Dünyada ve Bizde Romancı Siyaset ve Devlet İlişkileri

Dünyada ve Bizde Romancı Siyaset ve Devlet İlişkileri

Himmet UÇ'un yazısı...

 

Romancı  sanat denilen bütün  toplumsal kurumlar yanında kendi kendine yaşama hakkı elde etmiş bir   bağımsız kulenin sakini midir? Yoksa  içinde yaşadığı toplumun değerlerini nazarı itibara alan bir uyumlu insan mıdır? Yoksa toplum ne derse desin sanat  denetlenemez ve kendi kurallarını üreten bir olgudur  diye düşünen bir farklı varlık mıdır? Sanatçı devletin  kurallar bütünü içinde uslu uslu oturan ve doğruları devlet ile parelellik arzeden orta zaman devletlerinin yönetim masasını paylaşan bir evet efendimci midir? Yoksa devlet işine baksın biz de işimize bakalım, diyen bağımsız ve aykırı ruhlu bir yaratık mıdır? Yoksa yerellikten mahallilikten milliliğe doğru giderken yapılması gerekeni  düşünüp  yeni statüler için koyun gelen yerden kaz esirgemeyen  bir  gelecek kaygusunun tavizkar adamı mıdır? Yoksa dünyayı bir köy hükmüne getiren sanat ve edebiyatın uluşlar arası piyasa mantığına uymayı bir zorunluluk gören bu yüzden mahalli ve milli özelliklerini   görmezden gelen  bir  statü avcısı mıdır?

Yoksa düşüncenin onur ve haysiyeti için her türlü masa ve mutfak endişelerinden uzak ilke adamı mı dır.? Cinsellik ve  tensellik arzeden durumları ifşa etmekten irkilmeyen bir  tasvir ustası mıdır? Dünyadaki romancı örneklerine bakarsanız, bütün romancılar bu tasnifin içine girerler.

Tarihi  akışı içinde  bizde ve batıdaki romancıları  yukarıda muhitini belirlediğimiz bu grupların  içine dahil edebiliriz. 

Batıda ve bizde devlet her zaman kendi ahlaki , hukuki kuralları içinde romancıyı denetlemiştir, ama bu denetleme zaman içinde  devlet ve sanat anlayışındaki değişmelere , esnemelere göre  biçimlenmiştir, açı ya çok dar tutulmuş romancı içinde nefes alamamış, veya çok geniş tutulmuş, bu sefer devlet  seyirci durumunda kalmıştır.
 
Abbe Prevost Fransız edebiyatında  romantizmin hazırlayıcıları  ve ilk romantikler arasındadır. Manon Lesco  onun klasik bir   aşk romanıdır. Mehmet Celal’in Dilşikar romanında Ahmet Bedii’nin eşi  Dilşikar  bu ve benzeri romanları okuyarak eşine ihanet eder. Recaizade’in ünlü kahramanı Bihrüz de bu romanı  okumuştur. Namık Kemal’in Mehpeyker’i ile Ali Bey  arasındaki  aşk da bu ikili arasındaki aşka benzer. Eseri Nuri
Şeyda   Bey tercüme etmiştir.

Manon Lescout romanı , şövalye Des Grieux ile Manon Lescout’un hikayesidir, bu başlıkla 1731 ‘den önce Hollanda’da daha sonra Fransa’da neşredilmiştir. Kitap Fransa’da yasaklanmış ve yakılmıştır,  yazar onu Hollanda’da yayınlamıştır. Fransa’da yıllar sonra 1791’de yayınlanır. Roman gelenek dışı bir kadına tutulan bir erkeğin düşüşünü anlatır. Saf , kurnaz ve hercai olan bu kadın  sonuna kadar ahlak kurallarına karşı çıkar.

Edebiyat çevreleri ve yönetim  tarafından eleştirilen bir roman da Tom Jones’dir. 1749 da yayınlanır yayınlanmaz  tepki ile karşılandı. Çağın birçok önemli kişisi kitabın ahlaksızlığı üzerinde durdu. On Sekizinci Yüzyılın bir  edebiyat diktatörü bilinen Samuel johsan romancının roman başkişisini aklın alamayacağı  kadar sevimli yapıp , okuyucuyu onun kusurlarını göremeyecek hale getiren  roman yazarına çattı. Samuel Richardson bir yandan kitabı okumaya göze alamayacağını söylerken , bir yandan da kitabı okuduğunu açığa vuran  bir biçimde  kıyasıya yerdi. Bu romana karşı öyle saldırılara geçildi ki  İngiltere’de  o sırada iki yer sarsıntısı olunca  Ton Jones bu depremlerden sorumlu tutuldu.Tanrı’nın bu ahlaksız romanları okuyanları cezalandırdığını , kitabın o sırada Fransızca’ya çevrilmesi yasaklandığı için , Fransa’da deprem olmadığını ileri sürenler çıktı. Bu saldırılar yüzünden çağdaşları kitabın yazarını ahlak düzeyi pek yüksek olmayan bir insan olarak yazdılar.

Rus yazarı Soljenitsin de dönemin Sovyet idaresice büyük baskılar altında tutulmuş, onurlu bir romancıdır. Kruşçev’in  1964 ‘de iktidardan düşmesinden  sonra gitgide sertleşen eleştiriler ve baskılara karşı  karşıya kaldı. 1963 ‘de yayınlanan hikaye kitabından sonra  eserlerinin SSBC ‘de basılmasına izin verilmedi, eserleri gizlice basılıp dağıtıldı. Romancı Kazakistan’a sürgün edilmiş ve oradaki sürgün yıllarını Kanser Koğuşu adı altında yayınlamıştır. 1970 de Nobel ödülü alan yazar bir daha Rusya’ya alınmayacağından çekinerek Stockhold’deki  ödül törenine katılmadı. Büyük eseri  Gulag Takımadaları  yayınlanır yayınlanmaz Sovyet  basınının saldırısıyla  karşılaşan romancı , Batı’nın gösterdiği büyük ilgiye rağmen tutuklandı, 12 Şubat 1974 de vatana ihanetle suçlandı, ertesi yıl  Sovyet vatandaşlığından çıkarılarak ülke dışına sürüldü.

Bir garip romancı da D H Lawrence’dir. Onun Gökkuşağı isimli romanı İngiltere’de Ekim 1915’de yayınlandı. Sansür hemen harekete geçti. Kitap müstehcenlikle suçlandı ve yasaklandı. 1857 yılından kalan bir yasaya dayanarak her nüshası toplatılıp yakıldı. Büyük Biritanya’nın namusunu korumakla yükümlü Ulusal İffet Derneği de  basın  da Lawrence ‘e karşı  savaş  açtı .  Romancının bir insanlar dünyasını değil , canavarca bir hayvansılığın  egemen olduğu bir dünyayı çizdiğini ileri sürdüler. Bir gazete romanın ulusal sağlık açısından bulaşıcı hastalıklardan daha zararlı olduğunu öne sürdü. Kitabı yayınlayan yayınevi yöneticisi  kitabı dikkatle okumadan  bastıklarına pişman olduklarını , okuyucularından özür dilediğini söyledi. Rainbow on bir yıl süren yasaklamadan sonra ancak 1926 da yayınlanabildi.

Aynı yazarın Leyd ‘i Chatterley’in Aşığı romanı da benzer olayları yaşar. Gökkuşağının başına gelenler yüzünden onun basımını kimse göze alamadı. Kitabın bin nüshası Floransa’da özel olarak basıldı. Elindeki kitaplar her an toplanabileceği için onları sıkı sıkı sarmalayıp gizlice postalıyordu. Elinde kalan nüshaları dostlarının evlerinin  gizli köşelerinde saklamalarını rica ediyordu. Eser  nadir takdir yazısı ile karşılandı.

Leyd’i Chaterley’in Aşığı romanı sansüre romancının kullandığı bazı kelimelerden dolayı idi. Aynı nedenden ötürü  James Joyce’un  başıda  Ulysses’e  uygulanan sansür , Leyd Chatterley’in Aşığı ‘nın yasaklanması gibi  otuz iki yıl değil , ancak on bir yıl sürdü. Joyce  Irlanda halkı öyle konuşuyor diye bu sözcükleri kullandığını belirtti. Lawrence ise onun gibi konuşmaz , kullandığı kelimeleri savunur.

1959’da  New York’ta  Grove  yayınevinin  bastığı kitap  yasaklandı. Bir yıl sonra da kitabı basan Penguin yayınevine karşı da  müstehcenlik davası açıldı. Bu ünlü dava eserin aklanması ile sonuçlandı. 1960 yılında başlayan ve haftalarca süren  bu davada  olanlar ayrıntıları ile bilinir. Çünkü olup bitenler yayınlanmıştır.  E   M  Forster eserin edebi değerini savunur. Eser papazlara varan bir boyutta savunulur. Otuz iki yıl yasağı devam eden kitap birden best seller sırasına girer ve bir milyon satar. Vırgınıa Woolf’un  Orlando  romanında roman kahramanı cinsiyet  değiştirmesine rağmen bir takibe uğramaz.

Thomas Mann da  Hitler’in yanında yer almadığı için gadre uğramış bir romancıdır. Almanya ‘da 14 Eylül 1930 ‘da  Nasyonal Sosyalistler’in tehdid edici  bir ölçüde  oy artışı  elde ettiği erken seçime gidişe neden olur.  17 Ekim 1930 ‘da  Berlin Betthoven  Salonunda  yaptığı Akla Çağrı  adlı konuşması onun en önemli konuşmasıdır. Bununla faşist fanatizme karşı çıkar. Biyografik hikayelerinde yönetici sınıfı büyücüye benzetir, ama etkileyici güç terörün  aptallaştırıcı gücüdür. Konuşmasında faşizmin psikolojisini eleştirir.Konuşması tam anlamıyla bittiğinde  Thomas  Mann  arkadaşı Bruno Walter’in yardımı ile  tören salonunu arka kapısından terk etmek zorunda kalır. Hemen yanda yer alan Berlin  Filarmoni  binasının  karanlık salonundan  geçerek gizli bir çıkışa ulaşırlar. Burada arkadaşının arabası ile daha güvenli  bir yere gider.

Münih’teki evine isimsiz telefonlar ve eğer ulusal ayaklanmaya karşı  gelmeye devam ederse  öldürüleceği  tehdidlerini içeren  mektuplar alır, 1932 yılında  Nidden ‘deki yeni yazlık evine  bir paket postalanır. Paketin içinde  yakılarak kömürleşmiş halde  Buddenbrook Ailesi romanı  vardır, oluşum içindeki Nazi felaketi  ile ilgili korkularını  alenen  ifade ettiği için  sahibi tarafından cezalandırılmak amaciyle gönderilmişti. Mann Nazi baskılarının artması üzerine mücadelesine devam ederse de , hayatı tehlikede olduğu için ülkesini 1933 de terk eder.

Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki bir kasabasında  Almanya’dan  kaçanlar ilk defa  büyük bir grup halinde  bir araya gelir, daha sonra Los Angeles  ve çevresinde olduğu gibi birçok büyük yazarla karşılaşır. Paul Valery ile bir araya gelinip  bizi Almanya’dan  kovalayan  Batı estetizminin anlayışsızlığı  incelenir. Nazilerin zekayı  bu ölçüde küçümsemelerini  Valery çekici buluyordu. Mann Zürih gölü kıyısında bir kasabaya yerleşir.

Günlüğünün 1933 ve 34  yıllarını kapsayan  sayfalarına  Thomas Mann  Almanya Acısı  demiştir. Günlüğünde , mektuplarında  bu dönemle ilgili  notlar ,yaptığı açıklamalar , bildiriler ve konferanslar,durumu kavradıkça  acısının daha derinleştiğini  gösteriyor.Hitler sermayenin asıl temsilcisi diye,. “ Thomas Mann Temmuz  1933 de not düşer ve bir yıl sonra “Nasyonal Sosyalizm bir dünya görüşü, saçma. O Sosyalizmin  tehdid ettiği  ekonomi v e toplum  düzenini sağlamada  kullanılan bir araçtır.” Der.Onurlu bir yazardır, mücadele eder, sanatı, hürriyeti , sanatçının bağımsızlığını, ülkelerin zindan olmamasını  , bağnazlığı , her düşüncenin karanlığa dönüşen fanatizminin olmamasını savunur.  Freud , Thomas Mann ‘ın altmış yaş gününü  fırsat bilip konuşmasında  bir arzusunu dile getiriyordu. “ Siz kafaların karıştığı  dönemlerde  ve koşullarda  bile doğru yolu bulup  diğerlerine de örnek olacaksınız”

Alman hükümeti onun sürgündeki açıklamalarından büyük rahatsızlık duyar onun vatandaşlıktan çıkarılmasını vurgular ve mallarına el koyar. Cekoslovakya’nın teklifi üzerine onların vatandaşlığını kabul eder.  Daha sonra kendisine verilen Dr phil h c ünvanının  Bonn Üniversitesi  Edebiyat Fakültesi dekanı  Karl Justos  Ibenauer  tarafından geri alınmasını doğal karşılar. Dünyada gadre uğrayan ve haysiyetini ezdirmeyen bir sanatcı ve romancı olarak anılır Thomas Mann,

Tolstoy’un diriliş romanında prens bir köylü kızı iğfal eder, daha sonra bir mahkeme jürisinde, suçlunun iğfal ettiği kız olduğunu anlayınca , kendini suçlar ve onu kurtarmaya çalışır. O günü Rus adaleti böyle bir iğfali geleneksel açıdan sorgulamaz, ama romancı kurgusu içinde kurduğu vicdan   mahkemesi ile meseleyi yargılamaya çalışır.

Bizde takibe uğrayan romancılardan biri Selahattin Enis’tir. Aşırı natüralist tutumu nedeniyle Meşrutiyet ve Mütareke’de  birtakım tepkilerle karşılaşmış, hatta bir keresinde  Fağfur dergisinde yayınlanan  Cingeneler adlı  hikayesinden dolayı eserin gayr-i ahlaki olduğu  gerekçesiyle  mahkemeye verilmiş ve sonra beraat etmiştir. Enis kendisine karşı takınılan tavra karşı umursamaz bir tavır sergilemiş  ve iddialarından vazgeçmemiştir. Nevsal-i Milli’de  resminin altında  kendi el yazısıyla  yayımlanan  bir cümlesinde “ Bulundukları devrin bütün telakkiyat ve teamülatını  deviren  bir binnetice  maruz olacakları  hücumlara istihfaf   ile mukabele edenler  en büyük adamlardır”

Halit Ziya’nın İzmir’de yazdığı Sefile  isimli roman denemesi de  sansüre takılır. Kendisi anlatır. Bir mektubunda Recaizade Ekrem  bana  “ Niçin Sefile’yi kitap halinde bastır mıyorsun?  Onu bana gönder Encümen-i Teftiş  ve   Muayene’den  izim alalım  “ demişti. Bu teklif üzerine hemen esasen bir gazetede basılı  olarak çıkmış olması  Encümen azasını  izin vermeye imale eder fikriyle gazeteden tefrikaları  keserek  gönderdim. Uzun bir bekleme devresinden sonra  bir gün postadan  üstadın kısa  her zamanki ihtiyat eseri olarak  bir mektubu ile  paçavra halinde  tefrikalar geldi.  Basılmasına izin verilmemişti. Eserin baştan başa güttüğü fikir  bir ahlak dersi iken , onu  okuyanlarda  kalacak tesir bir gafletten  nasıl tehlikeli facialar  doğabileceğinin  bir  levhasına karşı duyulacak çekinme  ve ürkme duygusundan ibaret iken sansürün riyakar azası politika icabı bu kararı vermişti. Ve Halit  Ziya   verilen hükümden rahatsız olmuştur.

Romancı olarak en büyük belaya musallat olan yazarımız Mehmet Rauftur, bir Zambağın  Hikayeyi isimli eseri ile  görevinden atılmıştır.  İsimsiz yayımladığı eseri ,  Bakanlar Kurulu’nun  19 Mayıs 1910 tarihli toplantısında  9 madde olarak ele alınmış Zambak  namındaki  kitabın meni kararlaştırılmıştır. Ardından  savcılıkca  kanuni takibat başlamış ve kararın uygulaması  gereği polis müdüriyetinden  bayi ve  tabilerin isimleri istenmiştir. 21 Mayıs 1910 tarihinde  Başbakanlık Tahrirat Kaleminden çıkan kararla yasak kesinleşmiş, Adliye Bakanlığından icabına bakılması istenmiştir.

Bu yasaklama neticesinde  Harbiye Nezareti de  Mehmet Rauf’un  böyle bir kitap kaleme almasını  haysiyet-i askeriyesiyle  gayr-i mütenasip bulmuş  ve sıkıyönetim  askeri ceza kanunnamesine göre 20 Haziran  1910 tarihinden itibaren altı ay müddetle hapsine karar verilmiştir. Haziran 1911 tarihinde ise on yedi yıl hizmet ettiği Bahriye Nezaretindeki  görevinden  kadro harici edilmiştir.

Bu tarihten sonra  hayatını eserlerinden elde ettiği gelir ile devam ettirmeye çabalayan Mehmet Rauf dostlarının yardımı ile bir Türkçe öğretmenliği bulmuş, ancak bu da kısa ömürlü olmuştur.          

Hüseyin Rahmi Gürpınar , Ben Deli  miyim romanı yüzünden mahkemeye gitmiştir. Olayı gazeteler nakleder “Dün sabah saat  on birde  Beşinci Ceza mahkemesinde  Den Deli miyim ? tefrikasından dolayı  yazar Hüseyin Rahmi  aleyhine açılmış olan  Genel Ahlaka Aykırı Yayım  davasına bakıldı. Salonda yaklaşık beş yüz kişi bulunuyordu. Dinleyiciler içinde  birçok doktorlar, hakimler, subaylar ve kendilerine ayrılmış  yerlerde  oturan  bayanlar dikkati  çekmekteydiler. Sanık Hüseyin Rahmi siyah bir bonjur  giymiş olarak   heyecanlı bir şekilde geldi ve yerine oturdu.
 
Tefrika okunduktan sonra  başkanın sorusu üzerine  Hüseyin Rahmi şu sözleri söyledi. “ Bu bir romandır. Bunu söyleyen de deli , yapan da  Delinin hareketi akıllı ağzından anlatılmaz. Çıplak oluşu da bundandır. Bunların ahlaka aykırı olacağı hiç aklıma gelmedi.

Rica ederim başkan bey kırk beşinci eserden sonra  yazdığım   bu eserde namusa , şerefe  aykırı bir hareket bana yakışır mı ? Benim  öteki eserlerim de aynı şekildedir. Gerçi eserde bazen perde kaldırılır, ama edebe aykırı değildir.

Hüseyin Rahmi’nin vekili Ali Haydar romancıyı savunur. “ Sayın savcıdan olayı mutaassıp bir  gözle değil, sanat ruhuyla görmesini rica edeceğim. Böyle olunca yazarın yüksek maksadını anlayabilecektir. Hüseyin Rahmi Bey iğrenç olayları  tasvir etmekte yalnız değildir. Ahlakı bozucu olarak  tavsif edilen  ve mahkemelere verilmiş nice yazarlar vardır ki mahkum edilmişlerdir. Ama tarih bugün bunları yüksek  terbiyeye hizmet etmekle övüyor. “Hüseyin  Rahmi şöyle savunur” Ünlü fizyolojist Klad Bernar ekperimentalizm yani deney usülünü  tıbba  tatbik ettikten sonra  hikayeci   Emil Zola  bu metodu  roman da  inceleme konusu olarak aldı.

Tecrübe konusu nedir? Fizik , kimya gibi  tabii ilimler  bu yolla incelenir. Mesela  tabiatta meydana gelen bazı olayların sebeblerini  toplayarak  bu ilimlerin inceleme alanına giren bölümlerini biz de bir laboratuarda ele alabiliriz. Ve aynı sonuçları buluruz.  Emil Zola  işte böyle kişi ve olayları  bir araya toplayıp her sebebin  altındaki  gerçekleri  inceleyip kıyasladıktan sonra  bunların hangi yollardan  sonuçlara vardığını  ortaya koyuyor. Benim kırk yıldır tecrübe edindiğim  bu sanat yolundaki gerçekliğimi  düşünürseniz hareketimde sorumluluk getirecek  bir şey olmadığına  hükmedeceğinizden  eminim. Halk romanlarımı okur ve  beni sever .

Ben Avrupa’dakiler seviyesinde  büyük bir yazar değilim. Hiçbir hasis çıkar önünde baş eğmedim. Yalnız gerçek aşkıyla yürüdüm. Geçmiş kişinin  iş ve ahlak aynasıdır. Hal  sınav alanıdır. Gelecekse  cümlemizin en yüce hakimidir. “

Söyleyiniz efendiler” “ Ben  Deli miyim?  Hikayesi  edebe, düşünceye , ruha göre  anlatış olarak  “ Şıpsevdi’den, Tebessüm ü Elem den, Cehennemlikten  ve diğerlerinden pek başka türlü bir şey midir? Hepsinde aynı yazarın dimağını   , felsefesini , sinir galeyanlarını  ve bazen gerektiğinden  açık bir anlatış ile ahlaksızlığa  gırtlak gırtlağa  mücadelelerini görmüyor musunuz? Aralarında  edebe aykırı doğru  derin bir  başkalık varsa  anlatınız.

O halde içinden türlü türlü  devreler geçen  otuz beş senedir edebe aykırılık suçuyla  bana yan bakmayan adliye, bugün birdenbire  bu iddia ile  neden beni huzuruna çağırıyor? Yoksa  dünkü çevrenin  hayatında  bugünkünün  fazla edebe  aldırışızlık, ahlaksızlık mı var? Vicdanınızdan  sorduğum  soru işte budur:

- Değişen ben miyim? Adliyemiz midir?
İşte  efendim her şey bu sorunun içinde düğümlüdür. Zaman en büyük çözücüdür. Onun çözemeyeceği düğüm yoktur. Bu adalet sesi   Victor Hugo’yu da Flober’i de Mopasan’ı daha pek çoklarını  da huzuruna çağırmıştır. Madam Bovary hikayesinin davası ünlüdür. Ama bu davaları  ileri süren savcıların  Fransızların  ve başka uygar  milletlerin anılarında  saygıyla yaşayan  ve takdirle  , şükranla , minnetle  anılan  o olayın hakikatını   incelememiş iyiyle kötüyü  ayıklamış gereksiz isimleri hükümleri gömmüş ve gereklikleri güneşe çıkarmıştır.”

“Ben edebin bayraktarıyım. Karşıtı değil. Bugünlerde yapılması  pek moda olan edebe  aykırı şeyleri halk görüyor. Sayan adalet memurları siz de görünüz ve belki de  fazla üzüntünüzden şaşırarak  öfkenizi Hüseyin Rahmi’den  çıkarmak istiyorsunuz”

“Ona “edebe” benden daha çok hizmet aşk ve sevginizi  gösteren  belgenizi çıkarınız. İşte benim  elimde bütün okuyucularımın ilgileriyle   tasdikli  yirmi otuz  bin sayfalık  bir şehadetname var,  ve  bu beratı  alıncaya kadar döktüğüm  kan, terlere kırksene  sonra verilecek  mükafat bu mudur ?!  Hüseyin Rahmi bu müdafaalarından sonra beraat eder.

Batı  Ortaçağından itibaren sanat henüz müstakil bir varlık olarak kabul edilmediği için sanatla devlet arasında doğru iletişim köprüleri kurulamamıştır, toplumu denetleyen tamamen din olduğu için sanat adına üretilen her şey onun kontrolünde olmuştur. Stendhal’in kahramanı Jülyen klise mektebi sınavında hocasının politik olarak sorduğu Fransız edebiyatı sualine ayrıntılı cevap verince , bir anda klise öğretisinin dışında bir öğretiye kendini bu kadar nasıl verdiğinden dolayı suçlu durumuna düşer. Durumu izah ederse de  başarı derecesini kaybeder. Yakup Kadri’nin  Bir Sürgün romanında Paris’e yaklaşmakta olan geminin güvertesinde Monte Kristo adasını soran Dr Hikmet’e bir papaz hiddetli ve sinirli cevaplar verir. Çünkü klise öğretisi ve İncil dışında bir etkileme alanına din ve papazlar dayanamazlar. Dr Hikmet bu bozuk asablı papazı bir türlü anlayamaz. Shakespeare’nin Pazar matineleri klise görevlilerinin dikkatini çeker ve onları kızdırır, çünkü halkın kilise saatlerine denk gelen tiyatro matineleri onları  huzursuz eder.  Tiyatroyu çapulcu ve aylakların yuvası olarak görür klise. Ama bugün  Batıda tamamen bağımsız ve devletten daha etkin bir eğitim alanı olduğu için devletin müdahalesi gibi bir bağnazlık örneği görülmemektedir. 

Biz de durum nasıl olmuştur, Tanzimat ve daha sonraki dönemlerde bizde sanat bağımsız ve çok yönlü bir fenomen olarak vardır denemez. Tanzimat romancıların çoğunun bir veya iki romanı vardır. Romanı mektebe ve eğitime dönüştüren bir tek Ahmet Mithat Efendi’dir, o da   jandarma devleti  kültür kurumları olan bir devlete dönüştürmeyi bilinçli  olarak , art maksatlı olarak yürütür. Şeyhülislamın ve padişahın birlikte yürüttükleri yönetim erkinin arasına henüz sanat bir kurum olarak varlığını koyamamıştır, böyle  küçük bir sanat elbette yönetimin şamar oğlanı olacaktır. Tanzimattan günümüze sanat yavaş yavaş gelişmiş dallanmış , budaklanmış, sadece Istanbul’a has olan sanat  Anadolu’ya yayılmış,bir fenomen olarak varlığını kabul ettirmiştir. Dünyadaki bütün geleneksel devlet modelleri çok çeşitliliğe ve çok sesliliğe uygun olarak  değişmeyi bir zorunluluk olarak görmüştür. Türkiye de bu evrensel gerçeğe uyarak kendini sancılı bir değişimin içinde bulmuştur.

Servet-i Fünun döneminde romancı devleti hesaba katarak kurmaca dünyalar üreten bir yazıcı mıydı? Halit Ziya hesaba katmağı için mi Sefile’ye basım izni alamamıştı. Belki de Sefilenin sansüre takılması daha büyük romanlarının başında olan yazarı daha ihtiyatlı roman dünyaları itmeye itmemiş midir? Kesinlikle evet , Halit Ziya ‘nın sonraki romanlarında sansüre takılan bir tip ve vaka görülmez. Safveti  Ziya’nın  monden tipleri   kimliksiz tipleri yansıtırsa da devletle takışma nedeni olmaz.

Romanımızın serilip serpildiği bir dönem olan Meşrutiyet ve Cumhuriyetin ilk yılları , romancı ile devlet arasında ne tür ilişkilere  sebeb olmuştur. Halide Edip roman yazarken devleti bir denetleyici kurum olarak kabul ediyor muydu? Onun bütün romanlarında devletle veya sansürle takışmayı , çatışmayı gösteren belirtiler yoktur denebilir. O zaman Halide Edip devlet için üreten, devletin uslu  ve munis yazarlarından mıydı? Tartışılabilir. Reşat Nuri Cumhuriyetin ilk döneminin biraz da yeni devletin kültür adamı gibi davranan yeni dünya ve yeni idarenin felsefesi doğrultusunda eserler  üreten bir romancı mıdır? Bizzat yeni tipler üretmesi ,geleneksel tipleri sorgulaması için   yöneticilerden işaretler almış mıdır? Çalıkuşu yeni devletin eğitim havarisinin romanı değil midir? Zeyniler köyünün eğitim ortamı , Feride’nin şahsında  eski dünya anlayışının yeni dönemdeki ironik taşlaması mıdır ? Meşrutiyet   ve Cumhuriyetin ilk yıllarında , devletin muhafazakar ve geleneksel kanadı altında büyüyen romancıların devlete tip önermelerinin yanına başka bir grup yazarın  ürettiği yeni bir tip  panayırı romanlar ortaya çıkmıştır. Acaba Yaşar Kemal İnce Memet ‘i yazarken devlete bir şeyler  mi demek istiyordu, o da Halide Edip’in  Yeni  Turan romanında öne sürdüğü tiplere antitez olarak bazı tipler mi ortaya koyuyordu? Kemal Tahir belli bir sosyolojik temel üzerine  inşa ettiği romanlarında tarihi değişimin canlı vesikalarını verirken devlet konusunda ne  düşünüyordu. Onun  Devlet Ana’yı yazmaya iten amiller nelerdi ? Bütün bunlar romancı devlet ilişkilerinin  maytaplı mayınlı alanlarıdır.

Roman ve romancıların romanları yüzünden takib edilmeleri çok çeşitli nedenlere dayanır. Bunların tamamını bir payda altında toplamak imkansızdır.kimi romancı siyasi hareketlerin ve kalıplaşmış slogan hayat görüşlerinin kıskacında sanatını heba eder. Bazı romancılar dar bir dünya görüşüne kapanmış grupların ekmeğine yağ sürer, onların yanlış da olsa sanatlarını icra etmeleri geleneksel bakış açılarını rahatsız ettiği için romancı heba edilir. Bazen da romancı çıkarları gereği toplumun değerlerini tınmaz ve onlar karşısında hassas olan kesimleri yaralar, hırpalar bu yüzden romancı hırpalanır ve rahatı kaçar. Bazı romancılar da onurlu bir hürriyet mücadelesi gereği hakkı, hakikatı, sanatı, hürriyeti savunurlar, bir milletin dar bir dünya görüşüne itilmesini yersiz  bulup onları o çıkmazdan kurtarmaya çalışırlar. Thomas Mann ve Hugo, Soljenisty gibi romancılar bu sınıfa girer. Bazı romancılar da sanatlarını cinselliğin itici gücü ile sunmak isterler, bu yüzden toplum tarafından yadırganırlar. Lavrence,  Selahattin Enis gibi. Bunlar daha çok sınıflara ayrılabilirler.

Kemal Tahir ideolojinin ve siyasetin içinde kalmış romanları ile  şöhret bulmuştur. Özellikle   Devlet  Ana romanında hem tarihi hem de siyasi tezleri vardır. Romandaki  iddiası Osmanlının yedi yüz  yıl yaşamasını sağlayan  gücün kaynağını araştırmaktır. Roman alışılmış bakış açıları dışında bir yeni bakış getirdiği için çok yadırganmış ve eleştirilmiştir. Yazarlardan başka siyasiler de tartışmaya katılmıştır. Bülent Ecevit roman üzerinde iki makale yazmış  Kemal  Tahir’in iddiasını desteklemiştir. Celal Bayar da  eserin konusunu , anlatımını , mesajını beğenmiş  ve ben bu Devlet Ana  ‘da pek öyle Marksistlik  falan görmedim, bir de devleti tutuyor” demiştir. Cevdet Kudret de Nihal Atsız’ın   Devlet Ana’yı beğenmesini hayra alamet bulmaz. Kemal Tahir’in on iki yıl hapiste yatmasını boşuna bulur.

Özellikle Cumhuriyet devri romanımızda siyasi dönüşümlerin odağında romanlardaki tipler gelir.Yakup Kadri ‘de değişim ve dönüşümü kişilerin  kafa yapıları ve tavırlarında görürüz.  Kiralık Konak da geleneksel eğitimin dışında oluşan yeni insan tipi ile eskinin siyasi ve idari yapısından doğmuş olan Naim Efendi arasındaki çelişki ortaya konur, roman kültürel olduğu kadar  siyasididir de. Bir Sürgün  romanında Fransa aşısı ile ortaya çıkan içeriksiz tiplerin trajedisi anlatılır. Fransa sevgisi romanımıza bir yığın ruhsuz ve itici tipler  ve siyasiler iteklemiştir. Dr Hikmet bunların prototipidir. Onun arkasından Jön Türkler ve o günden bu güne bütün ihtilalci ve yeni rejim heveslisi tipler bundan türemiştir.

Yakup Kadri yeni cumhuriyetin üretim ve  program analizcilerindendir. Kadro dergisindeki arayışa dönemin dramaturgları karşı çıkar, beklentilerine cevap alamayan Kadrocular ülkeyi çeşitli  görevlerle terk ederler. Yakup Kadri’nin yeni Cumhuriyetin tip arayışlarını sembolize eden Ankara ve Panorama romanları hem siyasi tipleri ile bir ihtiyaca  cevap vermek için tasarlanmışlardır, ama Yakup Kadri ve tipleri arayış yokuşunu aşamamış her biri bir kenarda kalmışlardır. O da Atatürk dönemi CHP’ si ile ilgisi kalmadığı için partisinden istifa etmiştir.

Edebiyat özellikle roman  metnin romancıyla ilişkilendirilmesi yüzünden romancının eleştirilmesine neden olur. Elif Şafak ‘ın  Baba ve Piç romanı kurgusu  v e tipleri yüzünden eleştirilir. Romanın ana mekanlarından biri  Armanuş Cafe’dir. Amerikalı ve  Ermeni Amerikalılar tarafından kurulmuştur. Hepsinin ortak noktaları  İstanbul’da yaşamış  gayrimüslimlerin torunları olmaları ve geldikleri ülke insanlarını sevmemeleridir. Cafenin yedi üyesi vardır, beşi Ermeni ikisi Yunan. Romanda iyi kötü dengesi yoktur. Zola nasıl Paris’in mezbele tarafını görürse , Baba ve Piç de konunun mezbelesinde dolaşır. Şahıslar ve mekanlar ve onların bir araya gelmesinden oluşan kurgunun olumlu yorumlanabilecek onlarca kapısı varken romancı onları hep çıkmaz ve olumsuz kapılara açar. Roman sanatı açısından kişiler ile  romancı  ayrı ayrı şeylerdir, ama her romancı tezine göre insanlar seçer. 1915 ‘deki olaylara Amerika’da dedeleri İstanbul’da yaşamış torunların bakış açısıdır. Romanın bir sevgi aşılaması iyimserlik olur.Romanda farklılık gösteren ve objektiviteyi temsil eden bir şahıs ve insan grubu yoktur, tek bakışa hapsolmuştur. 

Orhan Pamuk halk edebiyatı, divan edebiyatı, din , tasavvuf , tekke edebiyatı, Hurufilik gibi değerleri romanımıza taşımış ve batının bizi yeni tiplerle tanımasına neden olmuştur. Onun romanları patolojik değildir, ama roman dışındaki söylemleri huzursuzluklara  neden olmuştur. Bu yüzden etüdümüzün dışında kalır . Hareket noktamız romandır. Ahmet Altan   Sudaki İz isimli romanı yüzünden hakim karşısına çıkmış ve ceza almıştır.

Batıda ve bizde siyaset ve roman ve romancı ilişkisi ciltlerle ifade edilecek bir büyük etüd konusudur, biz bir istatistik analizi gibi olaylar zincirinden bir parça alıp , konunun arkeolojisine bir edebiyat analizi gözü ile baktık. Konu tek boyutlu bir konu olmadığı örneklerimizle görülmüştür.

Kaynaklar

Ana Britannica  Ansiklopedisi
Aytaç, Gürsel, Thomas Mann’ın Edebi Kişiliği, DTCF, Ankara 1972
Carr, Edvard Hallet, Dostoyevski, İletişim, İstanbul 1990
Collection, Literature Francaise, Labbe Prevost, s 71-73, Printed in France , 1971
Fielding, Henry, Tom Jones, İletişim, İstanbul 1990
Flaubert, Güstave, George Sand, Mektuplar, Altın Kitaplar , 1992
Kudret, Cevdet, Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, İnkılap Kitabevi,İst1990
Göçkün, Önder, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın  Romanlarında Şahıslar Kadrosu , Kültür Bk Y,Ankara 1987
Lavrence, D H , Klasik Amerikan Edebiyatı Üzerine İncelemeler, YKY İstanbul 1996
Lehmann,  John, Kendine Ait Bir Kadın , Vırgınıa  Woolf, R K, İstanbul 1995
Roland, Romain, Tolstoy’un  Yaşamı, YKY, İstanbul 1993
Schröter, Klaus, Thomas Mann, Kavram , İstanbul 1999
Şafak, Elif, Baba ve Piç, İstanbul 2003
Tanrıkulu, Abdullah, Gülçin, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın  Mektupları ve Tiyatro Eleştirileri, Özgür, 1998
Tanzimattan  Günümüze Edebiyatçılar Ansiklopedisi, 2 Cilt, YKY, İstanbul 2001.
Törenek Mehmet, Hikaye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf, Kitabevi, İstanbul, 1990
Uç, Himmet, Mehmet Celal’in Hikaye ve Romanları, Ankara 2000
Uç,Himmet , Hikaye ve Romancı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara 2002
Uç, Himmet, Roman ve Eleştiri Terimleri Sözlüğü, Ankara 2004
Urgan, Mina, İngiliz Edebiyat Tarihi, 4 Cilt , Aralık 1991
Urgan, Mina , D H Lawrence, İnceleme, YKY, İstanbul 1997
Uşaklıgil, Halit Ziya, Kırk Yıl, İnkılap Aka ,İstanbul 1969
Ülken, Hilmi Ziya, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Ülken Yayınları , İstanbul 1997
Yavuz, Hilmi , Roman Kavramı ve Türk Romanı Bilgi, Mart 1977