Dücane Cündioğlu’nun Atatürk ile imtihanı

Bilinmezlerin alacakaranlığında yaşıyoruz çoğu zaman. Müphemler vuzuhlardan daha ziyade tahrik ediyor insan muhayyilesini. Daha doğrusu kamçılıyor. Hakikat malumdan çok meçhulün yanında yer alıyor. Meçhul daha nazlı, daha işveli, daha cilveli çünkü. Varlık bilmecesi karşısında uyanık zekaların takınması gereken biricik tavır tevazudur, tekebbür değil. Acz ulaşılamayan birçok esrarın şifresini ihtiva eder. İnsan bakmak istediği şeyin şekline göre nesneleri ve kişileri değiştirir, görmek istediği vaziyete sokar. Birçok şeyin mucidi insanoğlu, Felsefenin, sanatın, hikmetin mucidi. Düşüncenin tehlikeli yamaçlarında gezinen cesur dimağların önündeki en büyük aydınlatıcı şüphe. Hatta “şüpheden bile şüphe.”

Uygarlık Tarihçisi Server Tanilli’ye göre Kur’an Hz. Peygamberin (asm) kelamı, Allah’ın değil. Kur’an baştan nihayete kadar antropormorfik [insan biçemci] bir tema üzerine örülü. Mucizeler doğa yasalarına tersmiş, kadın ve erkek eşitsizliği Kuran’ın kadim bir sorunuymuş, İslam yok İslamlıklar varmış… Bu toprakların bağrında doğmuş, büyümüş bir zekanın bu kabil hezeyanlara daha yerinde bir deyişle doğmalara inanması salt düşüncenin değil düşünce dışı avamca sayıklamalar olsa gerek. Mistisizm tarihine azıcık aşina her gözün gülmeden edemeyeceği komik iddialar hepsi.

Oryantalistler bile bu mevzuda daha namuslu, daha dürüst. Bilimsellik denilen şey ne? Tanilli’nin iddialarına referans gösterdiği kaynaklar evlere şenlik. Turan Dursunİlhan Arsel. Kaffesi din daha doğrusu İslam düşmanı birkaç zındık. Ünlü Sümerolog Muazzaz İlmiye Çığ aynı kafilenin içinde. “Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” isimli eserinde referanslar yine aynı. Oldukça bilimsel edalı bir çalışmada kaynakça olarak bu adamların zikredilmesi ideolojik bir takıntıdan başka bir şeyle izah edilemez. Tabiatın her köşesinde insanlık medeniyeti içinde yaşamış bazı benzerliklerden yola çıkarak birini diğerinden çıktı diye iddia etmek bilimsellikle ne kadar bağdaşır?

Atatürk’ü ölümsüz, peygamberleri hatta tanrıları bile fani ilan etmek ne ölçüde bilimsel! Hele Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar! Muazzez onların yanında devede kulak. Faniliğin korkunç pençesinden kurtulabilmiş ne Homeros ne Zeus, ne Zerdüşt ne peygamberler, ne Napolyon ne İskender ve ne de –haşa- Allah, sadece Atatürk. Bu zatı bilimin yegane öncüsü kabul eden, bütün kutsal değerleri ‘bilimdışı’, bilime ters söylemiyle dışlayan Cumhuriyet dönemi kartondan entelijansiyası söz konusu Mustafa Kemal olunca en ilkel dinlerde bile görülmeyen tavırlar sergileyebiliyor. Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sı, Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ı, Atilla İlhan’ın “O Sarışın Kurt” ve “Hangi Atatürk”ü aynı hastalıklı bakış açısının bir ürünü. Dini “doğma” diye itham edenler onun yerine güya yüzlerce “çağdaş doğma” icat ettiler. Özellikle bu doğmaların eleştirilemez, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez yanlarıyla tarih boyunca imal edilen doğmalardan mutena bir parantezle ayrıldılar.

Taha Akyol geçmiş senelerde “Ama Hangi Atatürk” adlı yeni bir çalışmaya imza attı. Henüz okuma fırsatını bulamadığım bu hacimli eserin umarım aynı malum bakış açısıyla herhangi bir alakası yoktur nitekim “Politikada Şiddet” yazarının sağduyulu bir bakış tarzına sahip olduğunu düşünüyorum. Öyle anlaşılıyor ki tek bir Atatürk yok, Atatürk’ler var. Her milletin cahili bir sfenksi var. Cahiliye Dönemi Türkiye’sinin sfenksi bu “Tek Adam.” Kuran-ı Kerim Hz. Peygamber (asm) için “O da sizin gibi bir beşerdir” diyerek her türlü sapıkça yüceltmeye karşı müminleri ısrarla uyarır. İslam Düşünce Tarihi kıyasıya tartışmalarla dolu fakat daha düne kadar Atatürk ve Kemalizm aleyhinde tek kelimeyle eleştiride bulunmak suçtu. Bu öyle sıradan bir suç değil bazen idam sehpasına kadar götürüyordu insanı.

Son dönemlerde yaşadığımız trajik ve talihsiz olayların tesiriyle olacak ki muhafazakar camiada entellektüel derinliği ile temayüz eden Dücane Cündioğlu “Ben Kemalist filan değilim lakin memleketin şu halini gördükçe Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hürmet, minnet ve rahmetle anıyorum” diyebilmişti. Aynı şarkıyı önceleri Yaşar Nuri Öztürk ve F. Gülen gibilerinden çokça dinlemiştik. Her iki zevatı bilhassa birincisini kıyasıya eleştirmekten çekinmeyen ve bunu yaparken büyük bir haz duyduğu anlaşılan Cündioğlu’nun da aynı çizgiye gelmesi kaderin garip cilvelerinden biri olsa gerek.

Böyle bir kuşkuyu avamın yaşaması normal ve anlaşılabilir ama Cumhuriyet Dönemi’nin İstiklal Mahkemeleri, Türkçe ezan, Türkçe hutbe, Türkçe Kuran kısacası “Türkçe ibadet” gibi keyfi uygulamaları ile ilgili kitap [Türkçe Kuran ve Cumhuriyet İdeolojisi, 1998] kaleme almış ve bundan dolayı ödüle layık görülmüş bir yazarın bunu söylemesi normal ve anlaşılabilir bir durum değil.

Aydınların tekamül etmesi ve bu süreçte kafa karışıklığı yaşaması doğal ancak bu kabil bir ters dönüşüm ve değişim doğal değil. Keşke bu hususta en azından bir Can Dündar kadar olunabilseydi! Hiç değilse Kazım Karabekir’in hatırasına sadık kalınabilseydi!

Bütün bunları [Cumhuriyet döneminin istibdad-ı mutlakını] adı gibi bilen dindar ve muhafazakar bir aydının bu denli bir “savrulma” yaşaması içinden geçtiğimiz zamanların kaotik ruhuyla açıklanabilir ancak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
22 Yorum