“Ekmek” mi, “hürriyet” mi?

Benim bu sıralar iyiden iyiye farkettiğim kadarıyla, Kürt sorunun etütünde şöyle bir algı hatamız var: Meseleyi zeminlendirirken efkâr-ı umumî “fakirliği” hareketin temel argümanı sanıyor. Yani sorunu sadece Doğu ve Güneydoğu’nun “fakirlik edebiyatı” olarak görüyor.

Hem sadece avam-ı nas böyle temellendirse iyi... Bir de bunu kelli felli adamlar, aydınlar(!) yapıyor. Hal böyle olunca yanlış bir zemin üzerine inşa edilmiş çözüm teorilerinin tamamı havada kalıyor ve kalmaya da mahkûm. Kanaatimce; bir sorunu halletmek, o sorunun nedenlerini sehivsiz/eksiksiz kabullenmekle yakından ilintilidir. Yaraların yeri ve türü doğru belirlenirse ancak ilaçlar tesir eder. Yoksa tüm devalar faydasızdır. İşte Kürt meselesinde de nedenler eksiksiz kabullenilmediği için bu sorun bir türlü çözülemiyor, ha bire büyüyor, genişliyor. Her hamle yaraya basılan tuz gibi oluyor.

Yanlış anlaşılmasın, sorunun “fakirlikle” ilintili kısmını reddediyor değilim. Elbette fakirliğin de hareketin ideolojik yönüne materyal çıkarmakta bir etkisi var. Fakat fakirlik, kesinlikle aykırı hareketlerin ilk hareket noktası değil. Öyle olsaydı, Ege köylerinde veyahut Karadeniz dağlarında fakirlik çeken insanlar da aynı isyanı edebilirler; ellerinde silahla dağa çıkabilirlerdi. Meselenin fakirlikten öte ve içeride başka sebepleri var. Bunları inkar etmek artık faydasız. (Hep öyleydi zaten.) Özellikle şimdiye kadar Kürt kimliğe ulus devlet yapısı tarafından sergilenen baskılar, sorunun başlamasında ve gelişmesinde büyük bir mehaz oldu. Hâlâ giderilmeyenler ise olmaya devam ediyor.

Fakat bu noktada kendi içimizde de bir özeleştiri yapmamızın zamanı geldi kanaatimce. Örneğin: Kendim meselenin içyüzünü istişare ettiğim çoğu Nur talebesi arkadaşımda da her nedense problemi bu yönde değerlendirmeye bir meyil gördüm. Çoğu, aynen dışımızdaki dünyada olduğu gibi sorunu “fakirlik” üzerinde tartışmayı veya savunmayı tercih ediyorlardı. Öyle tartışıyorlardı.

Mesela devletin yüzde yüz haklı olduğunu söyleyenler; “Her fakirlik çeken eline silah alsaydı...” cümlesiyle konuşmaya başlarken; karşı tarafta haklılık bulanlar da; “Kardeşim onların yaşadığı da hayat mı şimdi?” diyerek itiraza yelteniyorlardı. Kavga; “Sen daha az fakirsin. Ben daha çok fakirim” ekseninde arabesk bir edayla sürüp gidiyordu.

Bu mantıksız kavga bize hem zaman, hem de enerji kaybettiriyor. Hatta bunu bazı bazı dile getirdiğim ağabeylerim içinde; “Biz orada şu kadar öğrenciyi okuttuk. Bu kadar öğrenciye giysi dağıttık. Şu kadar insana aş ulaştırdık” tarzında konuşanlar vardı ki; onlar da yapılan hizmetlerin bu terörü hâlâ bitirmemiş olmasını “nankörlük” olarak algılıyorlardı. Hatta aktarıyorlardı.

Hayır arkadaşlar, hayır! Mesele öyle değil. O sorunun kaynağı da, kaynatanı da yalnız başına “fakirlik” değil. Sorunun en derininde ve derununda bir “hürriyet” kavgası var. Cemal Uşşak ağabeyin yakın zamanda dillendirdiği tarzda kimlik sıkıntıları, sorunları anlaşılamamış Kürtler var. Ve hepsinin özünde ve içerisindeyse Bediüzzaman’ı bilenler tarafından bile hakkıyla anlaşılamamış şu sözü var: “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!”

Evet, bu söz acaba bizim dünyamızda neyi yansıtıyor? Zaptiye Nazırı’nın huzurunda, verilen ikramlarla fikir değiştirmeyen, aksine mücadelesini bileyen Bediüzzaman’ın şu cümlesi neyi ifade ediyor?

Bence bu cümlede Bediüzzaman’ın bir fıtrat okuması var. İnsan adına, Anadolu halkı adına, belki yetiştiği coğrafyanın ahalisi adına haykırdığı bir şey var. O bu cümlede sadece kendi halet-i ruhiyesini ifade etmiyor; topyekün Anadolu insanının, belki Kürt halkının da halet-i fıtrıyesini beyan ediyor. Bizim “ekmek” üzerinde tartışarak kaybettiğimiz zamanlara bedel, insanları “yaşayamaz” hale getiren şeyin adresini veriyor: Hürriyet! Demek ki, bu sorunun çözümü de bu sırda saklı... Meseleyi hürriyet eksenli tartışmakta saklı.

Elbette bu hürriyet, kişisel haklar ve özgürlükler anlamında tartışılmalı. Fıtrat anlamında tartışılmalı... Yoksa bu “Ekmeğimizi yiyorlar, bir de dikleniyorlar!” psikolojisiyle hiçbir şey çözülecek değil. Bu dertlerin devası; Bediüzzaman’ın haykırışlarını yalnızca Bediüzzaman’ın haykırışları olarak değil; “zamanın haykırışları” olarak okumakta gizleniyor. İncelikli okumakta...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum