Düşe kalka

“İnsanlar helak olur” diyordu korkutucu ve tok bir ses. Pek de parlak olmayan dünyam karardı. Ben de helak olur muyum? Helak olmak istemiyorum. Kendimi kurtarmalıyım. Bunun için çok çabalamam gerek. Zemin kaygan ve çok sarp. Önümde buzdan merdivenler var. Tırmanıyorum. Kayıp düşmeyeyim diye itina gösteriyorum. Arada bir ayaklarım kayıyor. Boşlukta kalıyorum. Ellerimle tutunuyorum. Ramak kala düşüp helak olmaktan kurtuluyorum. İçim titriyor.

Sonra, “Ancak bilenler kurtulur” diye bir ses daha yankılanıyor kulaklarımda. Kendimi yokluyorum. Bilenlerden miydim? Ne biliyorum ki? Yoksa ne bildiğini bile bilmeyenlerden miyim? Dehşet alıyorum. Dimağım bomboş, bilgi noksanı ve kapkaranlık. “Bu kadar da karanlıklarda değilim herhalde” diyorum. Az çok Allah’ı, iyiyi kötüyü, haramı helali, firen yapmayı, gaza basmayı biliyorum. Bu kadarı yeterli mi? Yetip yetmeyeceğini bilemiyorum. Aklım darda, beynim büyük bir boşluğa düşüyor. Hani man kafa derler ya işte öyle bir şey. Tırmanmaya devam ediyorum. Merdivenin basamakları arkamdan eriyorlar. Fena bulup gidiyorlar. Dönüşü, arkası, izi, işareti olmayan bir yoldayım. Mütemadiyen yükselmek zorundayım. Çünkü bu yolun geri dönüşü yok. Ya düşeceksin ya çıkacaksın.

“Bilenler de helak olur” sesini işitince korkunç bir deprem oldu içimde. Bildiklerim de zihnimden eriyen buz damlacıkları gibi akıp gidiyor. Yarasalar etrafımda dönüyorlar. Yaban arıları beni zehirlemeye çalışıyorlar. Kanımı emmek isteyen sivrisineklerin saldırısına uğruyorum. Tenimden çok kalbim acıyor. Bütün yaraları o alıyor, acıları o çekiyor. “Ne olursa olsun ilerlemeliyim” diyorum. Beni yolumdan alıkoymak isteyenlere aldırış etmiyorum. Tırmanıyorum. Sağımda solumda güzel meyveli fakat dikenli ağaçlar sarkıtılmış. O kadar cazibedar ki, dayanamıyorum. Ellerimi uzatıyorum. Dikenleri ellerimi parçalıyorlar. Hiçbir şey alamıyorum. Acılara, ızdıraplara gark oluyorum. Cesedime temas eden her bir şey, ruhuma ve kalbime kirini, elemini bırakıp gidiyor.

“Ancak bildiğini yaşayanlar kurtulur” müjdesini işitiyorum. Biraz ferahlar gibi oluyorum. Hayatıma bakıyorum. Birkaç iyi halimden başka elimde hiçbir şey yok. Müjde, acıya tebdil ediyor, içime korku salıyor, ümitsizliği alıp başıma çalıyor. Kalbim dağdağalarla boğuşuyor. Günahlarım büyüyor. Büyük bir dağ kadar oluyor. İyiliklerimin önünü kapıyorlar, görünmez yapıyorlar, belki de iyiliklerimi tutuşturmuş yakıyorlar. Ayaklarımın altından basamaklar eriyip buharlaşıyor. Mazimin yok oluşuna seyirci kalıyorum. Ruhum ve kalbim, yok olmayı kabullenemiyor, bütün ruh-ı canımla canhıraşane varlığa, bekaya doğru tırmanmaya çalışıyorum. Lakin beka bahçelerini aydınlatan nurum sönüyor. Ezvakım ızdıraba dönüşüyor. Başım eğik, tutunacak yer yok. Yolculuk zahmetli, basamaklar kaygan, aşağısı karanlık.

“Bildiklerini yaşayanlar da helak olur” nidası perişaniyetimi artırıyor. Kurtulurum ümidiyle merdivenleri tırmanmağa devam ediyorum. Arınayım, menzil-i maksuda varayım, aydınlığa kavuşayım istiyorum. Onca ızdıraba rağmen nefsimin aldığı menhus zevkler beni anafor gibi çekiyor, tüm cazibedarlığı ile yutuyor, kendimi elinden alıp kurtaramıyorum. Kanatlı haşerat üzerime üşüşüyor, beni ısırıyorlar, düşürmeğe çalışıyorlar. Aşağısı uçurum, dipsiz bir çukur, bakamıyorum, başım dönüyor, yükseklik korkusu bedenimi kuşatıyor, içime işliyor. Eski yaralarım hâlâ kapanmış, kanım dinmiş değil.

“Ancak ihlâslı olanlar kurtulur” sesi yankılanıyor. Biraz teselli buluyorum. Aslında ihlâsın da tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Bu konuda aklımda az da olsa bilgi kırıntıları var. Kalbim ve ruhum da iyi bir şeyler hissediyor. Asrın mütefekkirinden ihlâsın “En mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet” olduğunu öğreniyorum. Sarsılıyorum. Bu konudaki aczim ve fakrım, kusuratım sonsuz ziyadeleşiyor. Rıza-yı ilahiden uzak yaptığım amallerim, faziletfüruşluklarım, tenkidat ve gıybetlerim utandırıyor, ağırlık yapıyor, aşağıya doğru çekiştiriyor beni.Birkaç cüz’î amelim yardım ediyor. Ağlıyorum, niyaz ediyorum, biraz naza çekiyorum kendimi, bunlar kurtarıyor onların ellerinden. Biraz daha yükseliyorum. En tepedeydim. Tırmanışım sona eriyor. Ne elimde, ne de ayağımda tutunacak hiçbir basamak kalmıyor, hepsi de eriyip gitmişler. Gökyüzünde bir bulutun üzerinde muallâkta gibiyim. İçimi dehşet verici bir korku sarıyor. İnişi yok. Ya düşüş ya kurtuluş.

Bulut yerinde durmuyor, seyahat ediyor. Yüksekçe bir kulenin başına takılıyorum. Kaynar kazanın içinde gibiyim. Etrafımı buharlar ve dumanlar sarıyor. Kan ter içindeyim. Hiçbir şey göremiyorum. Düşmediğime göre sahipsiz değilim. Bana merdiven uzatıp beni buralara çıkartan Sahibimin varlığını içimde, dışımda, her yerimde hissediyorum. O bana büyük bir kuvvet veriyor, inanılmaz bir dayanak oluyor. Düşmanlarım çoğalıyor. Dev gibi büyüyorlar. Saldırıları artıyor. Takatimi ve sabır sınırlarımı zorluyorlar. Bana hoş ve suret-i haktan görünmeye çalışıyorlar. Aldatıcı şeylerle kalp, ruh ve duygularımı okşuyorlar. Beni saflarına çekmek için kırk takla atıyorlar. Bal börek satıyorlar. Azıcık meyleder, aldanır gibi oldum.

“İhlaslı olanlar da her an onu kaybedebilir” sadası kulak zarlarıma büyük bir darbe indirdi. Ben yükseldikçe büyüyen, kartallara, şahinlere, akbabalara dönüşen tepemdeki kanatlılar da etrafımda uçuşurken kuleyi bir o yana bir bu yana sallıyor. Bazen gagalarıyla elbisemi yırtıyorlar, gözümü kör, kulağımı sağır etmek için uğraşıyorlar. Kendimi korumaya çalışıyorum. Akbabaların gagaları tv reklamlarına ve dizilerine dönüşüyor. Masumane maskelerinin altından bıçak gibi kalbime saplanan işkence aletleri çıkıyor. İstemeden gözüme ilişen şeyler kalbimi karalıyor. Dostumun bulutların arasından uzatarak imdadıma koşturduğu kule ortadan kırılıyor. Korkunç bir düşüş içindeyim. Feryad ediyorum. Ne bir işiten, ne de bir el uzatan var. Kulenin dibindeki çok derin bir çukura çakılıp kalıyorum. Her tarafım yara bere içinde. Kemiklerim kırık. Izdırabım büyük. Şimdi çok yalnızım. Tutunacak ne bir dal, ne de bir el var. Çamura bulanmış bir haldeyim. Ayna tutsalar bakmaya korkarım.

Bir ümit kendimi toparlamaya çalışıyorum. Başka gidecek yerim yok. Aynı yolun yolcusuyum. Bu acı tecrübeyi yaşamış olsam bile yine ayağa kalkmalıyım, yine denemeliyim, yeni baştan başlamalıyım. Çukurun yan duvarlarına basamak kazıyorum. Ben tırmandıkça ağırlığımdan basamaklar düzleşiyor, toprağı aşağı doğru kayıyor. Bin bir güçlükle kulenin dibine çıkıyorum. Çeşmenin başına varıyorum. Pişmanlık suyuyla baştan aşağıya yıkanıyorum. Takva elbisesini giyiyorum. Ya Allah ya Bismillah deyip yeniden bildiklerime, yaşadıklarıma ayar verip ihlâsın o Dosta yükselten kulesine doğru yol alıyorum. Defalarca yarı yollardan düşecek gibi oluyorum. Aczim ve fakrımla Dostun sonsuz kuvvetine, makbul şefaatine dayanarak safi bir ubudiyetle kendimi küçültmeye çalışıyorum. Küçüldükçe adeta hiç oluyorum. Hiç oldukça büyüyorum. Hiç büyük bir kapı oluveriyor, Dosta açılan.

O'nu bulan her şeyi bulur. O’nu kaybeden her şeyi kaybeder.  

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.