngesine girmedik. Ben bunu kabul etmiyorum. Şöyle diyeyim. Bediüzzaman’ın bir mirası var. Bediüzzaman’ın yazdığı eserler var, Risale-i Nur. Bir de Risale-i Nur yolunun, yönteminin, metodunun nasıl olacağına dair bir kendi hayatı var, talebeleriyle beraber. Bunu da özellikle mektuplarında, lahikalarında net bir şekilde ifade ediyor. Dolayısıyla bizim açımızdan Fetullah Gülen’in, Erdoğan’ın şunun veya bunun yörüngesine girmek gibi bir şey söz konusu olamaz. Bizim yörüngemiz Bediüzzaman’ın yörüngesidir. O yörüngenin içerisinde şartlar ne olursa olsun –isterse mehdi gelsin- iman hizmetine devam etmek vardır. Kesinlikle iman hizmetini dünyevi bir sonuca, bir iktidara, bir paylaşıma dönüştürmemek vardır. İşin bu kısmında bir birinin yörüngesinde değiliz.

Bediüzzaman’ın hayatında daha Eski Said döneminden 1900’lerden itibaren ifade ettiği temel bir şey var. Bu ülke için, Müslüman alemi için siyaset düzleminde aslolan adaletin ve özgürlüğün merkezde olduğu demokrasi -1908’de meşrutiyet, sonra cumhuriyet ne şekilde ifade edilirse- neticede kanun hakimiyetine dayalı, kişi kültü oluşturmayan, adaleti ve hürriyeti merkeze alan bir siyasi yapı gerekli diyor. Kendisi bu sebeple Prens Sabahattin ve Ahrar fırkasıyla olan beraberliğini de bu şekilde açıklıyor. Demokrat Parti’ye olan desteğini böyle açıklıyor. Bu çerçevede hassasiyet noktalarından biri şu dinin siyasetin emrinde; dinin siyaseti alet edildiği bir görünümün her zaman için tehlikeli olduğunu düşünüyor.

MİLLİ GÖRÜŞLE OLAN MESAFENİN NEDENİ

Mesela Abdülhamit ile olan ilişkisindeki kritik nokta da bu. Abdülhamit’in ittihad-ı islam siyasetinin –kendince dinin siyaseti için araçsallaştırılmasının sonuçlarının- bedelinin ağır olacağını düşünüyor. Orada söylediği bir şey var. Hangi siyasi eğilimden olursanız olun, ‘herkesin iman ile temasa ihtiyacı var.’ Ama din siyasetin tekeline girdiğinde Siyaset tarafından araçsallaştırıldığında belli bir siyasi görüşün, belli bir siyasi partinin dışındaki insanlara dini tebliğin imkanları büyük ölçüde kapanıyor. Böyle bir şeye muhalif. O yüzden Nur Talebeleri. Bediüzzaman’ın dersiyle, din namına siyaset riski taşıyan bir oluşama destek vermeyeceklerini ifade etmişlerdir. Bundan dolayı da Milli Nizam, Milli Selamet partisi ile bir mesafe oluşagelmiştir.

AK PARTİ, DİNDAR VE DİNE HÜRMETKAR ÖZELLİĞİNİ BULUŞTURAN BİR PARTİ

Buna karşılık Bediüzzaman’ın projeksiyonunda şu var Müslüman dünyanın ve Türkiye’nin –deyim yerindeyse- Müslüman demokrat veya dindar demokrat; Bediüzzaman’ın kendi ifadesiyle dindar veya dine hürmetkar ve hürriyetperver dediği bir siyasi omurganın ve böyle bir siyasi ahlakın oluşması gerektiğini düşünüyor ve Nur talebelerinin destek vereceği siyasi çizginin bu olduğunu söylüyor. Bu anlamda bakarsak geçmiş Milli Nizam, Milli Selamet partisi ve Refah tecrüberinin de eşliğinde Nur Talebelerine göre AK Parti, -Demokrat Parti tecrübesiyle- dindar ve dine hürmetkar özelliğini buluşturan bir partiydi. O yüzden Milli Selamet partisine olan çekingenliklerini –Yeni Asya gibi az bir grup hariç- göstermediler.

FETULLAH GÜLEN YAPISIYLA AK PARTİ VE ERDOĞAN’IN ARASININ AÇILMASI BİZİM İÇİN BİR HAYAT ÖPÜCÜĞÜYDÜ

Misal; Erbakan –bir müslüman olarak Allah ondan razı olsun ama- Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu bu siyasi projeksiyon dolayısıyla demokrasiyle ilgili duruşunu söyle itibariyle netleştirmemiş olarak gördüm; iki, dinin siyaset tarafından araçsallaştırılması riskini gördüğümüz için –mesela ben- Erbakan’ın başında olduğu partilere oy vermedim ama 2002’den itibaren Erdoğan’ın başında bulunduğu partiye oy veregeldim. Fakat şöyle bir endişe bizde hep vardı. AK Parti’yi yöneten kadrolar açısından da bir sıkıntı var. Yukarda işleyişi gözetirken toplum katmanında olup bitenlerden haberdar değildiler. AK Parti döneminde ihtiyaç duyulan kadrolar bu yapının (Fetullah Gülen) ise hazır kadroları var. Yani Ak Parti ile Fetullah Gülen yapısı arasında oluşan bürokrasideki beraberlik hegomonik bir yapıya bir belaya dönüşüyordu. Güç elde ettikçe laik, dindar vs. hepsini bertaraf etmeye çalışıyordu. Ben bunu çok uzun yıllar önce söyledim. Şimdi herkes söylüyor. Yani kanserli bir şey gibi. Kanser hücresi gibi. Dolayısıyla MİT krizi ile birlikte Fetullah Gülen yapısıyla AK Parti ve Erdoğan’ın arasının açılması bizim için bir hayat öpücüğüydü. Bu net bir şekilde söyleyeyim. Biz buna üzülmedik. Bizim en büyük korkumuz, bu yapının kendini gizleyerek AK Parti ile tam bir entegrasyon sağlamasıydı. Yani MİT kriziyle başlayan süreç Nur Talebeleri için ve bütün İslami camianın unsurları için “Oh be” (rahatlama ifadesi) dediği bir şeydi.

DİLLERİ MUHABBET FEDAİSİ AMA KENDİSİNDEN BAŞKA HERŞEYE HAYATI DAR EDEN HUSUMET FEDAİSİ

Yani Gülen cemaatiyle AK Parti ittifakının parçalanması sizi memnun etti

Kesinlikle. 17/25 Aralık’ın ise şöyle bir faydası oldu. Artık herşey –maalesef- bütün çirkinliğiyle ortaya çıktı. En çirkin söylemler –güya en hoşgörülü diller tarafından- Güya muhabbet fedaisiyiz (diyorlar) –yine Bediüzzaman’ın bir sözüdür: “Biz Muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok”- istismar etmedikleri bir söz bir değer yok çünkü. Ben o zaman söylemiştim: ‘Dilleri Muhabbet fedaisi ama kendisinden başka herşeye hayatı dar eden husumet fedaisi.’ İşte o zaman böyle bir söylemle ortaya çıkınca artık daha gizlenecek saklanacak bir şey kalmadı. Alenilik… Yani 30 senedir olan meselelerimizi kamuoyunun önünde aleni bir şekilde konuşabilme imkanı doğdu. Ben bunun da yine hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bugün için çok acı ve yıpratıcı gözükse de…

Bu söylediğiniz önemli. Mealen, gerçek yüzü ortaya çıktı. Bu da hayırlı olmuştur

Ama bu zaten bizim için, benim için sürpriz değil. Zaten 30 sene önce gördüğüm bir tabloydu bu.

Ama şöyle de bir sorun yok mu. Bu çok ağır tahribatlara yol açtı. Ve öyle bir şey oldu ki tarafları dindar darbe girişimine kadar giden, topyekun bir savaş… İnsanların hayatını kaybettiği, şirketlere el konulduğu, binlerce insanın işinden çıkarıldığı vs. Şimdi düşünüyorum. 28 Şubat’taki mağdur olan cemaat ve insan sayısı kaçtır. Kaç kişi işini kaybetmiştir? Kaç kişi cezaevine girmiştir? Şimdi neredeyse her gün ya da saat başı 28 Şubat’ın bilançosu kadar iş oluyor.

28 Şubat’ta herkes mağdur olurken mağdur olmamayı başaran! yapıya olması da önemli bir nokta.

ONLARDAN DAHA DA ETKİLİ BİR FETULLAHÇI DİASPORA OLACAK

Ama bunun sonucunda dışarıdan bakan insanlar için bu iki tane islami yapının birbiriyle kıyasıya kavgası. Bunun faturasını hep birlikte ödemeyecek miyiz?

Ödüyoruz. Maalesef bu noktada dindar kesim açısından biz olayı daha askeri ve siyasi tahribat açısından –acil görünen tablo üzerinden- konuşuyoruz. Bunun psikolojik - kişisel veya toplumsal psikoloji açısından- sosyoloji, ekonomi ve daha bir dizi unsur açısından özellikle ve özellikle de dini hizmetler açısından, dini hizmetlerin sahiciliği, oradaki insanların güvenilirliği, dini imani hizmetlerin salimen ulaştırılabilmesi, bütün bu açılardan ürettiği radyo aktif serpintilerin henüz farkında değiliz. O yapı açısından da, kendini büyük bir mağdur olarak resmediyor yapı içindekiler. Bir kısmı burada, bunun getirdiği aileleri vs var. Bir kısmı zaten yurtdışına gitti, daha da fazlası gidecek. Ayrıca da Türkiye açısından Ermeni diasporası konuşuyoruz, Kürt diasporası konuşuyoruz, Alevi diasporası konuşuyoruz. Bence onlardan daha da etkili bir Fetullahçı Diaspora olacak. Bunun yine Türkiye’nin küresel tablodaki temsili açısından oluşturacağı bir dizi sorunlar, bir takım riskler var. Biz daha tahribatın en rahat görüleni üzerine konuşuyoruz. On yıllar boyu tamiri, telafisi için çalışılacak çok büyük bir felaket tablosu var bence karşımızda.

RisaleHaber.com

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum