Cemil KARAKULLUKÇU

Cemil KARAKULLUKÇU

Dostuma mektup (5)

Sevgili dostum;
Bugünlerde nerden geldi ise hatırıma, çevremde olup bitenin benim yaptıklarımda, işlediğim günahlarda, istemeyerek bulunduğum davranışlarda hiç etkisi yok mu diye çok düşündüm. Çevremin etkisi yoksa yaptıklarımın gerçek faili benim, bu kesin; sorumluluklarını da boynumda ben taşıyacağım. 

Varsa da yine sorumlu benim diye düşünüyorum; çünkü çevrenin baskısı ile yaptığım bir dizi değil, sürü işi hatalarım olsa da, dayatılarak, zorlama ile bana yaptırılmış değiller. İçimden geldiği, nefsi çıkarım bu yünde olduğu için, çevreye, birilerine ve topluma rağmen onları işlediğimi de ben biliyorum. O anda benim çıkarım vardı o eylemimde. Zorlandığım için yaptığıma, dünya ayağa kalkıp beni savunmaya kalkışsa, inan sevgili dostum, “hayııır” diye bağırıp onların savunmasını kabul etmeyeceğim. Az bir dirençle çevremin dayatılan isteğini yerine getirmeyeceğimi biliyorum. Ne diyebilirim? Onları ellerimle, ayaklarımla, gözlerimle, dilimle, yazımla ve her şeyden önce kendi aklım ve seçimimle yaptım. Her günahımda benim terim var, sıradan bile olsa her davranışımda duygularımı gergef gibi işlemişim. Bu böyle olunca, “hayır ben yapmadım, hepsi bana dayatıldı” diye asla diyemem, sevgili dostum. Bu anlamda, özgürlüğüm adına bu tutsaklığı asla kabul edemem. Harbi konuşayım; bana dayatılanları yapmayacak gücüm, ama potansiyel olarak ama kinetik olarak bende her zaman var.

Ne var bunun altında? İnsanın sorumluluğu var değil mi, sevgili dostum? Yaptıklarımız çevrenin dayatması sonucunda oluyorsa, bizim ne günahımız var? Günahlarımızın sorumluluklarını da çevre yüklensin, bize ne bundan. Kendi öz değerlerimizle övündüğümüzü ne de çabuk unutuyoruz? Hani bütün evren bizim için vardı, bizim emrimizdeydi, biz evrenin “halife” siydik.

Her ne ise, bu hamur çok su götürür sevgili dostum; birlikteliğimizde üzerinde durup tartışırız. Düşüce düşünceyi çeker ya; bir kitapta okuduğum Nilüfer çiçeğini çağrıştırdım.

Doğu’da bu çiçeğe çok önem verirler. Çiçeğin oluş şekline saygı duyarlar. Nilüfer çiçeği, salt çamurun içinde filiz vererek çiçek olur. Vıcık vıcık çamurun içinden dünyanın en güzel kokulu çiçeği, Nilüfer çiçeği yetişir. Çamuru çiçeğe dönüştüren bir tohum, bir öz taşır Nilüfer çiçeği. Çamurdan çıkışı gerçek bir mucizedir, çamura bulaşmadan, kirlenmeden. Bu yüzden birinci neden olarak işte bu mucizevî bir şekilde çamurun içinden çıkmış olmasıdır ki, Nilüfer çiçeğine Doğu’yu hayran bırakır. Bu kutsal çiçek, sadece gün ışığında, güneş tam çıktığında, kuşlar ötmeye başladığında, atmosfer renk renk ışık cümbüşüne dönüştüğünde açar. Karanlık bastığında ise o da içine kapanır. Anlayacağın sevgili dostum, Nilüfer çiçeği ışığa âşıktır.

Doğu’nun Nilüfer’e tutkunluğunun ikinci nedeni de kadifemsi yapraklarıdır. Geceleri bu yapraklara çiğ taneleri birikir. Sabahın erken saatlerinde bu çiğ taneleri kadife yaprakları üzerinde birer inciye dönüşür. Etraflarında oluşturdukları ebemkuşağında yapraklarından yuvarlanırlarken inciden daha güzel bir görüntü sergilerler. En can alıcı noktası da çiğ tanelerinin, inciler gibi dökülürlerken kadife yapraklarına hiçbir iz bırakmamalarıdır. Sanki hiçbir çiğ yapraklara dokunmamıştır.

Nilüfer çiçeği Doğu’da sembolik bir öneme haiz. Dünya bizim yolumuzun üzerinde en büyük durak ya, bir yolcu olarak bu durağın şamatasından, hay huyundan, deyim yerindeyse çamuruna bulaşmadan geçip gitmek. Dünya bizim en büyük sınavımız. Bu sınav nesnesinde boğulmamak, bu sınavda terlesek de, bu ter taneciklerini birer inciye dönüştürerek akıp giderlerken, onlara ait üzerimizde en küçük bir iz bıraktırmamak…

Sevgili dostum! Bataklıktan geçerken elbette bir risk var ve olmalıdır da erdemliliklere kavuşmak için. Koyu balçığa dalmadan yürümek, boğulmadan öteki uca gitmek ve hatta ayağın altı ıslanmadan yol almak için bizim değerlerimiz var. İşte onları kullanmak, bizim için her zaman mümkün. Bu enerji bizde fazlasıyla mevcut… Bu dünyada biz de bir Nilüfer çiçeği olabiliriz. Kokumuzu buram buram etrafa yayabiliriz.

Çevre, ne olursa olsun, hiç bizi tökezleyemez demiyorum; ama kendimizi unuturcasına, kendi özümüzü kaybedercesine, bir hiç olurcasına ve baştan aşağı kirlenircesine ondan etkilenmeden yaşama şansına sahibiz. Ben böyle düşünüyorum sevgili dostum! Bu nedenle özümüzü fark etmekle bir olgun/kamil insan olmayı yaratılışımızın bir amacı olarak görüyorum.

Neden Nilüferler çok olmasın çevremizde? Dünya neden buram buram kokmasın? Dünya cehennem olmaktan cennet olmaya daha layık. Dünyayı cennete de cehenneme de çeviren insandır, benim, sensin, sevgili dostum!

Hoşça kal, gözümün nuru…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.