Emret Allah’ım, emrini yerine getirmeye hazırız

Emret Allah’ım, emrini yerine getirmeye hazırız

Günün Risale-i Nur dersi

dunun-risale-dersi.png

Bismillahirrahmanirrahim

اَلْباَبُ الثَّالِثُ

(فِى مَرَاتِبِاَللهُ اَكْبَرُ)

اَلْمَرْتَبَةُ اْلاوُلٰى

(وَقُلِ الْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى لَمْ يَتَّخّذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِى الْمُلْكِ وَلمْ يَكُنْ لَهُ وَلِىٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبّرْهُ تَكْبِيراً ) لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ جَلَّ جَلاَلهُ اَللهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَىْءٍ قُدْرَةً وَعِلْماً، اِذْ هُوَ الْخَالِقُ الْباَرِئُ الْمُصَوِّرُ الَّذِى صَنَعَ اْلاِنْسَانَ بِقُدْرَتِهِ كَالْكَائِنَاتِ، وَكَتَبَ الْكَائِنَاتِ بِقَلَمِ قَدَرِهِ كَمَا كَتَبَ اْلاِنْسَانَ بِذَلِكَ الْقَلَمِ. اِذْ ذاَكَ الْعَالَمُ الْكَبِيرُ كَهٰذَا الْعَالَمِ الصَّغِيرِ مَصْنوعُ قُدْرَتِهِ مَكْتُوبُ قَدَرِهِ. اِبْدَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَسْجِداً. اِيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ سَاجِداً. اِنْشَاؤُهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذاَكَ مُلْكًا. بِنَاؤُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَمْلُوكًا. صَنْعَتُهُ فِى ذَاكَ تَظَاهَرَتْ كِتَاباً. صِبْغَتُهُ فِى هٰذَا تَزَاهَرَتْ خِطَاباً.

قُدْرَتهُ فِى ذَاكَ تُظْهِرُ حِشْمَتَهُ. رَحْمَتُهُ فِى هٰذَا تَنْظِمُ نِعْمَتَهُ. حِشْمَتُهُ فِى ذَاكَ تَشْهَدُ هُوَ الْوَاحِدُ. نِعْمَتُهُ فِى هٰذَا تُعْلِنُ هُوَ اْلاَحَدُ. سِكَّتُهُ فِى ذَاكَ فِى الْكُلِّ وَاْلاَجْزَاءِ سُكُونًا حَرَكَةً. خَاتَمُهُ فِى هٰذَا فِى الْجِسْمِ وَاْلاَعْضَاءِ حُجَيْرَةً ذَرَّةً.

AÇIKLAMA

ÜÇÜNCÜ BAB

Allahu Ekber’in mertebelerine dairdir. HAŞİYE

Birinci Mertebe

“De ki: ‘Hamd olsun o Allah’a ki, evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun. ’ Ve hürmet ve tâzimle Onun yüceliğini an.” (İsrâ Sûresi, 17:111).

Emret Allah’ım, emrini yerine getirmeye hazırız. Celâli yüce olan Allah, ilmi ve kudretiyle herşeyden sonsuz derecede büyüktür. Zira O herşeyi yaratan öyle bir Hâlık ve yarattığı varlıklara birbirinden ayrı ve lâyık şekiller veren öyle bir Bâri’ ve o varlıkları en güzel suretlere kavuşturan Musavvirdir ki, kudretiyle insanı bir kâinat gibi san’atlı yaratmış; ve insanı nasıl kader kalemiyle yazmışsa, kâinatı da aynen o kalemle yazmıştır. Çünkü şu büyük âlem olan kâinat, aynen bu küçük âlem olan insan gibi, Onun kudretinin san’at eseri ve kaderinin mektubudur. Herşeyi sonsuz san’at ve hikmetle yapan Sâni-i Hakîm şu büyük âlemi öyle bir surette yoktan var etmiştir ki, onu bir mescid şekline döndürmüş; ve bu küçük âlemi de öyle bir surette icad etmiştir ki, onu secde eden bir kul yapmıştır. Şu büyük âlemi bir mülk şeklinde inşa etmiş, bu küçük âlemi de bütün mülke muhtaç bir memlük olarak bina etmiştir. Onun büyük âlemdeki san’atı bir kitap şeklinde kendini göstermiş, insandaki sıbğası ise hitap çiçekleri açmıştır. Onun kudreti, büyük âlemde rubûbiyetinin haşmetini gösterirken, küçük âlem olan insanda da nimetleri tanzim ediyor. Onun haşmeti büyük âlemde vahdâniyetine şehadet ederken, rahmeti de küçük âlemde Onun ehadiyetini ilân ediyor. O celâl sahibi San’atkâr, büyük âlemin tamamına ve nevilerin ve fertlerin hareket ve sükûnetlerine birer sikke-i vahdet koyduğu gibi, şu insanın cisim ve organlarına ve hücre ve zerrelerine dahi öylece birer hâtem-i vahdet basmıştır.

فَانْظُرْ اِلٰى آثاَرِهِ الْمُتَّسِقَةِ كَيْفَ تَرٰى كَالْفَلَقِ سَخَاوَةً مُطْلَقَةً مَعَ اِنْتِظَامٍ مُطْلَقٍ، فِى سُرْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّزَانٍ مُطْلَقٍ، فِى سُهُولَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتْقَانٍ مُطْلَقٍ ، فِى وُسْعَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ حُسْنِ صُنْعٍ مُطْلَقٍ، فِى بُعْدَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِتِّفَاقٍ مُطْلَقٍ، فِى خِلْطَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ اِمْتِيَازٍ مُطْلَقٍ، فِى رُخْصَةٍ مُطْلَقَةٍ مَعَ غُلُوٍّ مُطْلَقٍ.

فَهَذِهِ الْكَيْفِيَّةُ الْمَشْهُودَةُ شَاهِدَةٌ لِلْعَاقِلِ الْمُحَقِّقِ، مُجْبِرَةٌ لِلاَحْمَقِ الْمُنَافِقِ عَلٰى قَبُولِ الصّنْعَةِ وَالْوَحْدَةِ لِلْحَقِّ ذِى الْقُدْرَةِ الْمُطْلَقَةِ، وَهُوَ الْعَليِمُ الْمُطْلَقُ.

و َفِى الْوَحْدَةِ سُهُولَةٌ مُطْلَقَةٌ، وَفِى الْكَثْرَةِ وَالشِّرْكَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ:

اِنْ اُسْنِدَ كُلُّ اْلاَشْيَاءِ لِلْوَاحِدِ، فَالْكَائِنَاتُ كَالنَّخْلَةِ، وَالنَّخْلَةُ كَالثَّمَرَةِ سُهُولَةً فِى اْلاِبْتِدَاعِ.

وَإِنْ اُسْنِدَ لِلْكَثْرَةِ فَالنَّخْلَةُ كَالْكَائِنَاتِ، وَالثَّمَرَةُ كَالشَّجَرَاتِ صُعُوبَةً فِى اْلاِمْتِنَاعِ. اِذْ اَلْوَاحِدُ بِالْفَعْلِ الْوَاحِدِ يُحَصِّلُ نَتِيجَةً وَوَضْعِيَّةً لِلْكَثِيرِ بِلاَ كُلْفَةٍ وَلاَ مُباَشَرَةٍ؛ وَلوْ اُحِيلَتْ تِلْكَ الْوَضْعِيَّةُ وَالنَّتيِجَةُ اِلٰى الْكَثْرَةِ لاَ يُمْكِنُ اَنْ تَصِلَ اِلَيْهَا اِلاَّ بِتَكَلُّفَاتٍ وَمُباَشَرَاتٍ وَمُشَاجَرَاتٍ كَاْلاَمِيرِ مَعَ النَّفَرَاتِ، وَالْبَانِى مَعَ الْحَجَراتِ، وَاْلاَرْضِ مَعَ السَّيَّارَاتِ، والْفَوَّارَةِ مَعَ الْقَطَرَاتِ، وَنقْطَةِ الْمَرْكَزِ مَعَ النُّقَطِ فِى الدَّائِرَةِ.

بِسِرِّ اَنَّ فِى الْوَحْدَةِ يَقُومُ اْلاِنْتِسَابُ مَقَامَ قُدْرَةٍ غَيْرِ مَحْدُودَةٍ. وَلاَ يَضْطَرُّ السَّبَبُ لِحَمْلِ مَنَابِعِ قُوَّتِهِ وَيَتَعَاظَمُ اْلاَثَرُ بِالنّسْبَةِ اِلٰى الْمُسْنَدِ اِلَيْهِ.

AÇIKLAMA

Şimdi Onun eserlerine toplu bir halde bak: Nasıl gün gibi âşikâr bir şekilde, sehavet-i mutlaka ile beraber mutlak bir intizam göreceksin. Onu da mutlak bir sür’at ile beraber mutlak bir ittizan içinde göreceksin. Onu da mutlak bir itkanla beraber mutlak kolaylık içinde göreceksin. Onu da mutlak güzel san’atla beraber mutlak bir genişlik içinde göreceksin. Onu da mutlak bir uzaklıkla beraber mutlak bir ittifak içinde bulacaksın. Onu da mutlak bir ihtilât ile beraber mutlak bir imtiyaz içinde göreceksin. Onu da, yüksek değerlilikle beraber mutlak bolluk ve kolaylıkla hadsiz mahlûkatın istifadesine arz edilmiş bir şekilde bulacaksın.

İşte bu gözle görünen keyfiyet, akıl sahibi bir ehl-i tahkik için bir şahit olduğu gibi, ahmak bir münafığı dahi, bütün bunların herşeyi bilen bir mutlak kudret sahibinin birlik eseri olduğunu kabul etmek zorunda bırakır.

Vahdette mutlak bir kolaylık, şirk ve kesrette ise içinden çıkılması imkânsız bir zorluk vardır.

Eğer bütün varlıklar tek bir zâta verilse, kâinatı hiç yoktan icad etmek, bir hurma fidanı icad etmek kadar, bir hurma fidanı da bir meyve kadar kolay olur. Kesrete dayandırıldığında ise, meyveyi ağaç kadar, ağacı ise kâinat kadar zorlaştıran bir imkânsızlık ortaya çıkar. Zira birtek zât, pek çok şey için birtek sonucu ve durumu, birtek fiil ile, külfetsiz ve temassız bir şekilde elde eder. Eğer bu durum ve sonuç kesrete havale edilse, o sonuca ancak pek çok zorluklar, bizzat sergilediği uğraşılar ve çekişmeler ile ulaşılabilir: Bir subayın görevini erlere, ustanın görevini binanın taşlarına, dünyanın kendi etrafındaki dönüşüyle meydana gelen yıldız ve gezegenlerin yerlerinin değişmelerini o yıldız ve gezegenlerin hareketlerine, daire merkezinin görevini o dairenin çevresindeki noktalara bırakmak gibi...

Vahdette, intisap sırrıyla, sonsuz bir kudret bulunur. Bu suretle, bir sebep bütün kuvvet kaynaklarını kendisi taşımak zorunda kalmaz ve o sebepten meydana gelen eser, onun dayandığı şey oranında büyük olur.

وَفِى الشّرْكَةِ يَضْطَرُّ كُلُّ سَبَبٍ لِحَمْلِ مَناَبعِ قُوَّتِهِ؛ فَيَتَصَاغَرُ اْلاَثَرُ بِنِسْبَةِ جِرْمِهِ. وَمِنْ هُناَ غَلَبَتِ النَّمْلَةُ وَالذُّباَبَةُ عَلٰى الْجَباَبِرَةِ، وَحَمَلَتِ النُّوَاةُ الصَّغِيرَةُ شَجَرَةً عَظِيمَةً.

وَبِسِرِّ اَنَّ فِى اِسْناَدِ كُلِّ اْلاَشْياَءِ اِلٰى الْوَاحِدِ لاَ يَكُونُ اْلاِيجَادُ مِنَ الْعَدَمِ الْمُطْلَقِ. بَلْ يَكُونُ اْلاِيجَادُ عَيْنَ نَقْلِ الْمَوْجُودِ الْعِلْمِىِّ اِلٰى الْوُجُودِ الْخَارِجِيِّ، كَنَقْلِ الصُّورَةِ الْمُتَمَثّلَةِ فِى الْمِرْآةِ اِلٰى الصَّحِيفَةِ الْفُوطُوغْرافِيَّةِ لِتَثْبِيتِ وُجُودٍ خَارِجِىٍِّ لَهَا بِكَمَالِ السُّهُولَةِ، اَوْ اِظْهَارِ الْخَطِّ الْمَكْتُوبِ بِمِدَادٍ لا يُرىٰ، بِوَاسِطَةِ مَادَّةٍ مُظْهِرَةٍ لِلْكِتَابَةِ الْمَسْتُورَةِ.

وَفِى اِسْناَدِ اْلاَشْياَءِ اِلٰى اْلاَسْباَبِ وَالْكَثْرَةِ يَلْزَمُ اْلاِيجَادُ مِنَ الْعَدَمِ الْمُطْلَقِ، وَهُوَ اِنْ لَمْ يَكُنْ مُحَالاً يَكُونُ اَصْعَبَ اْلاَشْيَاءِ. فَالسُّهُولَةُ فِى الْوَحْدَةِ وَاصِلَةٌ اِلٰى دَرَجَةِ الْوُجُوبِ، وَالصُّعُوبَةُ فِى الْكَثْرَةِ وَاصِلَةٌ اِلٰى دَرَجَةِ اْلاِمْتِنَاعِ.

وَبِحِكْمَةِ اَنَّ فِى الْوَحْدَةِ يُمْكِنُ اْلاِبْدَاعُ وَاِيجَادُ (اْلاَيْسِ مِنَ اللَّيْسِ) يَعْنِى اِبْدَاعَ الْمَوْجُودِ مِنَ الْعَدَمِ الصّرْفِ بِلاَ مُدَّةٍ وَلاَ مَادَّةٍ، وَإِفْرَاغَ الذَّرَّاتِ فِى الْقَالَبِ الْعِلْمِىِّ بِلاَ كُلْفَةٍ وَلاَ خِلْطَةٍ. وَفِى الشِّرْكَةِ وَالْكَثْرَةِ لاَ يُمْكِنُ اْلاِبْدَاعُ مِنَ الْعَدَمِ بِاتّفَاقِ كُلِّ اَهْلِ الْعَقْلِ. فَلاَ بُدَّ لِوُجوُدِ ذِى حَياَةٍ جَمْعُ ذَرَّاتٍ مُنْتَشِرَةٍ فِى اْلاَرْضِ وَالْعَناَصِرِ؛ وَبِعَدَمِ الْقَالِبِ الْعِلْمِىِّ يَلْزَمُ لِمُحَافَظَةِ الذَّرَّاتِ فِى جِسْمِ ذِى الْحَياَةِ وُجُودُ عِلْمٍ كُلّىٍِّ، وَإِرَادَةٍ مُطْلَقَةٍ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ. وَمَعَ ذَلِكَ اِنَّ الشُّرَكَاءَ مُسْتَغْنِيَةٌ عَنْهَا وَمُمْتَنِعَةٌ بِالذَّاتِ وَتحَكُّمِيَّةٌ مَحْضَةٌ، لاَ اَمَارَةَ عَلَيْهاَ وَلاَ اِشَارَةَ اِلَيْهَا فِى شَىْءٍ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. اِذْ خِلْقَةُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ تَسْتَلْزِمُ قُدْرَةً كَامِلَةً غَيْرَ مُتَناَهِيَةٍ باِلضَّرُورَةِ. فَاسْتُغْنِىَ عَنِ الشُّرَكَاءِ؛

AÇIKLAMA

Şirkte ise, herbir sebep, kendi kuvvet kaynaklarını kendi belinde taşımaya mecburdur; eseri de kendi cirmi kadar küçük olur. Bir karınca ve bir sinek, işte bu intisap kuvvetiyle büyüklük taslayan zalimlere galip gelir; bir küçük çekirdek, bu sırla koca bir ağacı üzerinde taşır.

Herşey birtek zâta verildiği takdirde, icad etmek, “mutlak yokluktan çıkarmak” mânâsına gelmez. Birtek zâtın herşeyi icadı, tıpkı camdaki misalî sureti gayet kolaylıkla fotoğraf kâğıdına aksettirerek ona bir haricî vücud vermek gibi, yahut görünmez bir mürekkeple yazılmış bir yazıyı, gizli yazıları ortaya çıkaran bir madde vasıtasıyla görünür hale getirmek gibi, bir ilmî varlığı haricî vücuda çıkarmak mânâsını taşır. Eşyanın sebeplere ve kesrete havale edilmesi halinde ise, birşeyi var etmek için, o şeyi mutlak yokluktan çıkarmak gerekir. Bu ise, eğer muhal olmazsa, zorluğun en son mertebesi olur. Demek, vahdette zorunluluk derecesine varan bir kolaylık, kesrette ise imkânsızlık derecesinde bir zorluk vardır.

Vahdette, maddeye ve zamana ihtiyaç olmadan, bir varlığı tam bir yokluktan ibda’ ve icad etmek mümkün olur ki, o varlığın zerreleri külfetsiz bir şekilde ve hiçbir karışıklığa meydan vermeden bir ilmî kalıba dökülür. Şirkte ve kesrette yoktan var etmek ise, bütün akıl sahiplerinin ittifakıyla, imkân dışıdır. Çünkü bir canlının vücudu için, yeryüzüne yayılmış zerrelerin ve unsurların toplanması kaçınılmaz olur; ayrıca, ilmî bir kalıbın var olmayışı sebebiyle, o canlının cismindeki zerrelerin korunması için, her zerrede küllî bir ilmin ve mutlak bir iradenin bulunması gerekecektir. Bununla beraber, şerikler “müstağniyetün anhâ” ve “mümteniatün bizzat”, yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi ve var olmaları da imkansız oldukları halde, onları dâvâ etmek hiçbir dayanağı olmayan bir iddiadır ve varlıklardan hiçbir şeyde böyle bir ihtimal için ne bir emare, ne bir işaret mevcut değildir.

Zira kâinatın yaratılışı, zorunlu olarak, sonsuz bir mükemmel kudretin varlığını gerektirir; ortaklara hiç ihtiyaç yoktur.

وَ اِلاَّ لَزِمَ تَحْدِيدُ وَانْتِهَاءُ قُدْرَةٍ كَامِلَةٍ غَيْرِ مُتَناَهِيَةٍ فِى وَقْتِ عَدَمِ التَّناَهِى بِقُوَّةٍ مُتَناَهِيَةٍ بِلاَ ضَرُورَةٍ، مَعَ الضَّرُورَةِ فِى عَكْسِهِ ؛ وَهُوَ مُحَالٌ فِى خَمْسَةِ اَوْجُهٍ. فَامْتَنَعَتِ الشُّرَكَاءُ، مَعَ اَنَّ الشُّرَكَاءَ الْمُمْتَنِعَةَ بِتِلْكَ الْوُجوُهِ لاَ اِشَارَةَ اِلٰى وُجوُدِهَا، وَلاَ اَمَارَةَ عَلٰى تَحَقُّقِهَا فِى شَىْءٍ مِنَ الْمَوْجُودَاتِ. فَقَدِ اسْتَفْسَرْناَ هَذِهِ الْمَسْأَلةَ فِى (الْمَوْقِفِ اْلاَوَّلِ مِنَ الرِسَالَةِ الثَّانِيةِ وَالثَّلاَثِينَ) مِنَ الذَّرَّاتِ اِلٰى السَّيَّارَاتِ وَفِى (الْمَوْقِفِ الثَّانِى) مِنَ السَّمٰوَاتِ اِلٰى التَّشَخُّصَاتِ الْوَجْهِيَّةِ فَاَعْطَتْ جَمِيعُهَا جَوَابَ رَدِّ الشّرْكِ بِاِرَاءَةِ سِكَّةِ التَّوْحِيدِ.

فَكَمَا لاَ شُرَكَاءَ لَهُ؛ كَذَلِكَ لاَ مُعِينَ وَلاَ وُزَرَاءَ لَهُ. وَمَا اْلاَسْبَابُ اِلاَّ حِجَابٌ رَقِيقٌ عَلٰى تَصَرُّفِ الْقُدْرَةِ اْلاَزَلِيَّةِ، لَيْسَ لَهَا تَأْثِيرٌ إِيجَادِيٌّ فِى نَفْسِ اْلاَمْرِ. اِذْ أَشْرَفُ اْلاَسْبَابِ وَ اَوْسَعُهَا اِخْتِيَاراً هُوَ اْلاِنْسَانُ؛ مَعَ اَنهُ لَيْسَ فِى يَدِهِ مِنْ اَظْهَرِ اَفْعَالِهِ اْلاِخْتِيَارِيَّةِ كَـ(اْلاَكْلِ وَالْكَلاَمِ وَالْفِكْرِ) مِنْ مِئَاتِ اَجْزاَءٍ اِلاَّ جُزْءٌ وَاحِدٌ مَشْكُوكٌ. فَاِذَا كَانَ السَّبَبُ اْلاَشْرَفُ وَاْلاَوْسَعُ اِختِيَاراً مَغْلُولَ اْلاَيدِى عَنِ التَّصَرُّفِ الْحَقِيقىِّ كَمَا تَرىٰ؛ فَكَيْفَ يُمْكِنُ اَنْ تَكُونَ الْبَهِيمَاتُ وَالْجَمَادَاتُ شَرِيكَةً فِى اْلاِيجَادِ وَالرُّبوبِيَّةِ لِخَالِقِ اْلاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتِ. فَكَمَا لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَكُونَ الظَّرْفُ الَّذِى وَضَعَ السُّلْطَانُ فِيهِ الْهَدِيَّةَ، اَوِ الْمَنْدِيلُ الَّذِى لَفَّ فِيهِ الْعَطِيَّةَ، اَوِ النَّفَرُ الَّذِى اَرْسَلَ عَلٰى يَدِهِ النِّعْمَةَ اِلَيْكَ، شُرَكَاءَ لِلسُّلْطَانِ فِى سَلْطَنَتِهِ؛ كَذَلِكَ لاَ يُمْكِنُ اَنْ يَكُونَ اْلاَسْباَبُ الْمُرْسَلَةُ عَلٰى اَيْديِهِمُ النّعَمُ اِلَيْنَا، وَالظُّرُوفُ الَّتِى هِىَ صَناَدِيقُ لِلنّعَمِ الْمُدَّخَّرَةِ لَنَا، وَاْلاَسْبَابُ الَّتِى الْتَفَّتْ عَلٰى عَطَايَا اِلٰهِيَّةٍ مُهْدَاةٍ اِلَيْناَ، شُرَكَاءَ اَعْوَاناً اَوْ وَسَائِطَ مُؤَثِّرَةً.

AÇIKLAMA

Eğer şerik bulunsa, sınırlı diğer bir kuvvet, hiçbir zorunluluk olmadan, hattâ zorunluluk bunun tam zıddı iken, o sonsuz ve sınırsız mükemmellikteki kudreti, sonsuz olduğu bir vakitte sınırlayıp ona son vermek lâzım gelir ki, bu, beş yönden muhaldir. İşte, şeriklerin olması böylece imkân dışıdırlar; ve kâinatın varlıklarından hiçbir şeyde, adı geçen sebeplerle olması asla mümkün olmayan ortakların varlığına dair bir işaret, yahut gerçekleşebileceğine dair bir belirti yoktur.

Bu mesele, Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfında zerrattan seyyârâta, İkinci Mevkıfta semâvattan teşahhusât-ı veçhiyeye kadar, hepsi de üzerlerindeki sikke-i tevhidi göstererek şirki reddeden mevcudatın cevaplarıyla izah edilmiştir.

Onun şeriki olmadığı gibi, yardımcısı ve veziri de yoktur. Sebepler ise, ezelî Kudretin tasarrufuna ince bir perdeden ibarettir, hakikatte icad açısından bir tesir sahibi değildir. Zira, sebepler içinde, en şerefli ve iradesi en geniş olan insan olduğu halde, yemek ve içmek ve düşünmek gibi irade dahilindeki en açık fiillerden onun elinde bulunan, ancak yüz parçadan bir şüpheli parçadır. En şerefli ve en geniş ihtiyar sahibi bir sebebin eli, böyle gördüğün gibi hakikî tasarruftan bağlanmış olursa, diğer hayvanlar ve canlılar, yerin ve göklerin Yaratıcısına icad ve rububiyette nasıl ortak olabilirler? Nasıl ki bir padişahın içine hediyesini koyduğu zarf yahut hediyesini sardığı mendil yahut hediyesini eline verip sana gönderdiği nefer o padişahın saltanatına ortak olamaz. Öyle de, elleriyle bize nimetlerin gönderildiği sebepler ve bizim için depolanmış nimetlerin sandukçalarından ibaret olan zarflar ve bize hediye gönderilmiş İlâhî ikramların sarıldığı sebepler, ortak veya yardımcı veya gerçek tesir sahibi birer vasıta olamazlar.

---

HAŞİYE : Otuz üç mertebesinden yedi mertebeyi zikredeceğiz. O mertebelerden mühim bir kısmı Yirminci Mektubun İkinci Makamında ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının âhirinde ve Üçüncü Mevkıfının evvelinde izah edilmiştir. Şu mertebelerin hakikatini anlamak isteyenler o iki Söze müracaat etsinler.