Gülser TÜRKOĞLU

Gülser TÜRKOĞLU

Eyvah gençliğim!

Çocukluğum Erzurum’un kara kış patika yollarında geçti. O yollarda paytak paytak yürüyerek adımlarımı tamamlamıştım. Büyüklerimin yardımıyla çocukluk yılları arkada kalmış ve gençliğime kavuşmuştum .

Hayat yolculuğuma yeni bir sahife açıyordum. Önümde bir sürü yeni güzel şeyler vardı. İlkbaharın tazeliği ve ılıklığını içime çekerek, bu iklimi gençliğimle yaşamak bana ayrı bir tat veriyordu. Bu iklimde de her şey taze, hoş ve dinamikti. Nisan yağmurları bereketini yağdırarak, toprağı eşiliyordu. İnen her bir yağmur tanesinin çevreye saçtığı mis kokular genizimi yakıyordu. Hiçbir şeyi aldırış etmeden ruhum baharı dinliyordu.

Havadaki renklerin güzelliği her tarafa yayılmıştı. Beni mest etmişti bahar. Çocukluğumun o dar geçitlerinden basiretim kurtulmuştu. Çocukken her sesten korkan yüreğim şimdi artık korkmuyordu. Bahara karşı cesaret yelkenini sallıyordu. Kendime olan güvenim gün geçtikçe artıyordu. Çocukluğumdan kalan cin masalları, mezarlıklar, kuytu köşe karanlık hikâyeleri beni artık korkutmuyordu. Baharın gökkuşağı renkleri karanlığı yararcasına gençlik dünyamı aydınlatıyordu.

Bir yerde okumuştum. ’’Zaman gençliği yaşlandırır’’ diyordu ne kadar doğrudur bilemem ama benim çocukluğumdan gençliğime geçen süre, zamanın kalbindeki heyecanın zirvesiydi. Zirvenin doruklarında özgürce zamanı takmaksızın heyecanımı yaşamaya yetiyordu. Bahar, gençliğim ve heyecanım kafa kafaya vermiş ilerlemeye başlamışlardı. Gençliğimin her anını dolu dolu yaşamak, hayatın tadını çıkarmak istiyordum. Yürüdüğüm yollar, gezindiğim yerler renk renk güllerle doluydu.

Gördüğüm her gülden istifade etmek istiyordum. Güllerin hiç dikenlerini hesaba katmaksızın, deli dolu yaşamımı yeşil bahçeler arasında sürdürmeyi istiyordum.
Gençliğim; sıcak evlerin duvarlarını sobeleyen tatlı bir dokunuştu. Bu dokunuş yıldızlı yağmurların ışıltısıydı. Heyecanım ışıltıların yörüngesinde büyüyordu , olgunlaşıyordu. İşte o an kendi kendime , ‘’Ben bir gencim‘’ diyordum .

Evet, bu kadar güzel dillendirilen gençlik evremin sorunsuz ve kaygısız geçmesini istiyordum. Gençliğimi süslü pırıltılı hareketlerle geçirmekten zevk alıyordum. Ne var ki bu zevk yolculuğu çok sürmedi. Bir müddet sonra yorulmaya başladığımı hissetim. Dizlerimde bir takım ağrılar hissediyordum. Beni güller bahçesinde nefes aldırmadan koşturan bacaklarımda artık hareketlilik değil, tökezleme duyuyordum. Galiba yoruluyordum. Bir ara sendelediğim hayattan yere düştüm. Bir çamurlu suya saplandım. Her tarafım çamur olmuştu. Ayağa kalkarken kendi aksimi görüyordum.

Evet, yüzüm kan içindeydi işte o an anladım ki,   kopardığım güllerin dikeni yüzümü burnumu kanatmıştı. Kanı gördükten sonra aklıma gelen ilk şey; süslü ve pırıltılı hareketlerin nefis ve şeytan olduğunu anladım. Gençliğimde olan tatlı heyecanların dokunuşların hepsi, şeytanın birer oyunuydu. Gençliğim, şeytanın bir oyuncak kurbanı olmuştu. Şeytan nefsimi kendine göre idam ettirmiş gençliğimin kılığına girmişti. O güzel gökkuşağı renkleri yerini tekrar kara bulutlara bırakmıştı. Güller yerine sararan yapraklara kalmıştı. O deli, heyecanlı yürek gitmiş yerine sakinleşen yorgun yorgun atan bir yürek gelmişti. Kafamı kaldırıp çevreme baktığımda çiçeklerin solduğunu yeşilliklerin kaybolduğunu gördüm. Ben ağırlaşmıştım. Omuzlarımda kaldıramadığım kocaman bir yük vardı.’’Nedir bu yük, bana neler oluyor.’’diye haykırmak istedim ama sesimi duyan yoktu. Düz, hareketli yol sona ermiş. Dik yokuşlu, ağır bir yol başlamıştı.

Yavaş yavaş yolun sonuna geldiğimi hissediyordum. Ruhumda panik ataklar başlamıştı. Bir an da eskiye dönmek istedim lakin dönemezdim. Attığım her adımda bir önceki vakte bir sedir örtülüyordu ve üstü kapatılıp yok oluyordu. Yaşanılan her şey geride kalıyordu. Değiştirme şansın asla hiç olmuyordu. Geriye dönmek imkânsızdı. Yola devam etmekten başka çarem yoktu. Yol daha dik olmuştu. Yolun yarısında kalmaktan korkuyordum.

İşte burada aklıma gelen İstanbul şairane sinin,’Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Yaş Otuz Beş Şiir’i’’birden satırlarıma döküldü.’’Yaş otuz beş, yolun yarısı diyordu.’’ Şimdi anladım ki, gençliği gitmiş, yaşım otuz beş olmuş, yolun yarısına gelmiştim. Anlamıştım ki, hayaller yolun başında kalmıştı. Hayallerden başımı kaldırma zamanı çoktan gelmişti ve geçiyordu da. İşte hakikat çanlarının vurulduğu vakit o vakitti. Ruhum,’’EYVAH GENÇLİĞİM!’’diye feryad ediyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum