Edep nedir? İslam’da edebin anlamı

Edep nedir? İslam’da edebin anlamı

DKM üniversite seminerinde bu hafta, “Edep” konusu işlendi.

Ömer Faruk Kaya’nın haberi
RİSALEHABER – Diyarbakır Kültür Merkezi tarafından hazırlanan Üniversite Seminerlerinde bu hafta, “Edep” konusunu, Ramazan Yılmaz sundu. “Edep Kavramı”, “İslam’da Edep” ve “Sosyal Hayatta Edep” alt başlıklarıyla gerçekleştirilen seminerden notlar şöyle:

Edeb Kavramı

Edeb sözcüğünün etimolojisi ve en eski manaları ile ilgili farklı görüşler vardır. Edeb kelimesinin“ziyafete davet” anlamındaki edb veya “zarif ve edepli olmak” manasındaki edeb masdarından geldiği ifade edilir. Edeb kelimesinin anlamı sözlüklerde “iyi tutum, incelik ve kibarlık, terbiyeli olmak” biçiminde geçer. Adab, edebin çoğuludur. Muhammed B. Tayyib el-Fâsî ise edebi “ona sahip olan kişiyi küçük düşürücü durum dan koruyan meleke” olarak tanımlar. Tehânevî bu tanımı edebin en güzel tarifi saymıştır.

Kur’an-ı Kerim’de edeb ya da bu kelimeden türetilmiş bir sözcük bulunmaz. Ancak dört ayette (Âl-i İmran 3/11; el-Enfal 8/52, 54; Gâfir 40/31) “adet, alışkanlıklar, eskilerin uygulamaları” anlamında deb, bir ayette de (Yûsuf 12/47) deeb kullanılmıştır.

Hadislerde hem edeb hem de çoğulu âdap ile aynı kökten fiil ve isimler kullanılmıştır. Resulullah (a. s. m)’ın Kur’an-ı Kerim için bir hadisi şerifinde “Gerçekten bu Kur’an Allah’ın sofrasıdır. O’nun sofrasından gücünüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın. (Dârimi, “Feza’ilül-Kur’an” 1. )”denilmesive bir başka hadisi şerifinde ise yine Kur’an için “Allah’ın edebi. (Dârimi “Faza’ilül-Kur’an” 1. ) Söz edilmesiyle dilbilimciler edebin ziyafet ve iyi alışkanlıklar anlamı arasında bir münasebet olduğunu belirtmişlerdir.

Edeb kavramının iffet, ahlak, takva, haya ve fıtrat gibi kavramlar ile bir bağı mevcuttur. Bunlara kısaca göz atacak olursak; Haya utanma hissidir. İnsan fıtraten iyiye, güzele taraftardır. Vicdan içinde hüsün bulunan ve doğru olan şeylere meyelan gösterir. Haya imandan bir şubedir. Haya insanın aşırı davranışlardan muhafaza olunup İslâm’ın hudutları dairesinde hareket etmesine vesile olur. Böylece insan haddi aşmaktan korunur ve edebini kaybetmemiş olur. Dinimizde hayanın önemini göstermesi bakımından Peygamber Efendimizin (sav) “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâmın ahlâkı da hayadır. (Malik, Hüsnü-l’Huluk 2, 2, 905”

Ahlâk insanın huylarını, davranışlarını ve yaşayış tarzını toplumun alışkanlık, töre ve adetlerini kapsayan bir anlam içerir. Yaradılış manasındaki hûlk kelimesinden geldiğinden fıtrat ile de yakın alâkadarlığı bulunur. Ahlâkın Kur’an, nübüvvet, kainat ve vicdan olmak üzere dört kaynağı vardır. Ahlâk sadece iyi huy ve davranışları içermez. Çünkü iyi ve kötü huylaraın tümüne ahlâk denir. İyi olan ahlâka ‘ahlâk-ı hamide, ahlâk-ı hasene’ kötü olanlarına da ‘ahlâk-ı zemime, ahlâk-ı seyyie’ gibi adlar verilmiştir. Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi kötü ahlâk için ‘ahlâk-ı rezile’ tabirini de kullanmıştır. Ahlâğın insanın tutum ve davranışlarını düzenlemesi yönü bizi edeb ile müşterek noktasına götürür.

Takva insanı günahlardan muhafaza eder. Bu zamanda bir fiil ile milyonlar günaha girilebilmektedir. Televizyon, internet, basın v.s. iyi kullanılmadığında cazibedar bir günah çöplüğüdür. Takva bu günahlara karşı bizim siperimizdir. Allah muhafaza bu siperden çıktığımızda akıntıya kapılıp gitme tehlikesi vardır. İşte takvanın bizi bu dehşetli hallerden muhafaza etmesi imanın kuvvet bulması vasıtasıyla olur. Günümüzde şiddetle günahların arttığı bu devirde takvanın amel-i salihten önce gelmesi ve bizi kötü hallerden koruması takvanın, edebte ne kadar mühim bir yer tuttuğunu gösterir.

İslâm’da Edeb

Edeb İslâmiyetin gelişi ile yükselmiş ve en mükemmel sûrete bürünmüştür. Nitekim hadis kitablarında edeb başlığı altında bölümler bulunması, İslâmla birlikte isimlerinde edeb geçen eserlerin verilip, bu konuların önem kazanması buna bir delildir.

Cenab-ı Allah’ın Rab, Hakim, Latif, Müzeyyin, Cemil gibi isimlerinin edebe bakan yüzleri vardır. İnsanı ahsen-i takvim suretinde yaratan Rabbimiz abdini güzel görmek ister. Kulun çirkin hallere girmesi Allah’ın esmalarına bir nevi isyan olması dolayısıyla hilaf-ı edeb olyor. Rabbimize karşı edebin çok geniş çerçeveleri bulunur. Mesela Rezzak olan Allah’ımızın bize verdiği nimetlere şükür Rabbimize bir çeşit edebtir. Yine o verilen nimeti adaba muvafık şekilde değerlendirmek ve kullanmakta edebtendir.

Resulûllah (a.s.m.)’ın Kur’an’dan sonra en büyük mucizesi, kendi zatıdır. Kişide öyle güzellik bulunsun ki, dost ve düşman onda ittifak etsin. Böyle bir güzellik âlidir. İşte Resûlullah (a.s.m.)’daki güzel ahlâkta ve diğer güzel hasletlerde dost ve düşmanları ittifak etmişlerdi. Buna Peygamberimiz (a. s. m)’ı müşriklerin yalanlayamamarı, müşriklerin Resûlullah (a.s.m) ile mücadele ettikleri dönemde bile emanetlerini Ona (a.s.m) teslim etmeleri gibi pek çok misal gösterilebilir.

Peygamberimiz (a.s.m)’ın edebi edeblerin en güzeli olan Kur’an edebiydi. O (a. s. m) yaşayan bir Kur’an’dı. Hz. Aişe validemize Resûlullah (a. s. m)’ın ahlâkı sorulduğunda o şu cevabı veriyordu; “Onun (a. s. m) ahlâkı Kur’an’dı.”(Tirmizi, Birr 69) Yine bir hadis-i şerifinde Resûlullah (a.s.m.) ‘Benim Allah tarfından gönderilmemin hikmeti, güzel ahlâkı tamamlamak ve insanlığı ahlâksızlıktan kurtarmaktır. (Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk 8. ) ’ buyuruyor.

Sahabeden Hz. Enes (ra) Peygamberimiz (a.s.m.)’ın edebini anlatırken, “Resûlullah (a. s. m)’a on yıl hizmet ettim bana bir kezolsun öf demedi.” Yaptığım bir şey için ‘bunu niçin yaptın?, yapmadığım bir şey için şunu yapsaydın ya. ’ demedi. Sahabeler Resûlullah (a.s.m.)’a büyük bir hürmet besliyorlardı. Onu (a.s.m.) sanki başlarında bir kuş varmış gibi dinliyorlardı. H.z. Ömer heybetli ve cevval birisi olmasına rağmen edebiden, hayasından Resullulah (a.s.m.) huzurunda yavaş konuşurdu.

Hz Osman (r. a) hayada sahabenin en önde geleniydi. Öyle ki, melekler dahi ondan utanırlardı. Hz. Aişe validemiz şöyle rivayet ediyor; ‘Resûlullah (a.s.m.) dizden aşağısı açık bir şekilde benim evimde istirahat ediyordu. Hz. Ebu Bekir geldi. Girmek için izin istedi. İzin verdiler. Hallerini değiştirmeden yattığı yerden Hz. Ebu Bekir’le sohbet ettiler. Sonra Hz. Ömer geldi. Girmek için izin istedi. İzn verdiler. Yine öylece yattığı yerden dizlerinin altı açık vaziyette sohbet ettiler. Daha sonra Hz. Osman gelip izin istedi. Resûlullah (a.s.m.) hemen toplanıp oturdu. Elbisesini üzerine aldı.

Allah’ın esmasının en azam derecesine muhatap olan Peygamberimiz (a.s.m.)’ın kemâli diğer insanlardan ne derece yüksek ise davranışlarındaki mükemmelik, harikalıkta o derece yüksek ve parlak idi. Böyle bir Zat (a.s.m.) işte bütün insanlığa kıyamete kadar örnekti. Onun (a.s.m.) örnek davranışlarına, edebine Sünnet-i seniyye diyoruz.

Sünnet-i seniyye, İslâm’da edeb denilince hiç şühesiz akıllara ilk gelenlerdendir. Sünnet-i seniyye bütünüyle edebtir. Edebin yeryüzünde en güzel uygulanmış halidir. Sünnet-i seniye öyle bir edebtir ki, bir tanesi dahi işleyene bu zamanda yüz şehit sevabını kazandırabilir. Sünnet-i seniyyenin bütünüyle edeb olduğunu Bediüzzaman hazretleri şu veciz ifadeyle dile getirmiştir; ‘Sünnet-i seniyeni hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın. ’ Yine başka bir yerde Üstadımız Bediüzzaman “Sünnet-i seniyedeki edeb, O Sâni-i Zülcelalin esmalarının hudutları içinde bir mahzı edeb vaziyetini takınmaktır.”diyerek Sünnet-i seniyenin edebin ta kendisi olduğunu ifade etteğini söyleybiliriz.

Nur talebeleri ahlâk-ı Ahmediye (a. s. m) ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberiyi ihya ile vazifelidirler. Üstadımız hazretleri haya ve edebte çok ileri olmuştur. Harama bakmamak ve kimsenin de kendisine nazar etmemesi için şemsiye kullanması, dışarıda hızlı yürümesi, Ömer Paşa’nın hanesinde iki sene kalmış olduğu haldeÖmer Paşa’nın altı adet kızlarını birbirinden tefrik edememesi ve nedeneni ‘ilmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor. ’ Demesi İstanbul’da kayığa bindikten sonra yol kenarlarındaki açık saçıklara bakmaması ve yanındakilerin bu duruma hayreti üzerine ‘luzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, tessüfler olmasından istemiyorum. ’ demesi Üstadımızdaki edebi gösteren numunelerdir.

haber1.jpg

Sosyal Hayatta Edeb

Toplumları ayakta tutan maddi ve manevi unsurlar vadır. Eğer bir toplum maddi unsurlar üzerinde ayakaduruyorsa Edeb, haya, iffet, ahlâk gibi güzel hasletlere sahip toplumlarda huzur, refah, medeniyet gelişir. Toplumda insanlar birbirlerine itimat ederler. Gıybet, dedikodu, yalan, iftira ictimai hayatı adeta zehirleyen edebsizliklerdir. Bunlar toplumun huzurunu, dengesini bozmaktadır.

Günümüzde edebe olan ihtiyaç artmıştır. Çünkü hayır-şer, günah-sevab arasındaki mesafe daralmış birarada bulunur olmuşlardır. Risale-i Nur’da bı meyanda şöye denilmektedir;

“Asr-ı Saadette hayat-ı içtimaiye-i insâniyenin çarşısında, kizb ve şer ve küfür gibi maddeler, şekavet-i ebediye gibi neticeleri ve Müseylime-i Kezzâb gibi süflî maskaraları tevlid ettiğinden, secaya-yı âliye ve hubb-u maâlîye meftun olan sahabelerin zehr-i katilden kaçar gibi ondan kaçmaları ve nefret etmeleri bedihîdir. Ve saadet-i ebediye gibi netice veren ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gibi nuranî meyveler gösteren sıdk ve hakka ve imânâ en nâfi' bir tiryak, en kıymetdar bir elmas gibi, o fıtratları sâfiye ve seciyeleri sâmiye olan sahabeler, bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve letâifleriyle, onlara müşteri ve müştak olması zarurîdir. Halbuki o zamandan sonra, git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesâfe azala azala, omuz-omuza geldi. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, ahlâk-ı içtimaiye bozuldu”

Asrımızın ahirzaman olması, iletişin olanaklarının hayır aleyhine ağırlıklı kullanılmaları âvâmın güzel hasletlerini öldürmektedir. Müflis medeniyetin biz yerine ben demesi, haram helal demeden daha çok kazanca sevk etmesi, ahlâk-ı rezile empoze etmesi yüzyılımızın acılarının temelini oluşturmaktadır. Özellikle yazılı ve görsel medya ahlâkı ortadan kaldırmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuya şöyle dikkat çekiyor;

“Ey gazeteciler! Edibler edebli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten, bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki siz, iki kıyas-ı fâsidle, yâni: Taşrayı İstanbul'a ve İstanbul'u Avrupa'ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz; ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira elifba okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez! Ve erkeğe, tiyatrocu karı libası yakışmaz! Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz! Akvamın ihtilâfı; mekânların ve aktârın tehalüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek, Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz! Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-yı hâli düşünmemekten çıkar. Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, 5. Cinayet

”Medeniyet kadınları güya hürriyet adı altında ahlâksızlaştırmakta, edebsizleştirmektedir. Aynı medeniyet gençleri anaşi ve bozgunculuğa yönlendirmektedir. Bir şey fıtratına ne kadar uygun vaziyet takınırsa o nispette güzelleşmekte, güzelliği parlamaktadır. Medeniyet-i hazıra kadını fıtri duygularından ayırmakta karşılığında onlara huzursuzluk ve kedine köleliği vermektedir. Risale-i Nur’da bununla ilgili “Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer'-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” İfadeleri yer almaktadır.

Edeb kişinin süsü, ziynetidir. Edebe sahip olan insanın toplum içindeki albenisi yüksek olur. Yani ferdin kabul edilirliği artar. Ömer Nasuhi Bilmen “Edebten mahrum bir insan, bir cemiyet için muzır mikroptan daha tehlikeli mahluktur.”der. İnsan öfkelendiğinde edebi imtihan olur. Kendini tutabilirse edebini korur. Zarardan kurtulur.

Davranıştaki güzellik ve edebe uygunluk yerden yere, kişiden kişiye değişir. Bir amirin makamındaki ciddiyeti, evdeki şefkati, cömertliği edebe münasipken, makamında şefkati, cömertliği evde ciddiyeti edebe muhalif düşer.

Dinimiz çocuk terbiyesine önem vermiştir. Çocuklara terbiyenin verilmesinde şefkat büyük yer tutar. Küçük yaşta İslâm terbiyesi almayan çocuğun ileri yaşlarda bu terbiyeyi alması müşkülleşir. İslâm hakikatlerine gayri müslim çocuğu gibi yabani düşer. Gençlik hâliyle ailesine efradına, vatana millete zaralı vaziyet alabilir.

Kişinin imanı ziyadeleştikçe edebinin de arttığı görülür. Büyük alimler ve evliyalar edeb hususunda hassas olmuşlardır. İlim öğretirken edebe geniş yer vermişlerdir. H.z. Ömer (ra)’ın “edeb ilimden önce gelir.” Sözünü kendilerine rehber ittihâz etmişlerdir. Bu sözü dustur edinen tarikatler, medreseler edebi ilmin kapısı olarak görmüşlerdir. İlim ehlinin;

İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb

İlim geride kaldı ille edeb ille edeb; gibi edeb üzerine beyitleri çoktur.

Nur talebeleri davranış ve hareketlerinde takvaya, hayaya, ahlâka ve edebe riayet etmişlerdir. Nur’a talebe olmaya gayret sarf eden gençler olarak bizim her hâlimiz, sokakta yürüyüşümüz, konuşmamız, oturuş-kalkışımız, ilşkilerimiz İslâm edebine uygunluğu nispetinde kıymetlidir ve Nur talebelerinin meseleği sahabe mesleğidir. Mesleğimizde Sünnet-i seniye önemlidir.

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüda’dan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan

Kaynak: RisaleHaber.com

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.