Ehl-i Şuhud Neyi Müşahede Eder ?

Müşâhede etmek, gözle görerek anlamak manasına matuftur. Biz avâmın itikad ettiği kalb'î olguları, ehl-i şuhud olan velîler gözleriyle müşâhede etmişlerdir. Bunun nasıl olabileceğini anlayabilmek için, önce 'görme' hakikatinin bilinmesi gerekmektedir.

"Sözler" adlı eserinde Bediüzzaman Hazretleri der ki: "Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder."(1)

Yani göz, görebilmek için bir alettir sadece. Bu sözüyle Bediüzzaman, bu alemi seyretmek için, illa ki göze ihtiyacın olmadığını anlatır. Mesela, rüya hadisesinde göze ihtiyaç olmadan görebiliyor ve nice alemleri seyeran edebiliyoruz. Evet, asıl gören ruhtur. Çünkü açık bir gerçektir ki, 'göz' bir et parçasıdır ve bizatihi görme işlevini yapacak bir gücü yoktur. Aynı şekilde bir ağacı kesen de balta değil, o baltayı kullanan güçtür. Balta olmadan, farklı bir aletle de o ağacı kesebiliriz.
 
Aynen bunun gibi, ruhun görmesi de sadece 'göz' ile sınırlı değildir.Tasavvufta, kafes ve kuş benzetmesi vardır. Derler ki: "Beden kafestir; ruh ise kuştur." Kuş, kafesten dışarıyı seyreder, ama gören kafes değildir. Kafesi büyütmekle kuşu geliştirmiş olmazsınız. Onun büyüme yolu daha başkadır.
 
Aynen öyle de insanın bedenen ve ruhen gelişimi ve güçlenmesi söz konusudur. Ancak yollar farklıdır. Mesela vücut gelişimi için sporcular aylarca, uzun uzun antrenmanlar yaparlar. Çünkü vücutlarının özelliklerinden daha fazla yararlanmak isterler. Evet, manevi alemde mesafe kat' eden maneviyat sultanları da, ruhun gelişimi için belirli egzersizleri ihlasla yaparak, ruhsal güçlerini geliştirmişlerdir. Yön ve cihet kavramları beden için söz konusudur. Eğer ruh bedene galib gelirse, bu kavramlar anlamlarını yitirirler. Nitekim Rasulullah (a.s.m) Efendimiz'in siyerinden biliyoruz ki, O (a.s.m) arkadan gelenleri de aynen önden gelenler gibi görürdü. Manevi çalışmaları yaparak Allah’ın rızası dairesinde, ihlasla amel eden evliyaullahın ulaştıkları bu mertebe hakkında, Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye’sinde şöyle buyurur: "Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri, sür’at-ı ruh mizânıyla cereyan eder."(2)

Yine üstad hazretleri Lem'alar isimli eserinde, bizlere, mana aleminde ilerlemenin anahtarı olarak şu tavsiyede bulunuyor: "Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden Lâ ilâhe illâllah kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir."(3)

Cenab-ı Hakk'ın esmasının tecellilerini, maneviyata açık gözleriyle ve kalbleriyle müşahede eden bu zevat-ı kiram, şahid oldukları sırları, 'esma aynaları'nda okuyarak şahidliklerini pekiştirmekte ve O'nun (c.c.) varlığını ve birliğini, varlıklar üzerindeki sanatını müşahede ederek, iman gözüyle, bu 'Rabbani mektublar'ı okumaktadırlar. Allah'ın (c.c) isimlerinin muhteşem yansımalarını, 'varlık aynaları'nda görerek, şuhudlarını yani 'imani görgülerini' her dem arttırmaktadırlar.
Gerçi bu tecellileri avam da müşahede edebilir ancak havas dediğimiz bu mübarek zatların müşahedesi ile onlarınki aynı olmayacaktır. Malumdur ki, bir ilimde derya olmuş bir alim ile sıradan bir insanın 'bakışları' aynı olsa da, gördükleri aynı olmaz.
 
Gürül gürül çağlayan akarsuyun karşısındaki bir insan, sadece coşkun suları görebilirken, bir mühendis o coşkun suyun arkasında gizlenmiş devasa barajlara ve bu barajlardan elde edilecek elektirklere nazar edebilir.
 
Tabiatın rengarenk, nefis manzarasını seyreden iki kişiden biri sadece renkleri ve desenleri görürken, mahir bir kimyager, otların ve çiçeklerin ardındaki şifalı ilaçları akıl gözüyle görebilir. Bir diğeri ise, o muhteşem manzara karşısında ilhama gelerek nice beyitler döktürür. Nitekim yüzyıllar önce Mevlana yazdığı Mesnevisinde mikroplardan haber veriyor. Demek ki, bizim gözlerimizle göremediğimiz nice hakikatleri, Mevlana 'göz ötesi gözüyle', yani kalbiyle ve ruhuyla görüyor ve şahid oluyordu. Mevlânâ’nın mikroplardan bahseden beyti şöyledir:
 
 "Zerhâ dîdem dehâ nîşân cümle bâz, / Ger begûyem horde, şân gerdad dirâz" (Ağızları hep açık zerreler gördüm. / Onların ne kadar küçük olduğunu söyleyecek olsam uzun gider.)
 
Derin manaları ve sırları müşahede eden velilerin, bu hallerini kimi zevat abartılı bulmakta, kimileri ise o mübareklerin sözleri karşısında hemen 'yalan' yaftasına yapışmaktadırlar.(4)
 
Bir mü'min için aslolan hüsn-ü zandır. Bu nedenle, her "müşahede ettim" diyene inanmak gerekmese de onları yalancılıkla itham etmek doğru değildir. Eğer 'müşahede ettim' diyen zat, Kur'an ve şeriat üzere yaşıyor ve inanıyorsa ve söyledikleri de Kur'an'a ve şeriata aykırı değilse, söylediklerini, söyleyen zatın kendi aleminde doğru kabul etmenin bir sakıncası olmasa gerektir.
 
Kaynakça:
(1) bk. Sözler, Altıncı Söz.
(2) bk. Mesnev-i Nuriye,Şemme.
(3) bk. Lem'alar, On Yedinci Lem'a On Dördünücü Nota.
(4) Bediüzzaman On Sekizinci Mektup'ta, ehl-i şuhudun, olması mümkün gözükmeyen müşahedeleri hakkında geniş izahat verir.İlgilenenleri on sekizinci mektubu okumaya davet ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum