Cemil KARAKULLUKÇU

Cemil KARAKULLUKÇU

Dostuma mektup (7)

Sevgili Dostum;
Ayaküstünde, sadece tokalaşarak birbirimizden kim bilir ne kadar ayrı kalacağımız hayat kesitimizin sınırından bir hayli uzaklaştıktan sonra, duyurmak amacıyla yüksek sesle, “Olgunluğun basamaklarından tırmananlar, savunma mekanizmalarını en az kullananlardır” diye dikte ettirdiğin cümlenin etrafını, hem yolculuğum esnasında ve hem de yolcuğumun bitiminin o yorgun halimde kazıp az araştırmış değilim.

Benim her yolculuğumun biraz stresli geçtiğini sen de bilirsin. Ama bu yolculuğumun sayende nasıl geçtiğinin farkında bile olmadım. Bir rüzgâr gibi geçti desem inan. Savunma  mekanizmaları ile ilgili zihnimde, düşüncelerimde, hayalimde, hatıralarımda ne varsa hepsini bir bir ele aldım; kiminin üzerinde uzun uzun düşündüm ve kimini de es geçtim; anlayacağın yolculuk süresince analiz ve sentezle uğraştım. Ne kadar aradımsa da not alacağım bir kâğıt parçası bulamadım, her zaman bir not defteri ya cebimde ya da çantamda bulundurduğum halde şimdi ihmal ettiğim için kendime ceza verdim; başkasından istemedim. Bütün ağırlığı zayıf hafızama verdim, kafamdaki fikir kırıntılarını bir güzel listeledim.

İnsan neden savunma mekanizmasına yeltenir? Niçin kendini savunur? Hangi durumlarda olup bitenden kaygı duyar? Tek kelimeyle özgüven yoksunluğundan, değil mi sevgili dostum? Kendine güvenen, yani haklı olduğuna inanan, yani bir güce dayanan, yani kendine gelecek ihtimallerden asla bir kaygı duymayan, neden bir telaş ve heyecanın terini akıtsın? Bunları sıralarken, tanıdık birinin tanık olduğu bir hatırası aklıma geldi. Bir otobüs şoförüne saldıran birkaç taksi sürücüsünün gürültüsü kendisini de ilgilendirdiği için oldukça tedirgin etti. Bir nahoş olay meydana gelmesin diye olay yerine koşunca bu kez şaşkınlığı baskın çıktı. Otobüs şoförü deyim yerindeyse cansızdı. Sözlü ve eylemli saldırılar yutulacak türden değildi çünkü. Ama otobüs şoförü tepkisizdi, olup biteni yalnızca izliyordu. O da izlemeye koyuldu. Ama fark ettiği bir şey vardı; o da birinin, taksi sürücülerinden birinin kulağına bir şey fısıldamasıydı. Ne demişse, demesi ile sürücülerin oradan toz olmaları bir oldu. Tanıdık, otobüs şoföründen bu yeni oluşan esrarengiz sessizliğin hikmetini sormuş. Meğer otobüs şoförü profesyonel bir boksörmüş. O biri de otobüs şoförünü yakından tanıyormuş.

Otobüs şoförünün tepkisizliği kendine olan güveninden kaynaklanıyordu. En küçük bir eylemle de olsa bir tepki göstermemiş olması bu yüzdendi. Yoksa bu saldırılar karşısında öfkeye kapılması bir an meselesiydi. Sabır da kendine güvenin bir tezahürüdür.

Zaafı olan gocunur elbette ve gocunan bir şekilde kendini savunur. Dünya ve içindekilerin yoksunluğundan pek gocunulmamalı ve varlıklarından da pek sevinilmemeli aslında. Söylenmesi elbette kolaydır; ama bu olguyu içimizde yaşatmak o kadar kolay değil. Bunun farkında olmak da güzel bir şey. Olayların karşısında izleyici rolünde oynamak, belki de bu dünya tiyatrosunda rollerin en güzelidir. Nehir gibi sessiz ve durgun akmak… Dış dünyayı izlediğimiz gibi iç dünyamızı da izlemek… Zihnimizin gürültüsünden sıyrılmak ve hikmet bakışımızla olup biteni süzmek…       

Sevgili dostum; güçlü insanlar kendilerini savunmaya ihtiyaç duymazlar. Gizleyecekleri, başkalarınca görülmesini istemedikleri ve karşılaştıkları herhangi bir olayın karşısında kendilerini kanıtlamaya ihtiyaç duydukları şeyler, kompleksleri de olmadığı için savunma mekanizmasını ya çok az kullanır ya da hiç kullanmazlar. Ama zaaflarının eksikliğini her zaman bir yük, bir boşluk, bir ayıp, bir çaresizlik gibi kabul edenler ise öyle değil, ellerinden geldiği kadar bu yanlarını başkalarına karşı savunma refleksleri ile örtbas etmeye kalkarlar.

Sevgili dostum! Birlikte olduğumuz süre içinde hatırlattığın Buda öyküsünü unutmuş değilim. Hani Buda bir köyden geçtiği sırada insanlar dışarı çıkıp olanca hakaretler ettiler ya. Ama o işinin olduğunu, bir başka köye gitmesi için geç kaldığını, dönüşte daha bir şey diyecekleri varsa o zaman söyleyebileceklerini söylemişti. Asla hakaretleri karşısında kendini savunmadı Buda. Zaten onları şaşkına çeviren de bu tutumuydu. “Dediklerimizi duymadın mı?” dediler; “Sana dünyanın hakaretini ettik cevap bile vermedin!”  Buda bunların bu hakaretlerine tepki verecek değildi elbette. On yıl önce olsaydı belki cevabı olurdu. O artık kendinin efendisi olmuştu. Hakaretleri karşısında kendini savunacak bir neden görmüyordu. Çünkü dediklerinin hiçbiri kendinde yoktu. İncinecek bir gurura da sahip değildi. Kendisi bir nehir olmuş. Nasıl ki yanmakta olan meşale nehre tam düştüğünde sönermiş, öyle de onların yaptıkları hakaretler ona ulaştığında etkisiz kalırmış.

Geçmiş yıllarımızı şöyle bir yoklayalım, sevgili dostum! Az mı anlamsız kendimizi savunduk, hatta az mı boğuştuk? Bize söyleneler bizde varsa, kendimizi savunmak değil, tam aksine hoşnut kalmamız gerekmez mi? Söylenenler yoksa bizde, üstümüze almamızın anlamı nedir? Her iki durumda da savunmaya geçmemiz anlamsız değil mi sevgili dostum? Birbirimize o denli benzer yanlarımız var ki, senin adına da konuşabilirim ben; bu dostluğumuzun bana verdiği bir yetkidir. Aramızda ayrım gayrım yok. Bunları karalarken sana, terapi oluyorum aynı zamanda.

Ah sevgili dostum! Çok kendimizi yorduk boş işlerle, çok oyalandık anlamsız eylemlerle ve çok zaman yitirdik ulaşılmaz isteklerle. Ben geriye bakıyorum; geride bıraktığım şeyler hep karanlık, bulanık, net bir şey yok. Senin de geçmişe baktığını görüyorum. İkimizin de yüzünü siyah bulutlar örtmüş.

Ama yok sevgili dostum! Bu tespiti daha da kaygılanmak, ümitsizliğe düşmek için yapmıyorum. Farkındalığımızı içimizde daha yoğun hissetmek içindir bu, bilesin. Önümüzde daha büyük fırsatlar var. Bir saniye bile bizim için büyük bir zaman parçası. Bir dakikayı bilinçli olarak Yaratıcımızın huzurunda geçirmeyi düşünmek bile bizim için büyük bir ödül.

Yine birlikteliğimizi hatırlamakla içime bir ulvi gariplik çöktü sevgili dostum. Sonsuz birlikte olmak herhalde yarınlarda olacak, kim bilir. Her ne ise…

Kal sağlıcakla, gözümün nuru!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.