Ermeniler ve Said Nursi

Yıllardır tartışılıyor.
Ermeniler katledildi mi, katledilmedi mi diye?
Her yıl 24 Nisan evvelinde de, ahirinde de Ermeni meselesi dünyanın gündemine oturuyor.
24 Nisan; Ermeniler’in, Ermeniler’e yapılan soykırımı yâd ettiği tarih (sözde)…
Bu yıl ise 100. yılı olması (1915-2015) nedeniyle daha güçlü bir lobiyle Türkiye aleyhinde propaganda yapılıyor.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde Türkiye’ye karşı politik baskı yürütülüyor.
Nitekim Katolik dünyasının lideri Papa Francis de katıldığı ayinde açıkça Türkiye aleyhinde görüş bildirdi.

Papa’yı birkaç hafta evvel şaşaalı bir tören ve samimi bir zeminde ağırlamamıza rağmen…
Demek karşımızda hem dini, hem politik, hem tarihi hem de psikolojik bir mücadele var.

Sosyal medyada özellikle twitterda açtıkları #ArmenianGenocide (Ermeni Soykırımı) hashtag konusu altında bütün dünyanın bu hadise için dikkatini çekmeye çalışıyorlar.
Hatta ben şu anda bu yazıyı yazarken bile Ermeniler ve Türkiye’ye karşı olanlar aleyhimizde yüzlerce twitler atıyor.
Hülasa komite hiç boş durmuyor.
Önyargıların kronikleştiği böylesi bir zeminde ise bu meseleyi nihayete erdirmek oldukça zor.
Allah yardımcımız olsun.

Bediüzzaman devrinde Ermeniler

Ben tarihçi değilim, tarihi olaylardan pek anlamam, hafızam da çok zayıf olduğundan tarihleri zor ezberlerim lâkin tarihe politik manalar yüklenmesinden de nefret ederim!

O yüzden bu yazımda 1915’te şunlar oldu, bunlar oldu demek yerine; ‘sadık millet’ olan Ermenileri belki faydası olur niyetiyle Said Nursi’nin derin ufkuyla tanımak istedim ve araştırdım.

Maalesef günümüzde ‘Ermeni’ kavramı o kadar kaotik bir hal almış ki yaradılışımızı unutup sevmediğimiz bir insana ‘Ermeni misin, nesin?’ diyecek kadar inancımıza aykırı hareket edebiliyoruz.
Halbuki Ermeni’yi de, beni de, sizi de yaratan Allah’tır, başkası değil! Kella!...
İşte bugün ‘Ermeni’ kavramına yüklenen negatif reflekse pozitif mana yükleyecek kişinin Said Nursi olduğuna inanıyorum.

Said Nursi bugünkü sosyolojik zemini bir arada tutabilecek; Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Arapların ve umum milletlerin ortak bir değeri olabilecek bir fırsattır.

Evet, Ermeniler Osmanlı döneminde ‘millet-i sadıka’ yani sadık veya güvenilir millet olarak bilinir.
Dini aidiyetleri ve etnik kimlikleri farklı da olsa Ermeniler ve umum milletler yıllarca bizimle beraber yaşamışlar, bizden olmuşlar, biz de onlardan olmuşuzdur.

Osmanlının son devirlerinde ve ülkemizin büyük bir buhran geçirdiği bir dönemde Bediüzzaman Said Nursi keskin fikirleri ile her bölgenin ve her milletin sorunları ile yakından ilgilenmiştir.

Sorunlara kayıtsız kalmamakla beraber fikirleri ile de gerek o dönem için gerekse de istikbal için çözümler bulmaya gayret etmiştir.

Nitekim meşrutiyet devrinde ve günümüzde de hâlâ en önemli politik kavram olan ‘istibdat’ ve ‘hürriyet’ yani ‘statüko’ ve ‘demokrasi’ ile yakından ilgilenmiştir.

Bu manada özellikle doğu vilayetlerinde etkisi ve faaliyeti olan aşiret mensuplarını ziyaret ediyor ve onların görüşlerini alarak adeta bir manifesto niteliği taşıyan “Münazarat” adlı eseri yazıyor.
Said Nursi, Münazarat’ın birçok yerinde Ermenilerden bahsediyor ve bugünkü olaylara ışık tutabilecek çözümler öneriyor.

O yüzden ‘Münazarat’ hem Türkiye toplumu hem de Ermeni toplumu için muazzam bir reçetedir!

Peki, Said Nursi’ye göre Ermeniler bize ne için düşmanlık ediyor?
Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret (fakirlik) efendi ve hafîdi (torunu) husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar. Yani cehalet, fakirlik ve husumet yüzünden Ermeniler’i kendimize düşman etmişiz…

Bediüzzaman, Münazarat’ı soru-cevaplı bir üslup ve biçimle yazıyor. Ağırlıklı olarak bölgede faaliyeti olan aşiretlerle geçen diyalogları var.

Aşiret mensupları, meşrutiyetin gelmesiyle gayr-i Müslim unsurlara verilen hürriyetlere itiraz ediyorlar. Bediüzzaman ise onlara şöyle cevap veriyor: Onların hürriyeti, onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise, şer’îdir. Yani İslam’dandır…

Yine aşiret mensupları meşrutiyet döneminde gayr-i Müslimlere (gayr-ı Müslimlerin kahir ekserisi o dönemde yaşayan Ermenilerdir) verilen eşit haklara itiraz ediyor. (Yani bizle Ermeniler bir ve eşit miyiz?) Said Nursi ise şu müthiş cevapla karşılık veriyor: Müsavat (eşitlik) ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve gedâ (fakir) birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder? Kellâ… Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) âdî (sıradan) bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz (övünme sebebiniz olan) olan Salâhaddin-i Eyyûbî’nin miskin (fakir) bir Hıristiyan ile mürafaası (mahkemelik olması), sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.

Said Nursi yine Münazarat’ın başka bir yerinde aşiretlerce sorulan; Ermenilerin kendilerine düşmanlık ettiğini, bu yüzden onlarla ittihat etmelerinin zor olduğunu beyan ettiklerinde yeni bir döneme girildiğini hatırlatarak onlara müthiş cevap veriyor:

Düşmanlığın sebebi olan istibdat (staüko) öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne (aczini anlamakla) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha (barış) elini uzatmaktır.

Bu cümlede ‘katiyen’ mefhumu kullanılması öyle geçiştirecek bir kavram değildir. Bediüzzaman’a göre Türkiye’nin saadet ve selameti kesinlikle Ermenilere ittifak ve dost olmaya bağlıdır. Tabi bir şartla…  

İşte Bediüzzaman’ın müthiş teşhis ve çözüm önerilerinden birini daha yine Münazarat’ta yazıyor. Ermenilerin uyandığını ve terakki ettiğini, aşiretlerin ise uykuda olduğunu belirtiyor.

Ermeniler uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar. İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır.

İşte Said Nursi’nin 1908’li yıllarda yani bir asır evvel yazdığı ve teşhisle beraber reçetesini de sunduğu Münazarat eserinde benim edindiğim ders bunlar.

Hülasa, bizim dünyanın efkâr-ı umumiyesindeki itibarımızı daha da kuvvetlendirmek için Ermenilerle düşman olmak yerine onlarla yaşadığımız tüm sorunları izale etmemiz bilakis dost ve ittifak olmamız lazım ve elzemdir.

Tabi güçlü olacak bir Türkiye ile ittifak eden Ermeniler de kuvvet bulacak; Amerika ve Avrupa ülkelerinin peşinden koşmasına ve onlarla lobi faaliyetleri yürütmesine gerek kalmayacak.
İstikbalimizin yegâne selamet yolu budur…
Başka türlü olmuyor, yüz yıldır olmadığı gibi…

Twitter: @OMRCELEBI

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum