En büyük buluşma

Kabı kavsen… Sırların en büyüğü…
Belki de bütün sırların göründüğü menzil.
Huzura çıkan Nebiyi muhteremin bütün sırlara vakıf olduğu an.
Kâinatın gerçek yüzünün göründüğü mekân…
Hakikati kâinatın kâinatlar kadar zikirlerinin duyulduğu menzil…
Ve huzura çıkan Resulü Zişan’ın bütün bu sırları gördükten sonraki takınacağı tavır…
Ve o tavır sonucu oluşan “tehiyyatu” mukabelesinin fıtri akışı…
***
Şöyle düşünün, Hz. Cebrail (a.s), ”Ben bundan öteye gelemem. Bana yasak… Artık sen tek başına gideceksin.”
Acaba o an Resulullah beşer olması hesabıyla nasıl bir halet-i ruhiyeye büründü.
Acaba neler düşündü?
İçini bir ürperti mi bir korku mu sardı? Yahut başka bir şey mi?
Oysaki ta küçüklüğünden beri içi cennetten getirilen kar suyuyla yıkanmış zemzemle durulanmış, huzura çıkmaya hazır hale getirilmişti…
Ama gideceği yer farklı bir yerdi…
Bak Cebrail (A.S.) bile gelmiyordu.
Zira gideceği yer hiçbir zişuurun hiçbir mahlûkun, asla hiçbir şeyin gittiği yer değildi.
Zira gideceği yer bizzat Rububiyet makamıdır.
Asla hiçbir canlıya nasip olmayan bir yerdir.
Zira gideceği yer Kahharı Zülcelal’in Rahmani Rahim’in Ganiyi Mutlak’ın ve hakeza bin bir esmaya sahip yaratıcının huzurudur.
İşte oraya doğru yürüyor.
Hz Cebrail (a.s) gidemedi ama ben hayalen gidebilirim.
Peşine takılıyorum Resulullah’ın, mahcup ürkek ve tüm zerrelerimi saran ürpertilerle birlikte.
Ben etrafı görmüyorum göremem de ben sadece Resulullah’ın halet-i ruhiyesini anlamaya çalışıyorum. Onun duyduklarını, onun gördüklerinin milyarda biri dahi olsa görmeye çalışıyorum.
Aslında mantığım sezgilerim ve kabiliyetlerime göre onu hissetmeye çabalıyorum.
Sadece bir kırıntı dahi olsa yetecek…
Evet, o gidiyor. Ben de peşine takılıyorum…
Muhteşem bir halet… Tevazukarane bir yürüyüş…
Bu yürüyüşü ancak Resulullah yapar…
Asla endişe duyulmayan garip bir korkuyla yürüyor.
Lakin attığı adımlar…
Her adım sonsuz adımlara açılıyor… Her an sonsuzluğa doğru genişliyor.
Her anın sonsuzluğunda sonsuz sırlara vakıf oluyor.
Bunu ben bilmiyorum ama hissediyorum.
Çünkü o Rabbinin bizzat çekim alanına giriyor.
Ve işte gidiyor, ben takip ediyorum.
Gidiyor kabı kavseyne doğru…
Gidiyor “Makamı Mahmud’a” doğru.
Bir bir sırlar açılıyor.
Bir an… Ve bir adım daha… O’nun huzuru…
İşte ben burada kopuyorum… Korkuyorum… Titriyorum…
Ben zaten yukarıya sağa sola bakmıyorum ki…
Ay güneşte eriyor.
Güneşe hiçbir çıplak göz bakamaz.
Ve gözlerim köreliyor. Hiç bir şey göremiyorum… Artık hislerim takip ediyor.
O hala gidiyor…
Ne bitmez ne sonsuz bir zamandır kimse bilmiyor.
Belki de ezel ve ebedin birleştiği yer burasıdır. Belki de kâinat kurulduğundan beri bu an yaşanıyor.
Belki de hala Resulullah o adımları atıyordur…
Kim bilir…
Tam huzura varacağı an muazzam bir sır daha açılıyor.
İmkanat dairesinden huzura muhteşem akışları keşfediyor.
Bütün mahlûkat bütün dilleriyle coşkun bir eda ile kendinden geçmiş sadece onu zikretmekte. Bunu görüyor… Bu akışı seyrediyor. Ben de hissetmeye çalışıyorum…
Bütün mahlûkatlardan milyonlar değerinde kıymetli hediyeler sunulmakta...
O kadar büyük bir zikir ortaya çıkmaktadır ki Resulü Zişan’ı bir an hayret ve (teşbihte hata olmasın) mahcubiyete düşürüyor…
“Ben…” “Ben” diyor Resulullah içinden.
“Bir tek kul olarak yaptığım ibadetim nerede tüm bunca mahlûkatın ibadeti nerede…”
“Benim ibadetim bu külli ibadet karşısında hiçtir” diye bir an aklından geçirirken. Resulunu hiçbir zaman zorda bırakmayan Rahman-ı Rahim’in, sonsuz rahmetinin tecellisi sonucu muazzam bir hadise gerçekleşir.
Belki de o an ilahi rahmetin tecellisi sonucu meydana gelen muazzam bir hadise…
Resulü Zişan, bütün kâinatın içine dolduğunu görüp kâinat kadar genişlediğini ve bütün o duaları, o tahiyatları ayine-i ruhunda hissedip bütün onları niyet ederek selam yerine “ettehiyatulallah” diyor...
O an söylenmesi gereken tek kelime “ettehiyatulillah”tır ve bunu Resulullah’tan başka kimse bilemezdi.
Çünkü nerde ne söylenmesi gerektiğini ancak o bilir.
Evet, Resulullah’ın Rabbine ilk lafı selam olmadı içinden gelen külli bir niyetle “tehhiyyatu” dedi…
Böylece o muhteşem mukabele başladı…
Huzurda Resulullah, Resulullah’ın önünde O…
“Nihayet kendisine iki yay kadar, hattâ daha da yakın oldu.” (Necm suresi:9)
Resulullah’ın arkasında tüm imkanat dairesi…
Ve o teğet çizgisini bu tarafındakileri görmeye çalışan hayalim… Zira hayal da olsa rububiyet dairesi bana yasak.
Ve onları dışarıda bekleyen H.z Cebrail...
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenâb-ı Hakka karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِdemiş. Yani, "Bütün zîhayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sânilerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim, sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum." (Şualar)”

“Ey yüce rabbim ben bütün mahlûkat namına huzurundayım. Bütün mahlûkatın bütün tahiyyelerini sana sunuyorum.”
Ve böylece insanın kâinatın hülasası olması hesabıyla, halife-i arz olması, bütün esmaya ayine olabilmesi, Rububiyet-i ammeye mukabele edecek ubudiyeti külliye fıtratında olduğunu ve bütün mahlûkatın ibatelerini arkasına alıp bütün mahlûkat dilleriyle ibadet edebileceğinin sırrına vakıf oluyor.
Belki insanlık olarak en büyük kazancımız budur.
Yani gerçek değerimizin mahiyetini kavramamız…
Yani bizzat Rab-ı Rahim’e muhatap olmamız.
Yani kıldığımız ve kılacağımız her namazın bütün kâinat mahlûkatları adına her vakit sunabilme yeteneğimizin farkında olmamız.
Belki ben bu farkındalığın farkında olmayabilirim ama Resulullah’tan gerçekten böylesi dersler alan o kadar kuranın tilmizleri var ki her namazı adeta bir velayet miracı gibidir.

Örnek mi istersiniz:
"İşte, Kur'ân'ın tilmizlerinden Şah-ı Geylânî, Rufâî, Şâzelî (r.a.) gibi şakirtleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerrâtı, katarat adetlerini, mahlûkatın aded-i enfâsını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar, Cenâb-ı Hakkı zikir ve tesbih ediyorlar. (Lemalar)
Ve işte Resulullah huzurda Hz. Cebrail dışarıda hayalim biraz daha geniş bir alanı kapsar vaziyette seyretmekte...
Derken o muhteşem takdime gelen muhteşem cevap:
“Esselamu aleyke ya eyyühen nebi!”
Böylece devam eden muhteşem sohbet…
Ahhh o sohbet…
Kâinat kâinat olalı, mahlûkat mahlûkat olalı, yeryüzü yeryüzü olalı böylesine mükâfatlandırılmamıştı.
Konuşan rabbim, muhatap Resul-u Zişan…
Ne büyük saadet, ne muhteşem bir manzara…
Acaba o an dönüp mahlûkata bakan olmuş mudur?
Nasılda her şey bir anda renk değiştirmiştir, nasılda her şey bir anda şenlenmiştir kim bilir... Nasılda, arştan kürsüye, arzdan kâinata kadar her şey her yer bayram yerine dönmüştür...
Çünkü;Zikirlerin hediyelerin, duaların kabul gördüğü bir andır o an.
O ana ve o sohbete tanıklık eden H.z Cebrail’e emri ilahi ile şahadet etmesi:
“Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enla muhammeden resulullah”
Ve bu şahadeti bütün mahlûkatın kıyamete kadar söylemesi…
Ne muazzam bir hadise…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum