Devlet cemaatlere de açılır mı?

Bediüzzaman Hz.lerinin Van’dan Barla’ya sürgünü neticesi burada ehl-i imanın imanını muhafaza için telif ettiği Nur Külliyatının insanlar tarafından yazılıp okunmaya ve bir cemaat oluşmaya başlaması üzerine, “bunlar rejim muhalifidirler, gizli cemiyet oluşturuyorlar, devleti ele geçirecekler” diye 1935 tarihlerinde başlayan tahkikatlar, mahkemeler, sürgünlerden en nihayet Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı’nın 1956’da Afyon’da beraat ve eserlerin iadesiyle bitmesine rağmen, Nur talebelerine yapılan bed ve menfi muameleler bitmemiş ve 1990 yıllarına kadar açılan 2000 civarındaki davalar da Nurcular lehine sonuçlanmıştır.

Bu tarihten itibaren Nur cemaati üzerine devletin gitmediğini görüyoruz. 28 Şubat fırtınasıyla eski günlere dönülmek istendi ise de kader müsaade etmedi.
Zaman zaman bazı olayları hep tersinden okumaya meraklı basın ve bazı bakar kör nevinden etkili yetkili şahıslar cemaatler aleyhine beyanat vermekteler. Maalesef bunca tecrübe ve bilgi birikimine rağmen cemaatlerden kuşkulanmakta ve cemaatleri tehlike olarak görmekte olduklarını anlamaktayız.

Oysa dikkatle baktığımızda ortada, 80 senelik gadre ve uğradığı hadsiz zulme rağmen devletine küsmeyen, müspet hareketle, asayişi muhafaza ederek iman hizmetine, Kur’an hizmetine devam eden bir Nur Cemaati var.
Aynı eserleri okuyan, İman ve İslamiyet muhabbetinin verdiği manevi ve uhrevi bir duyguyla meydana gelen bir cemaattir bu cemaat.. Aynı fakülteyi okuyan öğrenciler gibi.

Bu cemaatler: Yüz defa mahkeme kararlarıyla tescillenmiş ki, gizli veya açık bir cemiyet değiller.
Organize işlere tenezzül etmedikleri artık herkesin malumudur.
Hizmetlerini iştişarelerle, ekseriyetin temayülü doğrultusunda, mükâfatsız ve müeyyidesiz yapmaya çalışırlar. İstişaresiz ahenk ve hizmet olmaz. Buna inanırlar ve buna göre hareket ederler.

Bunlarda lider kavgası, ağabey sultası, çokluk, kalabalık olmak endişesi, tek söz sahibi, kürsü sahibi, mevzi, bölge sahibi olmaz. Tek kişi de kalsa, kimse, dinlemese de sabrederler. Azrail (AS) verilen canı bedenden alıncaya kadar davalarına, hizmetlerine devam ederler.
Siyasete Üstadlarının Kur’an’dan verdiği derslerle  tebe-i ve hariçten bakarlar, şeytandan kaçar gibi de çirkin siyasetten kaçarlar.

Niye diye sorarsanız, hizmetlerinde maddi bir menfaati gaye edinmezler, hizmet-i imaniyeyi sırf Allah rızası için yürütürler.  Kimsede bu hususta tereddüde mahal verecek en ufak bir şüphe bırakmamaya ve perde olup hiç kimseyi iman nimetinden mahrum etmemeye gayret ederler de ondan.

Siyasetle iştigal edenlerle alıp veremedikleri yoktur. Memlekete samimi hizmet etmek isteyenlerin muvaffakiyetlerine dua ederler, tavsiyelerde bulunurlar, yol gösterirler o kadar.
İman hizmetinde, kimseden hatta hükmeden her hükümetten hiçbir maddi ve manevi hayır beklemezler. Siyasilerden ve devlet güçlerinden tek istekleri gölge etmesinler karışmasınlar yeter, başkada bir şey istemez ve beklemezler.
Bunu manevi hizmetlere ve ihlâsa zarar verir endişesi ile reddederler.

Hizmetlerinde maddi manevi fedakârlık, meccanen, Allah için çalışmak esastır. Yorulmak, eziyet çekmek, dışlanmak zarar görmek, ikinci sınıf vatandaşlığa düşmek ihtimalleri varsa da ehemmiyet vermezler.
Düşmanlık beslemeye zamanları yoktur. En baş hasımlarının ıslah olması en büyük arzularıdır.

Aralarında ırk, din, dil, kök, vatan, rütbe, iş, aş, maaş sorulmaz. İnsan olana kapıları sonuna kadar açıktır.
Maddi silaha, kuvvete bakmazlar, onları güç olarak görmezler, aksine zayıf olanların kendilerini korumak için ihtiyaç duydukları şeyler olarak bakarlar.

Ellerinde sadece nur var, nur-u Kur’an var, İlmi hakikat var, izah var, ispat var, ikna var. Hak olan davalarının, ilim ve akıl ve mantık üzerine oturduğunu bilirler. Ve bunu herkese ispat etmeye hazır olduklarını düşünürler. Haklı olduklarını anlatmak için başka bir şeye ihtiyaç duymazlar, tenezzül etmezler.
Her yerde her mekânda iman davasını anlatmaya, izah ve ispat etmeye açıklar ve hazırlar.

Onlarda yeşil sermaye, beyaz sermaye yoktur, esasen sermaye edinmek de yoktur, aksine dava uğrunda sermayeden vazgeçmek vardır.
Bunlarda meczupluk, cerbezelik, safdillik, hile, hud’a, provakelere alet olmak, oyunlara gelmek, alet olmak, ona buna baston olmak, alayiş nümayiş yapmak, parti pıtırtı, dernek lokal yoktur.

Din ve dünya nimetlerine talip olduklarında, meşru ve doğru dairede talip olurlar. Fani dünya için ahiretlerini satmazlar, feda etmezler. Böyle bir ahmaklığa düşmezler.

Müspet ilim ve teknolojiye fen ve sanayiye, insana yararlı olan şeylere açıklar. Maddi ve manevi sükût-u ahlakı ve insaniyet-i netice veren dinsiz felsefe ve ahlaksız medeniyete ise külliyen kapalı dururlar.
İşi ehline verilmesinden yanadırlar.

Farzı muhal, iktidar bir tepsi içerisinde ikram edilse, “eyvah ihlasımız zayi mi oldu?” diye telaş ederler. Yeri geldiğinde verilen bu ikramı ellerinin tersiyle iterler. Ehil olana, o işi daha iyi bilenlere havale ederler.

İşte böyledir bu cemaatler… Üstadlarının buyurduğu gibi Ehü’l acaip ve ehü’l ğaraip bir topluluktur, biliriz ihtiyaçları yoktur ama yine de sual ederiz bu açılımda cemaatler de var mıdır acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum