Ey Resûlüm! De ki: Ben Mekke’nin Rabbine kulluk etmekle emrolundum

Ey Resûlüm! De ki: Ben Mekke’nin Rabbine kulluk etmekle emrolundum

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Neml Sûresi 89-93. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

89-Kim iyilikle gelirse, artık ona ondan daha hayırlısı vardır. Ve onlar o gün korkudan emîn olan kimselerdir.

90-Kim de kötülükle gelirse, bunun üzerine (onlar) yüzleri üstü ateşe atılırlar. (Ve kendilerine:) “Yapmakta olduğunuz şeylerden başkasıyla mı cezâlandırılıyorsunuz?” (denilir).

91, 92-(Ey Resûlüm! De ki:) “(Ben) ancak, (Allah’ın) haram (ve emîn) kıldığı bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum; herşey ise O’nundur. Ve (ben) Müslümanlardan olmakla, hem (size) Kur’ân okumakla emrolundum.” O hâlde kim hidâyete gelirse, artık ancak kendisi için hidâyete gelmiş olur. Kim de dalâlete düşerse, o takdirde (onlara) de ki: “Ben ancak (Allah’ın azâbını haber vermekle) korkutucu olanlardanım.”

93-Ve de ki: “Hamd, Allah’a mahsustur. (*) (O) size âyetlerini yakında gösterecek de onları tanıyacaksınız.” Ve Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir!

(*) “Evet Ma‘bûd-ı bi’l-Hakk (ibâdete hakkıyla lâyık olan) yalnız o Kadîr-i zü’l-Celâl (sonsuz kudret ve celâl sâhibi) olduğu gibi, Mahmûd-ı bi’l-ıtlak (nihâyetsiz övgüye lâyık olan) yine yalnız O’dur. İbâdet ona mahsus olduğu gibi, hamd ü senâ (övgü) dahi ona hâsdır. (...) Hiç mümkün müdür ki: Hakîm, Alîm (sonsuz hikmet ve ilim sâhibi) bir Zât, bir ağacı gāyet ehemmiyetle tedbîr ve tasvîr edip (şekillendirip) ve gāyet derecede hikmetle idâre ve terbiye ettiği hâlde, o ağacın gāyesi, fâidesi olan meyvelerine bakmayıp, ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zâyi‘ olsun? Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz. Ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir. İşte, şu kâinâtın zîşuûru (şuûr sâhibi) ve en mükemmel meyvesi ve netîcesi ve gāyesi, insandır. Şu kâinâtın Sani‘-i Hakîm’i (herşeyi hikmetle yaratan san‘atkârı) mümkün müdür ki, şu zîşuûr meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibâdeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip, hikmet-i bâhiresini (apaçık hikmetini) hiçe indirsin. Veyâhut kudret-i mutlakasını (sonsuz kudretini) acze kalb ettirsin (çevirsin). Veyâhut ilm-i muhîtini (herşeyi içine alan ilmini) cehle çevirsin? Yüz bin def‘a hâşâ!” (Mektûbât, 20. Mektûb, 68)