Cemil KARAKULLUKÇU

Cemil KARAKULLUKÇU

Dostuma mektup (1)

Sevgili dostum;

Bana, “öyle bir başına kalmayı kısa bir süre için bile olsa deneme, ne olur!” dediğini duyar gibiyim. Bu dostsuz ortamda bensiz yaşamanın çok zor olacağını söylemiştiniz. Benden sonra, baş başa verip en mahrem düşüncelere dalabileceğin başkasını bulamayacağını da biliyorum. Biliyorum, ben olmadan tam bir öksüz kalacağını. Ama aziz dostum, kaderde olan olur. Kaderden de kaçacak değiliz ya.

Ha şunu da senin ağzından duyduydum: Asıl öksüzlük dosttan ayrı kalmakmış. Ben o duyguyu çokça yaşayanlardanım, bilirsin. Senin bensiz çekecek olduğun acının hangi boyutlarda olacağını kemiklerime ilişircesine hissediyorum. İşte şuramda, galiba beynimde ya da kalbimdesin.

Yine bilirsin ki, bütün duygularına kuşkusuz saygı duyuyorum. Ben sensin, sen benim; bu tamam. Senin acın benim acım, buna da diyecek yok. Senin aldığın nefese varıncaya kadar duyduğun her şeyi benim de paylaştığımı bilmem söylememe gerek var mı? İyi biliyorum ki, şu anda benim hangi acılar içinde olduğumu uzaktan bile olsan duyuyorsundur. Sen de benim yüzümden acı çekiyorsun şimdi. Buna ben de üzülüyorum elbette. Aslında kendimden söz etmem anlamsız. O keskin duyguların için zaman ve uzaklık bir engel değil. Zaman zaman bana olan koruyuculuğunu yanımda imişsin gibi algılıyorum ben. Sadece rüyalarıma değil, uyku ile uyanıklık arasında acayip bir halette seni ara sıra misafir ediyorum. Bunu bana yardım olsun diye yaptığını biliyorum. Teşekkür ederim, eksik olma! Yani anlayacağın ikimiz için zaman ve mekân farklılığının hiç önemi yok.

Ama yine de sana sormadan kendimi bir başınalığa attım. Bir saygısızlık etmişsem, senin beni anlayacağına inanıyorum. Mektubumu okurken, benim yaşadığım duyguların aynısını yaşayacağını bildiğim için fazla uzatmak istemiyorum. Bizim için zaman ve mekân farklılığının hiç önemi olmadığını vurguladım ya, sırf bu yüzden içimden mektup yazmak gelmediğini söyleyeyim. İlişkimi hiç kesmedim seninle. Senden uzakta kaldığım için değil. Sen istesen kendimi bir kalemde silerim ben. Ama duygularımın da seninle olan diyalogdan yararlanması lazım değil mi? Ah dostum, yazarken duygularımın rahatladığını bir görsen! O zaman bana ve böyle yazmama hak verirdin. Mektubumun daha çok uzamasını sen de isterdin. İsterdin; çünkü gerilmiş sinirlerim şu anda yatışmaya yüz tutmuş ve içimdeki boşluk dolmaya başlamış. Gülmeye çalışıyorum. Senin de o tatlı ve derin gözlerinin içinin güldüğünü görür gibiyim. Öyle olduğunu bildiğim halde, ben de insanım ya, yine kulaklarımla duymak, duyduklarımı bir de gözlerimle görmek istiyorum, senin de görmeni. Onun için yazıyorum işte, yazacağım da.

Niçin bir başınalığa kendimi attığımı hissettiğine kuşkum yok. Ama yine de ben söyleyeyim. Dostsuzluğun ne olduğunu bilirsin. Buralarda bizim ölçütlerimizdeki dostluk yok. Ondan daha önceden söz ettiydim. Senin şikâyetin de bu değil mi sanki? İki de bir dostsuzluktan ağladığımızın nedeni bu ya. Ama bugünlerde dostsuzluğun ötesinde başka şeyler görüyorum etrafımdakilerde. Bir garip hal görüyorum; hepsi bana yabancı sanki. Gözlerini çıkar bürümüş. İnsan satılıyor, duygular pazarlanıyor, her şey dayatılıyor. Senin fikrini soran kim? Herkes herkesten korkuyor. İki kere ikinin dört edercesine bilinen şeyleri söylemekten herkes çekiniyor. Bir korku sinmiş bende, onlarda ve öbürlerinde. Sanki bulaşıcı bir hastalık kol geziyor. İnan “veba” bundan daha korkunç değil; en azından bana öyle geliyor.

Aynı duyguları ve aynı düşünceleri paylaştığımı sandığım birine ne dediysem; işte o söylediğimden ötürü bana bön bön bakmaz mı? Ah dostum; insanların bol olduğu bir ortamda bir başınalığı yaşamanın ne olduğunu bilirsin. Gürültüler içinde kimsesizliği yaşamaktansa, yalnızlığı, bir başınalığı desem daha iyi,  tadıyım dedim. Ne olur bana bunu fazla görme! Bana bir şey olmaz; merak etme. Olsa da senin o güçlü duyguların beni yalnız bırakmaz. İnanır mısın, bir başına ben gerçek diyalogu yaşıyorum.

Senin diyaloglarının derinliğini biliyorum. Sen de bir büyük diyalog içinde benim de nasıl rahatladığımı hissediyorsun herhalde. Meğer kalabalıklar bu diyalogumun tam bir engeliymiş. Hele anlamsız korkular, iç dünyamı bir büyük savaşa döndürmüşler. Kılıç şangırtıları kulağımın zarını patlatıyor. Boş yere akan kanlar midemi alt üst ediyor. Hele kalleşçe arkadan vurmalara dayanamıyorum. İç dünyam savaş halinde; ama ben öyle iğreniyorum ki olup bitenden savaşı da bırakıyorum işte.

Evet dostum; özgürlüğe ne kadar hasret kalmıştım, farkında değilmişim.
Bir başına kalmışım buralarda, sessizliğe hasretmişim. Geceleyin karanlığı dinlemekten haz duyuyorum. Gündüz dağlar, deniz ve yamaçlar benim sohbet objelerim; onlarla sessiz konuşuyorum. Bunlar bana verdiklerinin yanında nedir demiyorum; çünkü ben bu romantik sessizlikte oldukça huzur buluyorum. Bir de özgürlüğümü bahşediyorlar bana, özgürlüğümü, sevgili dostum! Bu sessizlikte öyle diyalogum oluyor ki, bana sevinç gözyaşları döktürüyor.

Elbette yazacağım sana. Başkalarının anlamadığı yanlarımı yazacağım elbette. Daha çok günlerimiz olacak, dertleşecek, birlikte ağlayacak ve gülecek günlerimiz. Şimdilik bu kadar, desem!

İnan ki parmaklarımı tuşlara vurmaktan zorla alıkoyuyorum, sevgili dostum! Hoşça kal!
    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum