Hilmi ÖDEMİŞ

Hilmi ÖDEMİŞ

Eski Said’den Yeni Said’e değişim

Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçişi biraz uzun sürmüştür. Kosturma’da iken Tatar mahallesindeki bir camide kalır. Orada yalnız kalma fırsatı bulmuş, enfüsi bir tefekküre dalmıştır. Buradaki tefekkür Eski Said’den Yeni Said’e geçişin ilk kıvılcımıdır.

 

Bediüzzaman Rusya’dan firar edip İstanbul’a gelir. Darül Hikmet’ül İslamiye’de çalışmaya başlar. Bir ara izin alıp Çamlıca ve Yuşa Tepesi gibi İstanbul'un huzur verici yerlerinde istirahate çekilir. Derin bir tefekküre dalar. Burası onun için bir ruhi tekemmül/tekamül yeridir. Kaldığı süre zarfında bazı kitaplar yazar. 1921’de Eski Said’in son eseri olan Lemaat’ı yazar. Bu eserini telif ettiği dönemi “Eski Said’in Yeni Said’e inkılâb edeceği bir hengâm” olarak nitelendirir.

 

Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçişi 1921’de olmuştur. Bu süreç 1917-1918’de Tatar Camii’nde başlamış ve 1921’de İstanbul’da Çamlıca ve Yuşa Tepesi’nde kalırken tamamlanmıştır. Bu süreç birçok büyük zatta olduğu gibi 40 yaşlarında başlamış ve 45 yaşlarında tamamlanmıştır.

 

Eski Said’den Yeni Said’e geçişi sanıldığı ve iddia edildiği gibi Ankara’da malum zat ile yapılan görüşmeden sonra olmamıştır. Çünkü Bediüzzaman Ankara’ya Yeni Said olarak gitmiştir. Bir zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said'in gülmeleri Yeni Said'in ağlamalarına inkılâp ettiği hengâmda, Ankara'daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler, gittim” diyerek bu konuyu açıklığa kavuşturur.

 

Eski Said’den Yeni Said’e geçişi konjonktürel olarak görmek yanlıştır. Bediüzzaman’ın Yeni Said’e geçişi Türkiye’deki siyasal/sosyal değişime bağlanamaz, bu tür kavramlarla anlatılamaz. Eski Said’den Yeni Said’e geçişi ruhi (akli-kalbi) bir tekemmüldür. Ki Üstad “Kosturma'daki camideki intibah-ı ruhî yine başladı” diyerek bir ruhi tekâmülden bahseder. Bu ruhi tekâmüle bir göz atalım:

 

Birinci tekâmül, kalbidir. Bediüzzaman İstanbul’da kalırken Gavs-ı Azam Şeyh Geylanî'nin (r.a.) Futuhü'l-Gayb adlı kitabını okur. Bu kitap onun için bir “ameliyat-ı cerrahiye” olur. Sonra, İmam-ı Rabbani'nin Mektubat kitabını tefeül ederek açar. Açtığı yerde "Mirza Bediüzzaman'a mektup" diye yazı görür. Kitapta “Tevhîd-i kıble et!” mesajını alır. Ancak hangisinin arkasında gideceğine karar veremez. Her birinin (A.Kadir Geylani, İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali vs) ayrı güzel hasiyetlerini görür. Sonra kalbine gelir ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur'ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyleyse, en Âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur.” Eski Said, İslam toplumunu tedavi etmeye çalışır. Yeni Said’e geçişte önce kendisini tedavi etmesi gerektiğini düşünür.

 

Bediüzzaman, İstanbul’da iken Fatiha suresi üzerine düşünürken bir vâkıa-i hayaliye ile bir yolculuğa çıkar. Yolculukta Aristo ve Eflatun gibi felsefecilerin ayak izlerini görür. Rüyada mezar taşı üstünde “Said” isminin yazıldığını görür. Bu hayali yolculukla akli/fikri tekemmül geçirir. (Harb-i Umuminin 5.senesinde Bediüzzaman’da buna benzer birkaç vaka-i hayaliye, vakıa-i kalbiye-i hayaliye, hâlet-i hayaliye, seyahat-ı hayaliye ve rüya-i hayaliye görülmüştür.)

 

eskisaid_yenisaid.jpgEski Said, daha çok ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket eder. Bu iki yolculuk onun için bir tekemmül olmuştur. Bu iki yolculukta hem kalbi hem de akli yaralarını tedavi etmiştir. (Bediüzzaman’ın Doktora yazdığı mektubu hatırlayalım.)

 

Eski Said, imani yöntemlerle birlikte İslamiyete siyaset yoluyla da hizmet edilebileceği fikriyle hareket eder. Müslümanların içtimai ve siyasi hayatıyla ilgilenir. Siyaset ile dine hizmet etmeye çalışır. Yine İstanbul’da Eski Said’in Yeni Said’e geçişi hengâmında salih bir adamın kendi siyasi fikrinde olan bir münafığı hararetle övdüğünü, siyasi fikrine muhalif bir hocayı da tekfir ettiğini görür. Bunu görünce “Euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti” (Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım) der ve siyaseti terk eder. Bu durum sosyal/siyasal anlamda Eski Said’den Yeni Said’e geçiştir.

 

Bediüzzaman’ın Yeni Said’e geçişte meslek ve meşrebi de değişir. Üstad “meslek ve meşrebime muhalif olarak Eski Said'in bir-iki dakika kafasını başıma alarak diyorum ki” gibi ifadelerde meslek ve meşrebinin farklı olduğunu belirtir. Yeni Said yeni mesleği-meşrebi icabı insanlarla izâa-i vakit etmez. İnsanlarla fazla görüşmek istemez, sosyal-siyasal hayattan uzak durur.

 

Yeni Said’in başına bir musibet/zulüm geldiğinde “bu kaderdendir” deyip tevekkül eder. Yeni Said ehl-i dünya ile konuşmayı mânâsız görüyor. "Dünyaları başlarını yesin! Ne yaparlarsa yapsınlar; mahkeme-i kübrâda onlarla muhakeme olacağız" der, sükût eder. Eski Said gibi onlarla mücadele etmez.

 

Yeni Said, tefekkür mesleğinde gider. Barla’da kaldığı zamanlarda dağlara çıkar tefekkür eder. Üstad burada cadde-i Kübra-i Kuraniyeye kapı açar. Üstad’ın tabiriyle bu yol/meslek "Sırat-ı müstakim ehli olan ehl-i Kur'anın cadde-i nurâniyyesidir ki, en kısa, en rahat, en selâmet ve herkese açık, semâvî ve rahmânî ve nuranî bir meslektir. Oysaki Eski Said felsefe ile çok uğraşır. Felsefe (mesleği) ile Avrupalılara mübareze etmeye çalışır. Yeni Said bu tarzda galebenin zor olduğunu anlayıp, o mesleği terk eder. Üstad İstanbul’da kaldığında vaka-i hayaliyede felsefeyi sorgular. "Felsefî meseleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyât-ı mâneviyemde engel olmuştu. Birden, Cenâb-ı Hakkın rahmet ve keremiyle, Kur'ân-ı Hakîmdeki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risalelerde beyan edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi” diyerek bir akli ve kalbi arınmadan/tekemmülden bahseder. (Buradaki ifadelerden de anlıyoruz ki felsefe ile fazla iştigal manevi terakkiye engeldir.)

 

Eski Said’i Yeni Said’den ayıran bir (mesleki) fark da siyasettir. Bediüzzaman Eski Said döneminde islama siyaset aracılığı ile hizmet etmeye çalışmıştır. Âlem-i İslâmın siyasetine ve hayat-ı içtimâiyesine taallûk eden meselelerle ilgilenmiştir. Ancak Yeni Said döneminde siyasetle ilgilenmek lüzumsuz görülmüştür.

 

Yeni Said’in nazarı Eski Said’e göre başka ufuktadır. Bundan dolayı bazı dostlarının ısrarı üzerine bazı içtimai meselelere cevap vermek zorunda kaldığında “Eski Said lisanıyla” konuşur. Bazı müdafaalarda/suallerde de Yeni Said'in bu suale karşı cevabı sükûttur. Yeni Said, "Benim cevabımı kader-i İlâhî versin" der. Bazen ehl-i dünyayı susturmak için Eski Said lisanı ile konuşmak zorunda kalır. Eski Said bazen iftiharkarane konuşur. Yeni Said, Eski Said’in bu üslubuna iştirak etmese de konuşmasını da kesmez. Enâniyetli insanlara karşı bir parça enâniyetini göstermesine izin verir. Eski Said, ‘Gerçi benlik, enaniyet çirkindir; fakat mağrur ve muannid enaniyetlilere karşı, haklı bir sûrette ve sırf kendisini müdafaa ve muhafaza etınek için benlik göstermek lazım geliyor. Onun için, Yeni Said gibi, mahviyetle, mülayimane konuşamayacağım" der.

 

Yeni Said şahsı için değil, belki dostlarını ve Sözlerini (Risale-i Nur) ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için mecburen Eski Said lisanıyla konuşur. Yeni Said Risale-i Nur’a laf gelmesin, hakaik-ı îmâniyenin fütuhâtına zarar gelmesin diye kendi benliğini/şahsını çürütmelerine izin verir.

 

Eski Said daha çok hiss-i kable'l-vukûya mazhardır. Ancak Yeni Said sünuhâta mazhardır. ”Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said'in sünuhâtıyla, dikkatle mütâlâa ettim. Anladım ki, Eski Said acîb bir hiss-i kable'l-vukû ile” gibi ifadelerden de bunu anlıyoruz. “Eski Said bir hiss-i kable'l-vukû ile, iki acîb hâdiseyi hissetmiş; fakat, rüyâ-i sâdıka gibi, tâbire muhtaçmış” ifadesinden anlıyoruz ki Eski Said Hiss-i Kablel vuku ile olaylara bakıyor ancak bazen tefsirde bazı hatiat (hatalar) olabiliyor. Bu konuda “Nasıl bir kırmızı perde ile beyaz veya siyah birşeye bakılırsa, kırmızı görünür; o da siyâset-i İslâmiye perdesiyle o hakîkate bakmış. Hakîkatin sûreti bir derece şeklini değiştirmiş” der. Ancak Yeni Said sunuhat-ı kalbiye mazhardır. Sünuhat hatadan halidir. Ayrıca Eski Said’in Hiss-i kablel vuku nevinden beyanları daha çok içtimai/siyasi meselelerle ilgilidir. Ancak Yeni Said’in sunuhatları daha çok manevi konularla ilgilidir.

 

Eski Said meselelere daha çok ilmi/akli/mantıki cevaplar verir. Yeni Said ise sorulara sunuhat ile cevap verir. Yeni Said kendisine sorulan bazı ilmi meselelere her zaman cevap vermek istemez.” Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesâille iştigalime mâni bazı haller var. Onun için, sualinize göre cevap veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazı sualler sünuhata tevafuk ettiği için cevap verilir; gücenmeyiniz” diyerek bu meseleyi açıklar.

 

Eski Said’in ilmi daha çok kesbi, Yeni Said’in ilmi daha çok vehbidir diyebiliriz. ”Yazılan galip Sözler ve Mektuplar, ihtiyarsız, def'î ve âni bir surette kalbe geliyordu, güzel oluyordu. Eğer ihtiyar ile, Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevap versem, sönük düşer, noksan olur. Bir miktardır ki, tulûat-ı kalbiye tevakkuf etmiş, hafıza kamçısı kırılmış. Fakat cevapsız kalmamak için gayet muhtasar birer cevap yazacağız” gibi ifadeler bunu doğrulamaktadır. (Ancak Eski Said’in ilhama hiç mazhar olmadığı düşünülmemelidir. Eski Said her daim inayet altındadır.)

 

Eski Said’in kuvve-i hafızası çok iyidir. Bu konuda Üstad “Eski Said’in kuvve-i hafızası beraber olmak şartıyla, o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum, o bir saatlik risaleyi, iki günde, istidadımla, zihnimle yapamıyorum” der. Eski Said İlmi meselelere akli-mantıki cevaplar verir. İfadeleri gayet veciz ve kısadır. Tafsilata pek girmez. Şurada ise, yalnız aklı iknâ edecek, susturacak, Eski Said'in Nokta Risâlesi'ndeki beyânâtı tarzında bahsedeceğiz” ifadesinden de anlaşılacağı üzere Eski Said daha çok akla hitap eder. Ancak Yeni Said hem akla, hem kalbe, hem ruha hem de duygulara/latifelere hitap eder.

 

Kısacası Eski Said ile Yeni Said’in amaçları aynı ancak yöntemleri/öncelikleri farklıdır. İkisinin de amacı islama/imana hizmettir.(Gerçi Eski Said islama hizmet, Yeni Said İmana hizmet üzerinde durmaktadır.) Eski Said siyasetle/felsefe ile islama hizmet etmeye çalışmış ancak bunun hatarlı ve müşkülatlı bir yol olduğunu görüp Yeni Said’e dönüşmüştür. Yoksa Yeni Said’e geçiş Cumhuriyet/Tek parti dönemine yönelik bir strateji değildir. Değişim hem akli hem kalbi hem ruhi hem de siyasi olarak meydana gelmiştir. Eski Said kişiliği (izzeti, cesareti, ilmi) ile islama ayna/model olmaya çalışmıştır. Ancak Yeni Said Risale-i Nur’u ön plana almış kendi benliğini hiçe saymıştır. Müsbet hareketten ayrılmamış, hizmete zarar gelmesin diye her türlü zahmete/zulme katlanmış, kadere teslim olmuştur.

 

Eski Said ile Yeni Said’i birbirinden ayıran bazı özellikleri/kavramları anahtar kelime olarak vermeye çalıştım:

 

Eski Said: Gurur, izzet, hiddet, cesaret, kahramanlık, şeref, şöhret, siyaset, şahsi hareket (şahsiyet), iktisat, minnet almama, sivri lisan, meydan okuma, kişiliği ile islama ayna /model olma, gençlik, icaz, kuvve-i hafıza, İslamiyet, islama hizmet, hayat-ı siyasiye /hayat-ı içtimaiye ile meşguliyet, medresetüzzehra.

 

Yeni Said: Şefkat, hikmet, acz, fakr, müsbet hareket, iktisat, minnet almama, tevekkül, sabır, kendisi ile ilgili ithamlara cevap vermeme (Eski Said lisanı ile cevap), mahviyet, mülayim, Risale-i nur ile model olma, cemaat, ihtiyarlık, râbıta-i mevt, iman, imana hizmet, Tefekkür, tahammül, sükûn ve temkin, itidal-i dem, sabır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum