Demokratikleşme Yolunda AB bize lazım mı? (1)

Demokratik açılımlarla ilgili müzakerelerin/ tartışmaların/ münakaşaların/ kavgaların tamamen gündemi tuttuğu bir sürecin içindeyiz.

Bu süreçte dünkü hatalarımızı, bugünkü durumumuzu ve yarın için gerekli olan demokratikleşme, insan hakları adımlarını beraberce ortaya koyup bütün farklılıklarımızı, çatışma alanı değil müzakere zemini olarak görmeliyiz. Bu bağlamda AB süreci ve bugüne kadarki ev ödevlerimiz ve bundan sonraki yapmamız gerekenler yeterince ışık tutmaktadır.

AB müktesebatında ilerleyişimizin ve imparatorluk kültürüne uygun yaklaşımlarımızın göstergeleri olan, son dönemlerin farklı, hatta uç denebilecek konu, gündem ve tartışmaları, 1908 İkinci Meşrutiyetten bu yana çözülememiş alanlardır. Demokratik açılım, cumhuriyetle paranteze alınıp, 100 yıl sonra açılan konuların hatırlanmasından başka bir şey değildir.  Artık gerçek demokratikleşme gündemlerimizle yüz yüzeyiz.

AB Sürecinde Tercih Seçenekleri

Demokratikleşme çıtamızı yükseltmede AB süreci en belirleyici vasıtadır. Bu vesileyle oldukça yoğun, gözlem ağırlıklı, fark etmeye dair ve kendimizi bu yeni coğrafyamıza/kıtamıza, doğru bir diyalogla girme yönünde AB ülkelerinde edindiğim yeni bilgilerle konuya girmek istiyorum. Bu itibarla oluşan bazı kanaatleri paylaşacağım.

İçerdeki açılıma AB perspektifinden bakarsak;  Tarihin bu çatışmalı, derin, farklı ve uzun yolculuğunda, özelde Türkiye, genelde Müslümanlar için AB sürecinde tercih konusu olabilecek dört seçenek var.

1-AB sürecinde her şeyi kabullenerek girmek, dönülemeyen yolu onlara göre tamamlamak.

2-Tamamen red ve kendimize dönüp “Biz bize yeteriz” diyerek yeni bir yol haritası belirlemek.

3-AB standartlarında günlük hayatımızı kolaylaştıracak teknik, sosyal, hukuki ve ilmi alt yapıları alıp, kendi milli yeteneğimize ve dini vecibelerimize uygun halde makul bir ortaklığa gitmek.

4-Olaylara göre tavır geliştirip bazen Avrupa, bazen Asya, bazen de Afrika türü reflekslerle iç politikaya, yerel alışkanlıklara ve evrensel söylemlere açık bir karmaşa ile devam etmek.

Belki beşinci bir tercihi düşünenler olabilir.

Şüphesiz dört tercihin de kendi içinde gerekçeleri ve ötekini reddeden görüşleri olabilir.

Bu seçeneklerin pozitiflerini bir araya getirip, negatiflerini arkaya atarsak, sanırım AB tezlerinde yakınlaşma ve ortak alan buluşmaları artacaktır.

Mevcut durumda Müslümanlar Avrupa Birliği üyesi AB sürecinde, birliğin Avrupa ile sınırlı olmayan bir yönü var ki, en kalkınmış ülkelerin en sefil sömürgelerinden topladıkları insanlarını/yurttaşlarını/halklarını da göz ardı edemeyecekleri bir noktaya gelmiş bulunuyorlar. Artık Avrupa kıtasında Zaire’den Tunus’tan, Fas’tan, Nijerya’dan ve diğer Afrika ülkelerinden en alt kümeden gelenlerin üçüncü kuşak çocukları var. Ayrıca, bağımsız Arap ülkelerinden, Türkiye’den ve Osmanlının ayak izleri ile büyüyenlerin yaşadığı bir Avrupa var.

1990 sonrası Rusya’nın çökmesi ile Demirperde ülkelerini kendi içine alan Avrupa’nın bir de bu ülkelerin sosyo-ekonomik düzey farklarını telafi için yoğun bir çabası var. Avrupa Hıristiyanlığı ekseninde istenen bu yapıya, son 10 ülkenin dâhil olmasıyla, aynı zamanda bu ülkelerdeki Müslüman vatandaşları da girmiş oldular.

Orta Asya’daki ülkelerin Rusya ve Avrupa arasında gelişen yeni trafikleri de ayrı bir gündem olarak Kafkasya varlığını hissettirmektedir.

Bütün bunların yanı sıra Filistin, Irak, Afganistan, Pakistan, Sudan, Kıbrıs gündemleri de uluslar arası arenada etkisini arttırırken, ezilmiş, itilmiş, ülkesi işgal edilmiş halkların direnç ve sessiz çığlığını dünyaya duyurmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum