Diyarbakır’da karpuz kesmek

Geçen hafta sonu Diyarbakır’daydık. Davete icabet ettik. Mutlu bir günün, bir yıllık hâsılatın harmanı için kutlama vardı. Şenlik demek daha yerinde olur.
Sonunda karpuz kestik, o anı değerlendirmemenin her zamanki psikolojisi ile en sonunda bir dilim de biz yiyebildik. Ama tadı hala damağımda. Gerçekten midemdeki karşılanışı çok harikaydı.

Programın adı “6. Geleneksel Diyarbakır Mezunları Karpuz Kesme Günleri.”
Dört saatlik yoğun, tempolu, dinlendirici, düşündürücü ve eğlendirici programın tek eksiği 1500 kişilik bir salona sığmasıydı. Bir açık hava şöleni olabilirdi. Çünkü Diyarbakır kadar, Türkiye’nin de görmeye muhtaç olduğu bir tablo vardı.

Sosyolojik şablonları aşan, klasiği geleceğin profesyonelliği ile yenilemek isteyen, birliğin sevgi merkezli mesajlarını veren aktif ve coşkulu bir program vardı.

Neler yoktu ki?
Kur’an-ı Kerim’in açılıştaki tilaveti dışında bir kez de dünya ikincisi Celil hocadan dinledik. Adeta titredik, ihtizaza geldi bütün latifelerimiz. Lise yıllarımızın Kur’an bülbülü Abdüssamed’i dinler gibiydik.

“Sahabelerin izinde” sinevizyonunda, Halit Bin Velid’in (r.a.) oğlu tarafından 630’larda fethedilen Diyarbakır’ın sahabelere mekân olmuş izlerini ve günümüzde sahabe mesleğinin nurlu simalara yansıyan hizmet heyecanlarını seyrettik.

“Zübeyir’in müdafaası” skeci, Afyon mahkemesi salonunda çınlayan hakikat sesini genç bir Zübeyir üzerinden yankılatıyordu.

Kız çocuklarının  Peygamberimiz (a.s.m) ile alakalı “Kırk yaşındasın, hala ümmetinin başındasın”la biten rikkatli şiirin “sevgililer sevgilisine” takdimi muhteşemdi ve masum çocukların istikbal umuduydu.

“Bir portre” belgeseli vardı. Beyin gücü ve kalp enerjisi ile mesleki zekâsını hizmet sadakati ile bütünleştirmiş Orhan hocayı anlatıyordu. Abidevi pederi Sabri amca, çok genç profesörümüzün muvaffakiyet yolculuğu ve model fedakârlığı vardı.

“Grup ne alaka, üçü bir arada” ile yola çıkmış genç müzikçilerimizin/kardeşlerimizin Arapça  seslendirdiği parça salona renk kattı. Çınladı durdu mekan. Hoş bir klipti. Keşke bütün Diyarbakır gençleri GAP TV ya da TRT’den izleyebilselerdi.

Günümüzün fitne odaklarına çok güzel bir gönderme vardı sırada. Erganikon  isimli mizah ve senaryo beyaz perdeye yansıdığında nefis espriler, hiciv ve benzetmelere tanık olduk. Kolonla tolon gibi bir şeydi. Erganik-on, onbir, yirmi uzayıp gidecek gibi. Merkezi ise “Ergani” ilçesi imiş (!)

Profesör Ahmet Keleş beyin sazı ise, ozanlığın akademik temsili ve kalitesiydi. “Bozkırın Tezenesi” ile bizi Orta Anadolu’nun Neşet Ustasına götürdü. “El çek tabip yaramdan…” dedi. “Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” dedi. “Gizli yara”ya merhem aradı durdu. Sanatın estetiğiydi.

Şiir dinletisinde bölgenin yanık ve dobra sesi vardı. Abdurrahman Iraz, merhum Necip Fazıl’ın “Sakarya” şiirini okudu. Şaşırtacak kadar performansındaydı. “Kim demiş suya vurulmaz perçin?” kıvamındaydı.

Dicle Üniversitesi konservatuar öğrencileri ise, geleceğin sanatçıları olduklarını ispatlarcasına hâkimdiler sahneye. “Köprü altı kapkara, ana gel beni ara” türküsünde, hüzünlendim. Yaşatılan fitnelere, ırkçı hiddetlere, teröre ve jakoben sistemin ürünü olan faili meçhul/malum trajedilere/cinnetlere takıldım birden.

Ne köprü altında oynayan çocuk kaldı, ne de onu o kadar emin yerde arayacak anne. Her kez daha acılı. Ve bırakın çocuğu ve canlıyı, ölüyü bile petrol kuyularında arıyoruz maalesef.

“Fincanın etrafı yeşil” türküsü de beni bir espriye itti. Şehirlerin fincan olduğu bir karanlık dönemde etrafı “Yeşil”le çevriliydi gerçekten. Bu iki türküyle zihnimde kurduğum bağ beni uzun süre düşündürdü. İnşallah türküler aslını yaşatır yine. Ve çağrıştırdığı,bağ kurdumuz menfilikleri unuturuz.

Özgün bir tiyatral çalışma daha vardı. Mahalli dille “Melle” çatışması vardı. “Melle İdris Melle Nuri’ye karşı” idi. Mollalığın bölgedeki ağırlığı ve iki farklı yaklaşımı sergileniyordu.

Halk oyunları gösterisinde ise, oldukça genç bir grubun dinamizmi vardı. Ekibin Türkiye birincisi olduğunu öğreniyoruz. Çalıştırıcı arkadaşımız oldukça iyi yetiştirmiş o  gencecik fidanları.

Unutmayıp sona bıraktığım iki sahne ve iki performans daha vardı. İkisi de muhteşemdi. En azından beni utandıracak kadar heyecanlı ve aktif idiler.
Biri, Askeri Yıldız Ağabey. Oğlunun desteği ile bastonla çıktığı sahnede, “Hoş geldin” diyecekti. Ve demeye başladı: Önce bastonunu emanet etti birisine. Sonra oğlu çekildi. Üçüncü hamlesi, cebinde hazırladığı kâğıdını çıkarmak oldu. Metne neredeyse hiç bakmadan, sadece tedbirci yaşın gereği elinde tutarak salona döndü ve haykırdı haykırabildiği kadar:
“Ey üç yüz sene sonraki asrın arkasında duran ve sakitane nurun dersini dinleyen Hamzalar, Ömerler, Tahirler……” 10 dakikayı aşkın sürdü. Sahnenin uzunluğunu gidip gelerek kullandı ve yüreğimizi tatlandırıp acıtacak kadar etkiledi. Seksenine dayanmış yaşıyla  bir delikanlı gibiydi.

Sona doğru Diyarbakır Eğitim Grubu’nun (DEG) verdiği yılın ödülleri vardı. Yılın cefa, vefa, kristal, fahri hemşehri, dershane temsilcisi, sadakat, girişimci  vb. kategorilerde 50’nin üstünde plaket, ödül ve hediye törenine geçildi.  Mezunlara, öğrencilere, yarışmacılara ve katılımcılara verildi.

Yılın ağası seçilen Abbas Amca’da bunlardan biriydi. Hediye edilen tablosunu alırken, ağa duruşlu bir sükûnet içindeydi. Mikrofonu kapıp, konuşmasına başladığında yine risale ezberlemiş bir Teyp Tahir ağabey gibiydi. İlerleyen yaşına rağmen, gençlerle beraber ve hemhal olmanın candan ve mütevazı heyecanı ile yol arkadaşı olmanın hazzını yaşarcasına inletti salonu.
O da horhor medresesinin başında  mezarına çiçek bekleyen Üstadın ifadelerini okudu. Capcanlıydı ve az önceki halinden ve yaşından eser olmayan bir ağabey vardı. Bütün salonu tebessüme sevk eden, heyecanının eseri söylediği; “hakiki imanı elde eden adam meydana kâinat okuyabilir” sürçü lisanı bir hayli manidardı. Kendi nefsimi sorgulayacağım bir düşünceyi tetiklemişti. Belki size de faydası olur diye paylaşmak istiyorum:

Çoğu zaman, hakiki imanla “Kâinata meydan” mı okuyoruz?”
Yoksa Abbas amcanın sürç-ü lisanla doğruladığı şekilde, “Meydana kâinat” mı okuyoruz?
Meydan okumak, ya da meydana konuşmak. Meydanı aşmak, ya da meydan istemek. Meydan olmak, ya da meydana okumak. Bütünün üstünde kâinata, sahibi adına bakmak.

Üniversiteyi bitiren genç kardeşlerimizin uğurlanışı, kutlanışı, arkadaşlarınca omuzlarda taşınacak kadar birbirlerine kenetlenişleri ise bambaşka bir kavuşma ve buluşmaydı. Onların ödülleri ise aileleri üzerinden verildi. Hepsi çağrılıydı ve oldukça duyguluydular. Abla, teyze, amca, kardeş, abi, baba, anne… Kim varsa gelmişti.

Sonunda karpuzu kestik. Karpuzla birlikte; içi kıpkırmızı bir asalette, dışı yemyeşil ferahlıkta nur erlerinin, bütün menfi propagandalarda ismi kullanılan sahabeler şehri Diyarbakır’da ahlaki, ilmi, sanat dolu ve birlik ruhunun Anadolu varlığında beraberliğin temsili ile nefsi, şeytanı, bölücülüğü, deccalizmi, fitneyi, ırkçılığı ve firavunluğu kestiği bir semboldü.
Kesilen karpuzla birlikte bütün menfilikler kesildi gitti manen.
Ev sahibi nice isimsiz kahraman ve fedakâr gençlerin şahsında programın temposunu ve akışını iyi yöneten Mustafa kardeşimi de kutluyorum.
Alileri, Ömerleri, Kasımları, İbrahim Halilleri, Erdalları, Osmanları, Saidleri ve nicelerini tebrik ediyorum.

Ve ilmi irfanına, vefası cefasına, hizmeti himmetine pervane olmuş aziz kardeşim muhterem Aybak hocanın, meyve veren bu muhteşem ağaçların sadece gölgesinde dinlenmeye bile razı o müstağni haletini ve gayretini hassaten kutluyorum. Üniversite kurma yolunda attığı adımı ve tesis aşamasındaki teşebbüsü can-ı gönülden tebrik ediyorum.

Risale-i Nur’un gösterdiği Diyarbakır çok farklıydı, sahiciydi, gerçekti ve yerindeydi. Bu program, doğuda çözüm arayanlara, gençleri dağdan indirmek isteyenlere, doğu-batı fitnesine teşne olmak istemeyenlere ve vicdanı kanamamış her ehl-i hakka ve vatana çok şey anlattı.

Umarım seneye, büyük bir ovada veya açık havada dışa dönük bölümlerle Risale-i Nur bakışının toplumla bütünleştiği bir sanat ve kültür festivaline döner.
Emeği geçen herkesi nice gönül insanını en kalbi dualarla tebrik ediyorum.

**

Programın fotoğrafları için TIKLAYINIZ

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum