Dkm’de bu hafta Adalet konusu işlendi

Dkm’de bu hafta Adalet konusu işlendi

‘’Adalet’’ konulu Dkm üniversite seminerini, hukuk fakültesi öğrencisi Muhammed Hünerli sundu.

Risale Haber - Haber Merkezi

21.11.2014 tarihinde, Dkm üniversite seminerini, Hukuk fakültesi öğrencisi, Muhammed Hünerli sundu. Adalet konulu seminerini üç başlık altında topladı:

1. Eski ve Geoit Dünyanın Eskimeyen ve Düz Kavramı “Adalet”

2. Hak Yolculuğunun Eşiği ve Anahtarı, Mahzi veya İzafi Değer “Adalet”

3. Mülkün Temeli İçin En Mühim Bir Prensip  “Adalet”

Seminerine, ‘’İlmi konuşmalar ve yazılar “efradını câmi ve ağyarını mani olmalıdır”. Yani konunun birinci dereceden içine giren noktaları alınmalı, o konuyu ilgilendirmeyenleri ise, dışında bırakmalıdır. Bu konuyu bu kaide çerçevesinde ele almaya çalıştık. Hele ki konumuz Kuranın 4 temel esasından biri olan adalet olunca bu kaideye riayet etmemiz daha da önem arz etti’’ diyerek başlayan Hünerli, ilk başlığına (Eski ve geoit dünyanın eskimeyen ve düz kavramı “Adalet”) ‘’Ne tebeddülü mekan ne de murürü zamanın eskitemediği insanlığın muhtacı olduğu ve her daim aranan yegane değerlerdendir adalet’’ diyerek başladı.

Adalet kelimesini terminolojik ve hukuki olarak inceledi ve İslam literatüründe ve hukukundaki yerine; ‘’Adl ve  Adalet ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak,  içi, dışı, özü, sözü, fiil ve davranışlar ile eşit olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermek. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek terbiye etmek, Cenab-ı  hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek,  suçluya Allah'ın emrini icra etmek, herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak  anlamlarına gelmektedir’’ sözleriyle değindi.

·           “İsmet ibrahimiyetle değil ademiyetledir” anlayışının toplumda yeşermesi ve meyve vermesidir. (Bilhassa ehl-i iman açısından )

·           Şeyh Edebalı’nın ve Hz Ömer’in düşüncelerinden hareketle “  Devletin yaşaması ve mülkün temeli için  halkı yaşatırken ekmek ve su kadar elzem bir prensiptir adalet”

·           Adalet kelimesi genel manada verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.

Maddelerini sıraladı.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nur’da adalet kavramını ikiye ayrdığını belirtti: ‘’Biri müspet adalet, diğeri menfi adalettir. Müspet adaletten kast edilen, her hak sahibine hakkını vermektir. Yani, tüm varlıkların yaşamları için gereken hem bedenlerinde ve ruhlarında hem de yaşadıkları çevrede – her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Adaletin bu kısmı yeryüzünde tam olarak gerçekleşmektedir.’’ Diyen Hünerli, bunları açıkladı ve ‘’Cenab-ı Allah bütün mahlukatın erzak ve teçhizatını en uygun şekliyle veriyor. Hiçbir mahluk unutulmuyor ve karıştırılmıyor. Mesela bir sineğe kartal kanadı takılmadığı gibi bir kartala da sinek gözü verilmemiştir’’ dedi ve deveye ve onun bütün teçhizatlarının tam da çöl şartlarına uygun olarak verildiğine de değindi.

‘’Veyahut biz insanların yaşamlarımızı idame ettirebilmemiz için gerekli erzakların gayb vagonuyla hiç unutulmadan ihmal edilmeden mütemadiyen gönderilmesi manidardır.  İşte numunelerini vermeye çalıştığımız bu ism-i adilin cilve-i azamından gelen kainattaki adalet-i tamme(üstadın ifadesiyle) beşere de adaleti emrediyor.

Adaletin menfi kısmı ise haksızların terbiye edilmesi ve cezalarının verilmesidir. Adaletin bu kısmı, yeryüzünde tam anlamıyla gerçekleşmemektedir. Özellikle insanlara bakan yönünü büyük kısmı ahiretteki “ mahkemyi kübraya” bırakılıyor. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin belirttiği gibi Zalim izzetinde mazlum zilletinde göçüp gidiyor demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.

Burada bu bağlamda değinebileceğimiz bir hususta Allah’ın imhal etmesi ancak ihmal etmeyeceği hakikatidir. Yani Allah mühlet verir ancak ihmal etmez er geç hak eden hak ettiğini bulur. Mühlet vermesi şöyle yorumlamıştır. Evet Allah mühlet verir zulmeden, birinin hakkına tecavüz eden eğer bu mühlet içersinde hak sahibine hakkını verir veyahut helallik alırsa ne ala yok olmazsa zaten Allah tarafından cezalandırılacaktır. Hem dünya daru-l hikmettir-daru-l imtihandır, daru-l mükafat ve mücazat ile daru-l kudret değildir. Bu dünya müminin cehennemi kafirin cenneti olması bu sırdandır.’’

İkinci başlık, ‘’Hak Yolculuğunun Eşiği ve Anahtarı, Mahzi veya İzafi Değer Adalet’’ çetrefilli bir konu olduğunu ve geçmeden evvel, Cemel vakasına değinmek gerektiğini belirtti. bilmemiz gereken, sahabe efendilerimiz, hepsi ehl-i cennettirler, ehl-i sevaptırlar, dedi.  ‘’Asi bir gruha mensup 40 kişilik bir grup Hz. Osman’a saldırmıştır ve içlerinden biri O’ nu şehit etmiştir. Cenab-ı hakkın cana kastetmeye ilişkin kısas emri fiiliyatta ancak bir kişiye uygulanabilir durumdadır ve o kişi de henüz belirsizdir. Hz. Ali (r.a) ortalık yatışıp katil tespit edilene kadar bekleme kararındadır. Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ve Aişe-i Sıddıka (radiyallahu teala aleyhim ecmain)  ise geciken adaletin yeni cinayet ve zulümlere kapı aralamasından endişe etmektedir. Yani iki zıt yaklaşım ortaya çıkmıştır bir tarafta “Hiçbir günahkar(suçlu) başkasının günahını yüklenemez” mealindeki ilahi emri esas tutarak bir kişinin işlediği bir cinayetin başkalarına yüklenemeyeceğini düşünen Hz. Ali (r.a) diğer tarafta  “Fitne ölümden beterdir, daha büyüktür.” (Bakara 191) mealindeki ilahi ikazı rehber edinerek cinayetin yapanın yanına kar kaldığı görüntüsünün yeni cinayetlere davetiye çıkaracağı düşüncesinde olan ve kamu selameti amacıyla muhtemel cinayetleri engellemek için madem ki cinayeti işleme eğiliminde idiler o halde ceza hepsine birden yüklenmelidir görüşünde olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ve Aişe-i Sıddıka (radiyallahu teala aleyhim ecmain)...’’

‘’Yani aslında şu ikilemlere cevaplar aranmaktadır. Gelmesi muhtemel bir zararı önlemek için şahsi hukuklar feda edilebilir mi? Kamu yararı mı daha önceliklidir, bireysel haklar mı? Toplum mu asıldır fert mi?’’

‘’İşte İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, adalet-i mahzayı Şeyheyn( Hz. Ebubekir ve Ömer) zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilafet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise, "Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var." diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise, hakikî sebeb değiller, bahanelerdir.

Madem sırf lillah için ve İslâmiyetin menafi'i için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktul ikisi de ehl-i Cennet'tir, ikisi de ehl-i sevabdır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali'nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azaba müstehak değiller. Çünki içtihad eden hakkı bulsa, iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatasından mazurdur.

Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kâl etme. Çünki hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennet'tirler

Bu şekilde bir girişten sonra adalet-i mahza ve adalet-i izafiye kavramlarını açıklamaya çalışacak olursak ;

Adelet-i mahza ; Adaletin tam hakikisidir, herhangi bir nispiliğe izafiliğe yer vermeden adaletin tam manasıyla gerçekleşmesidir.Üstadımızın ifadeleri ile ;

 “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesad çıkarmamış birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Suresi/32)

“Ayetin mana-i işarisi ile bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi umumun selameti için feda edilemez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde, hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka meseledir.
 

Yani bireysel hakları kamu yararına, fertleri topluma, kişileri devlete,  cüzü külle feda etmeyen adalettir.

Adalet-i mahzanın bir yönü de bir suçlunun sadece kendisinin (suçunun büyüklüğü nispetinde) ceza görmesi, yakınlarının ise bir cezaya uğratılmamasıdır. Anayasalara da giren (1982 Anayasası, Md.36/2) bu ceza, hukukun en temel prensibi, suçta ve ceza da şahsilik diye anılır. Bediüzzaman bu prensibi (suçun başkalarına sirayet etmemesini), bir kusurlu kişinin kusurlu davranışının, diğer masum yönlerine sirayet etmemesi şeklinde daha da ince ve insani bir şekilde ifade etmektedir (suçların münferidliği)

Bu görüş aslında kısmen de olsa çağdaş hukuk uygulamalarında yer almaktadır. Şöyle ki, sanığın iyi hali (masum sıfatları) tekerrür ve sabıka durumu ceza hukukunda, iyi niyet ve kötü niyet de hukukun her alanında (özel hukukta) yargılamayı etkilemektedir. Fakat üstadımızın en önemli ve orijinal yaklaşımlarından birisi, günlük hayatta, hukuk dışında da bu hakkaniyetli yaklaşımını sürdürmesi, insanları adil ve ahlaki bir değer ile techiz etme çabasıdır.

Adalet-i izafiye ise Küll'ün selâmeti için, cüz'ü feda eden adalet usulüdür. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. “Ehvenü’ş-şer” diye, bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır.

Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise adalet-i izafiye gidilmez; gidilse, zulümdür

Çok cay-ı dikkat ve hayret bir noktadır ki üstadımız adalet-i mahzayı Kur'an'ın Kanun-ı Esasisi, vatanın selameti için eşhasın hukukunu nazara almayan adalet-i izafiyeyi ise Vahşet ve bedeviliğin kanun-ı esasisi olarak görmüş ve nitelendirmiştir.

Görüldüğü gibi üstat hazretleri adalet-i mahzaya yaptığı vurgu ile  adalet-i mahzanın ideal ve esas olduğunu ancak sosyal ve fıtri şartların bir sonucu olarak zorunlu ve haklı bir sebebin vukuu halinde adalet-i izafiyenin uygulanabileceğini, ancak bunun da suistimallere açık olduğunu ve tespitinin kolay olmadığını ve Sahabelerin bile hataya düşüp, yanlış karar verebildiklerini, önemle ifade etmektedir.

İşaret-ül icaz ve münazaratta geçen şu ifadeler bizlere adalet-i izafiyenin de uygulanabileceğini gösteriyor.

Adâlet-i İlâhiyenin tam mânâsı ile tecelli etmesi için haşre ve Mahkeme-i Kübrâ'ya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün. İ.İ

Bazı noktada şer olsa da ehven-üş şerdir. Ehven-üş şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhat!.. Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.

Münazarat ( 82 )

img_2271.jpg

Bu hususu biraz daha toparlamaya çalışacak olursak ; Evet dünya daru-l himettir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ehvenişer düsturuyla adalet-i izafiye yapılması gereken durumlar olmuştur-olacaktır mesela Diyarbakır da terör estiren 50 kişilik bir gruba mensup biri tarafından bir cinayet işlense ve o bir kişiyi tespit etmek adına denenen bütün yollar çaresiz kalmışsa o 50 kişiyi de adalet-i izafiye nevinden ehvenüşşer-i uygulayarak  cezalandırabiliriz. Acizane kanaatimize göre şu birkaç husus oldukça önemlidir ;

İlk olarak Adalet-i mahzanın tatbikinin mutlak surette mümkün olmaması gerekir.

İkinci olarak söz konusu kişilerin hiçbirinin mutlak surette masum olmaması şarttır ( fesat çıkarmış veya cana kıymış olması şarttır)

Üçüncü olarak mutlaka 2 şer olmalı ve bu şerlerden daha hafif olanı tercih edilmeli. Örneğimizden hareketle bir tarafta 49 kişinin hak etmedikleri bir ceza ile cezalandırılması diğer tarafta cezalandırılmadıkları takdirde bu birçoklar tarafından bu yolla cinayetler işlenmesi suretiyle kamu düzeninin bozulması var.

Söz açılmışken ehvenüşşer kavramına da kısaca değinelim. Ehvenüşşer ; İki şerli işin veya şeyin daha az zararlısı demektir. İslam hukukunda da sıkça kullanılır bu kavram ve orada da önemli bir düsturdur. Üstadımızın Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesîri intac eden bir şer terkedilse; o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesîr olur. (mektubat )prensibini ehvenüşşer olarak anlıyorum.

Ancak;
 Tekrar etmekte fayda görüyoruz ki Ehven-i şer" adına izafi adalete kapı açmak için, hakikî adalete açılan kapıların bütünüyle kapanmış olması şarttır. Adalet-i mahzadan taviz verilerek adalet-i izafiye namına "ehven-i şerdir" diyerek "Cemaat için fert feda edilir" prensibi zamanla su-i istimale uğramış ve zalim siyaset kendi siyasetine alet etmiştir. Böylece pek çok zulüm ve haksızlıkların kapısı açılmıştır. Bunlara örnek olarak;

- Üstadımız Yezid'in Ehl-i Beyt'e yaptığı zulümlerin altında ehven-i şer düsturunun yanlış uygulamalarının bulunduğuna dikkat çeker.

-Üstadımız eskiden siyasetle hararetle meşgul iken, bırakma sebebini beşer siyasetinin bir kanun-u esasi (esas kanunu, anayasası) hükmünde olan adalet-i izafiye (ki, birçok zaman zulme dönüşüyor) anlayışı olduğunu açıklıyor. Keza insan nev’inin tarih boyunca işlediği dehşetli cinayetlerin ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sebebi olarak gösteriyor.

-Tarih, bir cani için bir köyün ya da bir kasaba ve bir şehrin altı üstüne getirildiği günlere şahittir. Ne gariptir ki, çağımızda, bilginin en geçerli olduğu özgürlükler çağında, yani günümüzde, bu evrensel hak anlayışı özümsenemediği için, korkunç cinayetler altı milyar insanın gözü önünde işlenip durmaktadır.

-Buna parelel olarak kendi vatanımızda köylerin yakılması veyahut karşı taraftan terörist-vandal grupların bizzat burada Diyarbakır da binlerin hayatlarına müdahale etmek suretiyle ihlallerde bulunması.

-Hiroşima ve Nagazaki de savaşın tarafı olmadıkları halde yüz binlerce çocuk, yaşlı, hasta ve sair sivillerin katledilmesi.

-Amerika da ikiz kulelerin bombalanması olayı.

-Yüzüne tükürülesi insan topluluğunun Filistinli mazlumlara yaptığı zulum.

-Zalim Esad rejimi ve Sisi zihniyetinin mazlum ve masumlara kıyması.

-Bir kişi veya Müslüman tarafından Müslüman olmayan bir fiil nedeniyle yakın tarihte İsveç ve diğer zamanlarda başka ülkeler tarafından o ülkede bulunan diğer Müslümanlara zorluklar yaşatılması.

Vs. vs. mana hasıl olmuştur umarız, işte böyle çetrefilli- elastiki bir konu adalet-i izafiye ve ehvenişer meselesi. Dolayısyla her somut olay ayrı olarak değerlendirilmeli ve adalet-i mahzanın uygulanabilirliği söz konusu ise adalet-i izafiyeden mutlak surette kaçınılmalıdır.’’

3.Mülkün Temeli İçin En mühim Bir Prensip  “Adalet”

İnsan hayvanlardan farklı ve özel olarak acip ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. Bu yaratılış ile kendisine hadsiz duygular verilmiştir. Bu hadsiz duygulardan insanda hadsiz eğilimler, meyelanlar ortaya çıkmıştır. Bu hadsiz meyillerin hadsiz ihtiyaçları vardır. Hadsiz ihtiyaçları yerine getirebilmek için de hadisiz sanatlara, hünerlere ihtiyaç vardır. Bir insanın hadsiz sanatları yoktur dolayısıyla insanlar ticaret ederek, meslekler kurarak iş birliği içersinde olmak suretiyle birbirine yardım etmelidir. Bu yardımı ederken insan sınırlandırılmamış ve terakki için başı boş bırakılmış kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye ile diğer insanları kandırabilir zulüm ve tecavüzler baş gösterebilir. Onun için bu sistemin doğru alışması lazımdır, bu doğru çalışma içinde adalet şarttır. Bu adaletin herkese adil olması, herkese hitap edebilmesi için herkesi ve her şeyi tanıyan beşeri acizliklerden münezzeh olan bir Allah tarafından ortaya konması lazım. O sistemin ta kendisi şeriattır. Bu şeriatı uygulayabilmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. Peygamberler (aleyhimüsselam) ise peygamber olduklarını kanıtlayabilmek için mucizeler gereklidir. Peygamberler kanunları uygulayabilir ancak uygulatmada zorlanabilirler. Beşerin adaleti tam manasıyla uygulaması için kalben, ruhen ve fikren bağlı olması lazımdır.  Beşerin bağlı olması içinse aklında sürekli kanun sahibinin olması ve onu hatırlatması şarttır. Bunun içinse sürekli O’na ibadet etmesi lazımdır. İbadetlerin içinde en büyüğü ve bütün ibadetleri içine alan namazdır. Namazın özü de ihlastır, Allah rızası içindir.

İşaretü-l icaz’ın ilgili kısmından anladığımız bu elmas değerinde tespitlerle üstadımız hem adaletin toplum için ne denli ehemmiyetli bir prensip olduğunu  hem de adalet-ibadet ilişkisini aktarmakta bizlere. Nitekim dünya ömrünün ilk demlerinden bu yana adalet her zaman yönetimlerde kut ve gıda gibi hayati öneme sahip olmuştur. Devletlerin varlıklarını devam ettirebilmesinin yolu adil yöneticiler ve adaletli muameleler şeklinde devam ede gelmiştir. Hele ki günümüzde insan hakları, hürriyet, demokrasi, eşitlik ve bir nevi bunların tamamının hayat bulmasından ibaret olan adalet gibi değerler devletlerin meşruiyet kaynağı konumunu almıştır.

Hal böyle olunca gerek halk gerek sivil toplum kuruluşları gerekse uluslar arası kurum ve kuruluşlar ideal olan adeleti bulmak, daha eşitlerin olmadığı bir düzen kurmak maksadıyla çalışmaktadırlar. Bizde bu dersimizin bu kısmında üstadımızdan aldığımız dersle onun fikirleri ışığında adil olan adelete nasıl ulaşılabileceği konusunda bu uzun mesele de kısa ancak mühim olduğunu düşündüğümüz birkaç hususta fikir beyan edeceğiz.

Evvela değinilmesini üzerimize hak bildiğimiz bir husus şudur ; Bu gün dünya üzerinde uygulanan adalet ne batı kanalıyla servis edildiği gibi Avrupai bir kavram olup Batı da dört dörtlük uygulana gelmekte ne de yine aynı yollarla lanse edildiği ve habbe 100 kubbe yapılarak sunulduğu gibi İslami adalet zulümlere kapı aralayan bir adalettir.

Evet şu sözünü ettiğimiz hakikatlerin iddiadan ibaret olmadığını dünya üzerinde cereyan eden olaylara gözünü kapamayan elbette anlayacaktır. Nitekim çok yakın bir tarihte Marmaray filosunda tam bir insanlık suçu işleyenlerin batı adaletinin önüne bile çıkarılmadığına adeta adalet terazisinin bu vaka karşısında kollarını kaybetmiş kötürüm rolü yaptığına şahit olduk. Bunun yanında masumların katledildiği İsrail sorununda da aynı adalet uygulayıcılarının gözünü kapatıp kulağını tıkadığına bizzat şehadet etmiş bulunmaktayız. Bunun yanında bilhassa dış politikada uyguladıkları menfaat, çıkar eksenli çifte standartlı muameleleri de hepimizce malum.

Ancak üstad hazretlerinin de belittiği gibi Avrupanın da iki kısım olduğunu ve bir kafirin bazı mü’min sıfatlarının bulunabileceğini unutmamalıyız. Diğer taraftan evvela bilmemiz gerekir ki evet her bir fen ve ilim Cenab-ı Allah’ın bir ismine dayanmaktadır ve o hakikatin kemal mertebesi Cenab-ı Allahın ismidir. İnsan hakları konusunda dünyada vuku bulan gelişmeler ism-i hakkın şuaları olduğu gibi ideal adalete yaklaşılması da ism-i adlın tecellisidir. Bu bağlamda İslamiyetin adil olan, hakiki olan adaleti bağrında barındırdığı hem malumdur hem de tarih buna şahittir.

İbret meşheri olan tarihimize(Milliyetimiz İslamiyettir) baktığımızda Resul-i Ekrem (a.s.m)’ın henüz gençlik yıllarında mazlımların haklarını muhafaza için hilfu’l fudula(erdemliler topluluğu) üye oluşu, İnsan hakları beyannamesi hükmündeki Veda hutbesi, eşitlik ve adalete dayalı Medine şehrini  kurması, malum hırsızlık vakasında “Vallahi kızım Fatma olsa onun da elini keserim demesi “  Fatih Sultan han hazretlerinin rum mimarla eşit koşullarda muhakeme edilmesi, Halife-i ruyi zemin Hz. Ömer (r.a) ile bir hristiyanın ki bu Hristiyan İslam hükümetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine kanunlarına muhalif olduğu halde aynı mahkemede yargılanması ve o hristiyanın halinin nazara alınmaması açıkça gösterir ki İslam adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz.

Evet dünya daru-l kudret olmadığı ve bütün isimlere azami mertebe mazhar olunamadığı ( Hz. Peygamber (asm) müstesna) ve beşer kusurdan Müberra olmadığından hakiki adaleti bulmak ve uygulamak belki çok zor hatta imkansızdır ancak onun için savaşmak müminin şeni olduğu gibi en büyük ibadetlerden olduğu kanaatindeyiz.  Bunun karşıtı olarak ta zaten dünyanın çivisi çıkmış, sistem böyle vb sözler ile “İslami hareketler bitti” veya “İslami hareketlerin devlet talepleri yok” düşünceleri mücadeleye bileği, yolda yürümeye yüreği olmayanların söz ve düşüncelerdir. Bize düşen üflemekle sönmeyen bir güneş hükmünde olan İslamiyet’in ruhunda olan adaleti bulmaya çabalamak. Maniy-i her kemal olan yeis kuyularında boğulmak yerine paslanmış bihemta bir elmasın daima mücella cama müreccah olduğunu unutmayarak ümit vadilerinde at koşturmaktır. Ayrıca aklımıza kazımalıyız ki İslâmiyet insaniyet-i kübra ve şeriat ise medeniyet-i fuzla (en faziletli medeniyet) olduğundan; âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Eflatuniye (Eflatunun hayal ettiği faziletli şehri ) olmaya sezadır (layıktır)’’ dedi. Seminerini, ‘’Adaletimiz ne aciz ne de zalim olmalı hem güçlü hem de hakperest olmalı. Evet Kuvvetsiz adalet aciz,  adaletsiz kuvvet zalimdir’’ sözleriyle noktaladı.      

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.