Mezar başında bir estetik sohbeti

Orhan Okay Bey hocamın edebiyat ile estetik ve felsefe bağlantısını bir edebiyat yorumu olarak başlatmış ve talebeleri de bu uygulamayı genişleşmeye çalışmışlardı. Fatma Barbarosoğlu da bu etkilenenler arasındaydı. Cemil Sena’nın estetik kitabını okurken orada estetik kategorileri gözden geçirmiştim. Aslında bu estetik kategoriler Kuran-ı Mübin’de vardı. Cemal, celal, kemal gibi bütün estetiğin üç büyük kubbesi olan kelimeler hem dinin, hem sanatın kelimeleri.

Estetik kitapları bunlara güzel, yüce ve yetkinlik diyor. Bir şeyin güzelliği bunlardan oluşuyor. Kur’an güzellikle ilgili bahislerde bu üç kelimeyi de kullanır. Özellikle hüsün kelimesi güzel kelimesini karşılar. Kur’an da bu kelimeden türemiş, hem yaratılışın güzellikleri hem de Allah’ın sosyal ilişkilerdeki güzellik talepleri hep bu kelime üzerinden yapılır. Allah’ın isimleri Esma’ül Hüsna’dır. Yusuf kıssası ahsenl’ül kısas en güzel hikayedir.

Bediüzzaman da bütün dini temaları ve hakikatleri çok yönlü anlatırken güzellikten hareketle bahisler açar. Ahiretin varlığını delilleri ile anlatırken hüsün, kemal, cemal ve yüceden hareket eder. Yani herşeyi güzel yaratan haşirsizlik gibi bütün kainatı ve özellikle insanı değersizleştiren bir eylemi yapmayacaktır. İnsanı bu kadar güzel bir kainata güzel yaratıp yerli yerine koyan onu kabirde farelere yem etmeyecektir.

Güzellik lisan-ı haliyle beni canlılara ve nesnelere bir boya gibi vuran Halık hep güzel işler yapıyor, insanı öldürüp diriltmemek gibi bir kabih işi yapmaz. Kant güzel ile uğraşmış ama güzelden ahirete gitmiş mi?

“Hüsün ve cemal görmek ve görünmek ister. Görmek ve görünmek ise müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister. Hüsün ve cemal ebedi ve sermedi olduğundan müştakların devam-ı vücudlarını ister. Çünkü daimi bir cemal ise zail bir müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkum olan seyirci, zevalin tasavvuru ile muhabbeti adavete döner. Hayreti istihfafa, hürmeti tahkire meyleder. O nihayetsiz sahavet, cud o misilsiz cemal, hüsün kusursuz kemalat ebedi müteşekkirleri, müştakları, müstahsinleri iktiza ederler.” (Sözler, 10. Söz) 

Allah’ın hüsün ve cemali ebedidir, o zaman onların seyircisi olan insanların da ebedi olması gerekir. Çünkü insanı sanatını seyretmek için yaratan Allah seyircisini yoklukla yüz yüze getirmez, onun güzelliği ile bu çirkinlik yakışmaz. Seyirciyi seyrettikten sonra öldürmek onun güzelliğine uygun değildir. Allah’ın sanatının güzelliği ve insanın güzelliği eğer sona erecekse o zaman insanda o güzelliğe karşı doğmuş olan hayret ve sevgi düşmanlığa dönüşecektir.

Ebediyeti aklı almayan felasifenin ve nihilistlerin Allah’a düşmanı olması bu yüzdendir. ”Çürümüş kemikleri kim diriltecek“ler de bu sınıftandır. “Sen de, kim onları bidayeten inşa etmiş ise o tekrar diriltecek” diyor kitabı Mübin.

Estetiği yorum için zorunlu gören Hocamın mezarında ben de iki estetik ağırlıklı ayet okudum. “Hocam da hep güzel şeyler yaptı” dedim. “innacealne ma alel ardi ziyneten leha liyeblüvehüm ahsenü amela.“ Diğeri ise “Ellezi halakal mevte vel hayata liyeblüeküm ahsenü amela.“ (Ben arzı süslü, güzel yarattım siz bu güzelliklere bakarak daha güzel işler yapasınız diye.) Yani güzellik ve güzel olaylar ve nesneler hep insana güzel şeyler yapmasını telkin eder. Hal dili ile.

Diğeri de “Ben ölümü ve hayatı siz daha güzel şeyler yapasınız diye yarattım. Ölüm de hayat da güzeldir siz de güzel şeyler yapınız.” Oradan bir arkadaş bu ayetlerin gerçekten bu anlamlarda mı olduğunu söyledi, ben de “evet” dedim. Daha sonra Isparta’ya döndüğümde o arkadaş benden telefonda o ayetlerin geçtiği sureleri sordu. Ben de verdim. Telefondaki arkadaş Orhan Beyin has muhibbanından üstelik de Erzurumlu hemşehrim çıktı. Onun akrabaları ile biz okul arkadaşı ve aynı mahallede büyümüşüz.

Hocam bana estetik okuttuktan sonra ben o gözle Risale-i Nur’a baktım. Mesela ayet-i hasbiyede koca bir estetik kitabı gizli ama ben estetik okumasaydım onları göremezdim. Kainat kitabı okumaları, haşir, melekler, varlıkları seyretmek, daha neler neler hep güzel ile bağlantılı estetik olarak izah ediliyor. Bunlar bir-iki kitabı aşacak boyuttadır.

Bediüzzaman, on yedinci söz isimli eserinde bu “innaceale ma alel ardi..” ayetini açıklar ama oradaki açıklama ayet ile anlatım boyutunun arasında büyük bir ironiyle sınırlıdır. Yani hemen ayet meali vermez. Çok yüksek boyutta bir estetik bahistir, mealden oraya gitmek ciddi estetik bilgisi gerektirir.

Bahsin girişi bu ayetin meali ile nasıl bağlantılı ama geniş bakmak gerekir: “Halık-ı Rahim ve Rezzak-ı Kerim ve Sani-i Hakim şu dünyayı alem-i ervah ve ruhaniyat için, bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp, bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük büyük, ulvi süfli herbir ruha ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesapsız mehasin ve inamattan istifade etmeye muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir ve vücud-u cismani verir ve bir defa o temaşagaha gönderir.”

Kainatı süslendirmiş, insanı da o süslerden anlayan bir yapıda yaratmış. Ne kadar yüksek bir estetik dersi. Güzelin geometrisini ve nisbetlerini aşamayan Hegel, Kant ve diğerleri… Güzeli nasıl bir büyük boyutta anlatıyor Bediüzzaman. Şimdi şu adam nasıl bir büyük yorumcu değil mi? Daha böyle yüzlerce estetik izahı var.

Türk aydını estetiğin hem dünyevi hem de uhrevi hem de temaşa değerlerini ancak Bediüzzaman’ın eserlerinde görebilir. Türk şiiri bu estetik uyumları gösterecek metinlere sahipse de yetersiz.

Böylece estetiği yorum bilim için zorunlu gören Hocamın mezarı başında yine bir estetik bahis açtık, nasıl bir tefavuk değil mi? Hocamın etkilendiği Nurettin Topçu Beyefendi, Bediüzzaman’a gider. O zaman doçenttir ama ona üniversitede kürsü vermezler. Bediüzzaman ona “hakkından hayırlısı“ der. Bediüzzaman’ın mahkemelerini seyredip dinlediği için Nurettin Topçu sürgün edilir. Ne garip değil mi?

Hocam, Bediüzzaman’ın Gençlik Rehberi mahkemesini İstanbul’da izlemiştir. Nurettin Topçu “kırk yıl sınıfa abdestsiz girmedim, çünkü ben oraya mabed olarak girip dersimi veriyordum” diyor. Ne adamlar… Boşuna mı benim hocam bu büyük zattan etkilenmiş.

Temelsiz  bir istek değil bu: Ülkede felsefe bölümlerinde bir Bediüzzaman estetiği bölümü olmalı. Kant estetiği varsa bu neden yok, o Alman olduğundan mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum