Dost

Dost ve dostluk üzerine ne şiirler yazılmış, ne anlamlı sözler söylenmiştir mutlaka… Ama bizim üzerinde duracağımız dostluk, Kur’ân hizmeti bağlamındaki dostluğun yüklendiği anlam çerçevsindeki tesbitlerdir.

Müellifi tarafından Risale-i Nur dairesi içerisinde üç kategori üzerinde durulmaktadır. Dost, talebe ve kardeş…

Söz konusu mektupta (1) kategorize edilen üç sınıfın daha iyi anlaşılabilmesi için, Külliyat içerisindeki ilgili kısımların da müzakere edilmesi gerekmektedir.

Buna göre Yukarıda sayılan üç tabakanın buluşma noktası Kur’ân, Sünnet ve Risâle-i Nur’dur ve Bediüzzaman’ın üç şahsiyetiyle ilgilidir.

Bunlar Said Nursî’nin iman ve Kur’ân hizmetindeki misyonunu ve görevlerini ifade eder:
1- Dost, “şahsî ve zâtî” şahsiyetiyle ilgilidir.
2- Kardeş, “abdiyeti ve ubûdiyet” noktasındaki şahsiyetiyle ilgilidir.
3- Talebe ise, “Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı” cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetiyle ilgilidir.

Bediüzzaman Hazretleri, görüşmenin üç meyvesini nazarlarımıza vermektedir:
1- “Dellâllık itibarıyla mücevherât-ı Kur’âniyeyi benden veya Sözlerden ders almak-velev bir ders de olsa.”
2- “İbadet itibarıyla uhrevî kazancıma hissedar olur.”
3- “Beraber dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinde el ele verip tevfik ve hidayet istemek.”

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, bu taksîmâtı gelecek hadîs-i şerîfe göre yapmıştır:

“Ya âlim (öğretici)ol! Veyâ müteallim (öğrenen) ol! Veyâ müstemi’ (dinleyen) ol! Veyâ muhîb ol! Sakın beşinci olma! Helâk olursun.”(2)

Bu hadîs-i şerîfte geçen “âlim” den maksat; fakihlerimizin ta’rîf ettiği âlimdir. O da şer’i ilimler olan  tefsîr, hadîs, fıkıh ve akideyi bilen kimsedir.

“Müteallim”den murâd; şer’î ilimler diye bilinen  tefsîr, hadîs, fıkıh ve akaid ilmini  öğrenen  kimsedir.

“Müstemi”den kastedilen;  şer’ì ilimleri dinleyen kimsedir. Yani ilim meclisinde bulunup onları dinleyen ve onların ilminden yararlanandır. Risale-i Nurlar da, Kur’ânın i’cazlı mânevî bir tefsiri olması hasebiyle Kurân ilimlerindendir.  

“Muhîb”den anlaşılan; bu ilimleri bilen, öğrenen ve dinleyen kimseleri sevendir.

 

“Beşinci” kısımda anlatılmak istenen ise; ehl-i ilme adâvet ve buğzeden câhil kimsedir. Bediüzzaman Hazretlerine ve Risale-i Nurlara (veya herhangi bir ehl-i sünnet âlimine)   düşman nazarıyla bakan, kin besleyenler de bu kısma dahildirler.

 

Bu açıdan baktığımızda, hadîs-i şerîfin  anlamını şöyle vermemiz gerekir:

“Ya şer’ì ilimleri bilen ol! Veyâ şer’ì ilimleri tahsîl eden ol! Veyâ şer’ì ilimleri dinleyen ol! Veyâ şer’ì ilimleri bilen, tahsîl eden ve dinleyen kimseleri seven ol! Sakın beşinci yani ilim ehline, Kur’ânî ilimlere eğilmiş, çaba sarfetmiş kişilere düşmanlık, kin güden cahil, bilgisiz biri olma!  Helâk olursun.”

 

İşte Üstâd Hazretleri, sözü geçen  mektûbunu bu hadîs-i şerîf üzerine kurgulamıştır. Şöyle ki:

 

Hadîs-i şerîfde geçen âlimden murâd; Kur’ân dellâlı olması hasebiyle kendisidir. Bedîüzzamân Hazretleri, hadîste geçen “müteallim” ta’bîri yerinde “talebe” ta’bîrini kullanmış. “Müstemi’” ta’bîri yerine kardeş ta’bîrini, “muhib” ta’bîri yerine ise; “dost” ta’bîrini kullanmıştır.

 

Üstâd Bediüzzaman’ın bu mektupta zikrettiği mes’ele, Risâle-i Nûr mesleğine özel bir hüküm değildir. Belki Bedîüzzamân Hazretleri, Kur’ân’ın dellâlı olması hasebiyle sırr-ı verâset-i nübüvvete erişmiş olmasından dolayı hadîsin hükmünü böylece ifâde etmiştir.

 

Mektupta geçen “Biz” ta’bîriyle, sırr-ı verâset-i nübüvvetle Kur’ân dellâlığı kast ediliyor,  beşerî şahsiyeti vurgulanmıyor.  Zâten beşerî kişiliği bu mes’elede söz konusu değildir.

Dostun özelliği ve şartından bahsederken:

1.Kesin olarak Risale-i Nur’a ve onlardaki imân hakikatlerine,

2.Kur’ân nurlarına dâir olan Kur’ân hizmetine ciddî taraftar olmayı şart koşmuştur.                                        Yani Hazret-i Peygamber (asm)’ın getirdiği bütün hükümlere ve zarûriyyât-ı dîniyyeye (dinin olmazsa olmazlarına) kesin olarak îmân etsin ve o hükümlerin icrâ ve uygulamasına tarafdâr olsun.

3.Haksızlığa,

4.Bid’alara kalben tarafdar olmamayı ve

5.Kendine de istifadeye çalışmaya gayret sarfetmeyi şartlar arasında saymıştır. 

                                                                                                                                                                              Haksızlıktan maksat  ise; Kur’ân ve hadîsi ve bu iki kaynaktan çıkan Ümmetin icmâı  (sahâbe-i kirâm ve müctehidîn-i izâmın icmâ’ı) ve fakihlerin kıyasını  kabûl etmemek ve onlara muhâlefet etmektir. Bu cümlede geçen “bid’a” ta’bîrinden maksat; şer’î deliller denilen Kitâb, sünnet, icmâ’-ı ümmet ve kıyâs-ı fukahâdan çıkan şeâir-i İslâmiyyenin yerine ikame edilen bugünkü ilmî, amelî ve edebî felsefedir. Toplumu kasıp kavuran yabancı adetler ve taklitçilik anlayışıdır. (ve dalâlete) yani yanlış ve yersiz yorumlarla  Kur’ân ve hadîsi te’vîl edenlerin bâtıl fikirlerine ve görüşlerine kalben tarafdar olmasın ve gücü oranında bu hakikatlerden faydalanmaya çaba sarfetsin. 

Görüldüğü gibi; Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, Kur’ân-ı Hakîm’in dellâlı olan kendisine ve beyân ettiği Risâle-i Nûr adı altındaki hakaik-ı îmâniyye ve envâr-ı Kur’âniyyeye dost olabilmenin beş şartı olduğunu açıkça bayan buyuruyor:

 

1) Hazret-i Peygamber (asm)’ın getirdiği bütün hükümlere ve zarûriyyât-ı dîniyyeye îmân etmek ve söz konusu hükümlerin uygulanmasına tarafdar olmak.

 

2) Haksızlığa kalben tarafdâr olmamak. Yani Kur’ân ve hadîsi ve bu iki kaynaktan çıkan icmâ’-ı ümmet ve kıyâs-ı fukahâyı kabûl etmek, Edile-i şer’ıyyeyi kabûl etmeyen ve muhâlefet edenlere de tarafdâr olmamak.

 

3) Bid’alara, yani İslâmî sembol ve alametlerin yerine (İslâm şeâiri), süfyanizmin eliyle sinsice ve cebren ikame edilen gayr-i İslâmî ve gayr-i ahlâkî sisteme kalben tarafdâr olmamak.

 

4) Dalâlet, küfür, şirk ve fesat şebekelerinin yanlış te’villerine ve bâtıl fikirlerine  kalben tarafdâr olmamak.

 

5) Hakàik-ı îmâniyye ve envâr-ı Kur’âniyyeyi ders veren Risâle-i Nûr eserlerinden elden geldiği kadar istifâde etmeye gayret sarfetmektir.

Bu şartları taşıyanlar ancak dost ünvanını kazanabilirler.

Talebe ve kardeş kategorileri, inşâallah gelecek yazılarımızda.

 

Dipnotlar:

1.Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, 26. Mektup, Onuncu mesele.

2. Keşfu’l-Hafâ, 1/134; Beyhakì; Mecmeu’z-Zevâid, 1/122

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum