Eskişehir’de sürur ve soru

Mehmet Fırıncı Ağabey “Risale-i Nur’u, nasıl çabuk anlar, kavrarım kabilinden” diye Hüsrev Altınbaşak Ağabeye sorar, o da “Ayetül Kübra” yı okuyarak diye cevap verir. Epey yıl, günde birkaç defa -belki 3, belki 5- “Ayetül Kübra Risalesini” okur Fırıncı Ağabey, şimdilerde bırakmış değil elbet, yine okuyor tabii ki.

Bunu birkaç gün önce dostlarla dostlara ziyaret ettiğimiz Eskişehir’de dinledik, ağabeyin kendisinden. Mütevazı hizmet binası tarihi buluşma, kaynaşmaya şahitlik etti; tevafuk, feyz, bereket, muhabbet, uhuvvet dolu o gecede.

Geçmişin hatıraları geleceğin muştuları ile buluştu üç nesil Risale müntesiplerince, talebeliğe talip olanlarca.

Allah için bir araya gelmek, muhabbetle tebessüm etmek, uhuvvetle konuşmak, ihlas sükûtla dinlemek; berekete, feyze, bağışlanmaya, şifaya celbe vesile olmalı.

Eskişehir denince “Hapishane penceresinden karşıki lise talebelerini ağlayan Bediüzzaman” ve “İsmi Azam” Risalesi akla gelir. Öyle bir rikkat ve şefkat taşıyan böylesi bir Risaleyi yazar; böylesi bir Risaleyi yazan öyle bir şefkatli ağlayış gösterir. Denizli’de de kavak ağaçlarına ağlar Said Nursi.

Ayetül Kübra Risalesi de Kastamonu hatırasıdır; Kastamonu “Ayetül Kübra” şehridir. Risale-i Nur’un şehirleri ile Bediüzzaman’ın şehirleri merakımdır; bir de buna “Otel ve Said Nursi” ekledim. Hapishane demeyeceğim orası onun ders kürsüsüdür, evidir, sürgünler de yurdu. Belki de küçük ayrıntıları dalmak bizde yeni ufuklar açacak.

Soruya dönersek Fırıncı Ağabey o soruyu Sungur Ağabeye sorsaydı ne cevap verirdi veya Hüsrev ağabey yaşamış olsaydı bugün aynı soruyu yine aynı cevabı verir miydi? Bilinmez.

İnkâr-ı Ulûhiyetin en şiddetli zamanında “Ayetül Kübra” elmas kılıç gibi küfrü kesip atıyor. Tevhid devri her daim devir; onsuz bir devir olmaz.

Tevhid olmadan “İsmi Azam” olmaz; Azam İsimlerin ilki de “Ferdun” ile başlar. Adı üstünde “İsmi Azam” anlaşılınca başka anlaşılmayan bir şey kalır mı? Biri birleri karşılaştırılmaz ve tartışılmaz; kişi kendince ihtiyaca binaen bir okuma haritası çıkarır.

Kimi aynı kitabı okur durur, kimi aynı bahisleri döner dolaşır okur; anlamaya, anlamdırmaya ve hayata taşımaya çalışır. Bir mürşit gibi görür okuduklarını, kim mahsuru var diyebilir?

“Ene” bahsi günde kaç defa okunmalı bu enaniyet devrinde, bencillik döneminde, kişiselcilik zamanında? Haftada bir anlaşılarak okunsa, hatta ayda bir; kavramlarına inerek, akla nakşederek, nefse zaptaderek, kalbi nakış gibi işleyerek…

Fırıncı Ağabey değiliz ki günde bir kaç defa okuyalım?

Eskişehir’den sürurla, sorularla döndük; dostlara sonsuz teşekkürler, yol arkadaşlarımıza da aynı şekilde. Ömrünüze bereket.

Öyle bereketli bir gece yaşatan Rahman ü Rahim’e sonsuz hamdü senalar olsun, yenilerini eriştirsin inşaallah

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum