Dünya hayâtı kendilerini aldatan kimseleri bırak

Dünya hayâtı kendilerini aldatan kimseleri bırak

Ayet meali

Cenab-ı Hak (c.c), En'âm Sûresi 70.-72. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

70-O hâlde dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve dünya hayâtı kendilerini aldatan kimseleri bırak;(1) hem (sen) onunla (o Kur’ân ile) nasîhat et ki, bir kimse kazandığı (günahlar) yüzünden helâke düşürülmesin! Ona Allah’dan başka ne bir dost, ne de bir şefâatçi vardır. (Azâbı kendinden men‘ etmek için) her türlü fidyeyi fedâ edecek de olsa, ondan alınmaz.

71-De ki: “Allah’ı bırakıp da, bize ne fayda veren ne de bize zararı dokunan şeylere mi tapalım? Ve Allah bizi hidâyete erdirdikten sonra, ökçelerimiz üzerinde geriye (küfre) mi döndürülelim? O kimse gibi ki, ‘Bize gel!’ diye kendisini hidâyete da‘vet eden arkadaşları varken, şeytanlar onu yeryüzünde şaşkın bir hâle düşürmüştür.” De ki: “Şübhesiz Allah’ın hidâyeti, hidâyetin ta kendisidir. Ve bize, âlemlerin Rabbine teslîm olmamız emredildi.”

72-Bir de: “Namazı hakkıyla edâ edin(2) ve O’ndan (Allah’dan) sakının!” diye (emredildi). Zîrâ (kıyâmet günü) huzûruna toplanacağınız ancak O’dur.

---

(1)“Nihâyet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dînini dünyaya satar ve bilerek hakīkat elmaslarını pis, muzır (zararlı) şişe parçalarına mübâdele eder (değişir) derecede münâfıklığa girmiş, insan sûretindeki yılanlara hakāikı (hakīkatleri) söylemek, hakāika karşı bir hürmetsizliktir. كَتَعْل۪يقِ الدُّرَرِ ف۪ي اَعْناَقِ الْبَقَرِ [Öküzlerin boyunlarına inciler takmak gibi] darb-ı meseli (atasözü) gibi oluyor.” (Mektûbât, 28. Mektûb, 211)

(2)“Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki ona mâliksin. Öyle ise hakīkī ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâekal (en az) günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakīkī istikbâl (gelecek) için teşkîl olunan bir sandukça-i uhreviye (âhiret sandığı) olan bir mescide veya bir seccâdeye at. Hem bil ki her yeni gün, sana hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümâtlı (karanlık) ve perişan bir hâlde gider, senin aleyhinde âlem-i misâlde şehâdet eder. (...)

Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni‘-i zü’l-Celâl’ine müteveccih olsan (yönelsen), birden, sana bakan âlemin tenevvür eder (nûrlanır). Âdetâ namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişâniyet içindeki tebeddülât (değişiklikler) ve harekât, hikmetli bir intizam ve ma‘nîdâr bir kitâbet-i kudret olduğunu gösterir. اَلّٰلهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ [Allah, göklerin ve yerin nûrudur] âyet-i pür-envârından bir nûru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nûrun in‘ikâsıyla (aksetmesiyle) ışıklandırır. Senin lehinde nûrâniyetle şehâdet (şâhidlik) ettirir.” (Sözler, 21. Söz, 95)