Dileseydik, o münâfıkları elbette sana gösterirdik

Dileseydik, o münâfıkları elbette sana gösterirdik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Muhammed (asm) Suresi 22-30. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:

22-(Ey münâfıklar!) Demek iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesad çıkaracak ve akrabâlık bağlarını koparacaksınız, öyle mi?

23-İşte onlar o kimselerdir ki, Allah onlara lâ‘net etmiştir. Sonra (bu isyankâr hâllerine binâen) onları sağırlaştırmış (*) ve gözlerini kör etmiştir.

24-(Onlar) Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) (**) üstünde kilitleri mi var?

25-Şübhesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, gerisin geri dönen (o münâfık)lar yok mu, şeytan onlara (kötü amellerini) süslemiş ve onları (uzun) emellere düşürmüştür.

26-Bunun sebebi; gerçekten onların, Allah’ın indirdiğini hoş görmeyen kimselere (o yahudilere): “Bazı hususlarda size itâat edeceğiz!” demeleridir. Hâlbuki Allah, onların gizlediklerini biliyor.

27-Artık melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken (hâlleri) nasıl olacak!

28-Bunun sebebi şudur: Şübhesiz onlar, Allah’ı gazablandıran şeylere uydular ve O’nun râzı olduğu şeyleri hoş görmediler. Bunun üzerine (O da) onların amellerini boşa çıkardı.

29-Yoksa kalblerinde bir hastalık (nifak) bulunanlar, Allah, kinlerini aslâ ortaya çıkarmayacak mı sandı(lar)?

30-Hâlbuki dileseydik, onları (o münâfıkları) elbette sana gösterirdik de kendilerini muhakkak sîmâlarından tanırdın. (***) Yine de onları mutlaka konuşma(larının) üslûbundan tanırsın. Allah ise, amellerinizi bilir.

(*) “Kulaktaki zar, nûr-ı îmân ile ışıklandığı zaman, kâinâttan gelen ma‘nevî nidâları (sesleri) işitir. Lisân-ı hâl (hâl dili) ile yapılan zikirleri, tesbîhâtları fehmeder (anlar). Hattâ o nûr-ı îman sâyesinde, rüzgârların terennümâtını (hoş seslerini), bulutların na‘ralarını, denizlerin dalgalarının negamâtını (nağmelerini) ve hâkezâ (bunun gibi) yağmurlardan, kuş vesâire gibi her nevi‘den Rabbânî kelâmları ve ulvî (yüce) tesbîhâtı işitir. (...) Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o lezîz, ma‘nevî yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır. Ve o lezzetleri îrâs eden (bırakan) âvazlar, mâtem seslerine inkılâb eder (döner). Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbâbın fıkdânıyla (kaybedilmesiyle) ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle (bir sâhibin olmamasıyla) nihâyetsiz vahşetler (yalnızlıklar) ve sonsuz gurbetler hâsıl olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 64)

(**) “Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağına benzer) bir et parçası değildir. Ancak bir latîfe-i Rabbâniyedir (İlâhî hakīkatleri zevk eden bir duygudur) ki, mazhar-ı hissiyâtı (hislerinin göründüğü yer) vicdan; ma‘kes-i efkârı (fikirlerinin aynası) dimağdır (beyindir). Binâenaleyh o latîfe-i Rabbâniyeyi tazammun eden (içine alan) o et parçasına kalb ta‘bîrinden şöyle bir letâfet çıkıyor ki; o latîfe-i Rabbâniyenin insanın ma‘neviyâtına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin (maddî kalbin) cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet nasıl ki bütün aktâr-ı bedene (bedenin her yerine) mâü’l-hayâtı (hayat suyu olan kanı) neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kāimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukūta uğrar. Kezâlik o latîfe-i Rabbâniye, âmâl ve ahvâl ve ma‘neviyâtın hey’et-i mecmûasını hakīkī bir nûr-ı hayat ile canlandırır, ışıklandırır; o nûr-ı îmânın sönmesiyle mâhiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik (hareketsiz bir ölü) gibi bir heykelden ibâret kalır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 71-72)

(***) “Kur’ân’ın, münâfıkların şahıslarını ta‘yîn etmeyerek (belirlemeyerek), umum bir sıfatla, onlara işâret etmesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın siyâsetine daha münâsibdir. Zîrâ münâfıkların şahıslarının ta‘yîni ile kabâhatleri yüzlerine vurulsa idi, mü’minler, nefsin desîsesiyle (hîlesiyle) vesveseye düşerlerdi. Hâlbuki, vesvese havfa (korkuya), havf riyâya (gösterişe), riyâ nifâka müncer olur (götürür). Ve kezâ eğer Kur’ân onları ta‘yîn ile takbîh etse (kötülese) idi; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mütereddiddir (kararsızdır); etbâına (kendine tâbi‘ olanlara) emniyeti yoktur denilecekti. Ve kezâ bazen kötülük ifşâ edilmese (duyurulmasa) tedrîcen (yavaş-yavaş) zâil olması (geçmesi) ihtimâli vardır. Fakat teşhîr edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrîk eder. Fenâlığı daha fazla yapmasına bâis (sebeb) olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 77)

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.