Demokrasi nedir ne değildir?

Yazılarını beğenerek okuduğum bir zat, demokrasi hakkında oldukça kötü şeyler söyledi. Bir zamanlar “Demokrasi küfür rejimidir” diyen insanlar gibi adeta demokrasinin İslamiyet’e aykırı bir yönetim biçimi olduğunu ifade eden bu arkadaşıma verdiğim cevaplar pek tatmin edici olmamış belli ki.

Yine Risale-i Nurları okuduğunu söyleyen fakat Bediüzzaman’ın Münazarat eserini hiç okumadığı belli olan bir başka zat ise öyle sözlerde bulunmuş ki; demiş “Demokrasiye İslam’da yer yoktur”.

İşin kötüsü bu söz ciddiye alınıp aklı başında olarak gördüğüm birçok insan tarafından da benzer şekillerde ifade ediliyor. Bunlara cevap vermek zarureti doğdu.

Öncelikle demokrasi kelimesinin kökenine bakalım ne demek:

Demokrasi kavramı, siyasal anlam örgüsü içerisinde kullanılagelen Yunanca bir sözcüktür. Kavram, Yunanca’da halk veya halk kitlesi anlamına gelen “demos” ile iktidarı kullanmak ya da egemen olmak gibi karşılıkları olan “kratein” kelimelerinden meydana gelmiştir. Bu bakımdan demokrasi; halkın doğrudan veya dolaylı bir şekilde iktidar kullanımı olarak tanımlanabilir.

Demokrasi; monark veya bir zümreye dayanan egemenleri değil, halkı nihai olarak iktidar mekanizmasının yegâne kaynağı şeklinde değerlendirir. Böylece demokrasi kavramı karşılığını “halkın halk tarafından yönetilmesi” düşüncesinde bulur. Buradaki yönetim kavramından kastedilen halkın siyasal kararları alması ve uygulamasıdır. Demokrasinin temel argümanları; Özgürlük ve İnsanların hukuk önünde eşit olmasıdır. Bu anlamı ile özgürlüğün ve eşitliğin hukuki düzeyde tanınıp güvence altına alındığı bir siyasal sistemdir.

Demokrasi kavramını tıpkı doktora tez konum olan “malikiyet ve serbestiyet” devrinde olduğu gibi eşya hukuku çerçevesinde ele almak gereklidir. Eğer bu şekilde ele almayıp insanlar arasındaki ilişkiler dışında itikadi yöne doğru çekersek kendi kendimizi aldatmış oluruz. Önümüzde “Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin” adı verilen ve başta Peygamber Efendimiz (ASM) olmak üzere güzide sahabelerin yaşadığı bir model var. Bu dönem sadece Müslümanlar için değil bütün insanlık için örnek bir devirdir. Öncelikle bu döneme bakarak insan ilişkileri ve yönetimin nasıl olduğuna dair fikir edinmek gerektir.

Nasıl ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır ve insanlar O’nun hem mülkü hem memluküdürler ve hem de mülkünde çalıştırılıyorlar. Aynı şekilde bırakın dünyayı kainatı ve görünür görünmez bütün alemleri yöneten Allah’tır. Eğer konuyu iman noktasında ve itikadi bir şekilde ele alırsak bu şekilde bakmak zarureti vardır. Burada demokrasiyi siyaset ve insanların birbirleri ile ilişkileri açısından ele alıyoruz.

Demokrasinin ne olduğunu tarif ederken de bu ayırıma dikkat edilmeden “Allah’ın hükümlerine karşı gelmek” şeklindeki bir anlayış haksızdır, yersizdir. Bu durum “Allah’ın indirdiği ile hükmetmediği” iddiası ile Hazreti Ali’ye (R. Anh) isyan eden Haricilere benzemektedir. Bu Harici denilen güruh “dinde hassas, aklî muhakemede noksan” olduğundan Vehhabilik ve daha bir çok batıl mezhebin doğmasına neden olmuştur. Onların fenalıklarını kendilerine bırakıp zamanın güzeli Bediüzzaman Said Nursi’ye müracaat edelim bakalım neler söylemiş.

Bediüzzaman bundan tam 104 yıl önce bu konuyu Münazarat isimli eseriyle ders vermiş. Aşiretlere verdiği dersler hala tam anlaşılmamış olsa gerektir ki bugün demokrasi konusunda akıl dışı hurafeler söylenmekte, İslam’a aykırı olduğundan bahsedilmektedir.

Demokrasi 100 yıl önce “meşrutiyet” şeklinde anlaşılmakta ve o kelime ile ifade edilmekteydi. Meşrutiyet kelimesi bu günkü dilde büyük ölçüde “demokrasi” kavramını içermektedir. O günün modası öyle idi bugün ise meşrutiyet artık kullanılmıyor, moda “demokrasi” kavramıdır yarın bir başka kelime ile ifade edilir ise onu da kullanırız. Zira lafız manayı zedelememelidir. Önemli olan manadır, konunun anlaşılmasıdır.

Sual: Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
Cevap: Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklid hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde, insan milletinden menba’-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cem’iyettir…

Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz…

Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir. … Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak. Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır…

Size kısa bir söz söyleyeceğim. Ezber edebilirsiniz. İşte eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal. …

Kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm, üss-ül esas-ı siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, Din-i İslâm’dır. Şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünki milletimizin maye-i hayatiyesidir. Sual: Demek hükûmet bundan sonra da İslâmiyet ve din için hizmet edecek midir?
Cevap: Hayhay! Bazı akılsız dinsizler müstesna olmak şartıyla, hükûmetin hedef-i maksadı -velev gizli ve uzak olsa bile- uhuvvet-i imaniye sırrıyla üçyüz milyonu bir vücud eden ve nuranî olan İslamiyet’in silsilesini takviye ve muhafaza etmektir. Zira nokta-i istinad ve nokta-i istimdad yalnız odur.

Sual: Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.

Sual: Ne diyorsun? Şu sena ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir: “Hürriyyetin harriyyetün binnar- Hürriyet cehenneme layıktır”. “Lienneha tahtessü bil küffar- Çünkü hürriyet kafirlere hastır” (Aradan 104 yıl geçtiği halde hala aynı şeyleri söyleyenler var)

Cevap: O bîçare şâir, hürriyeti bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki insana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intac eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e Ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: “Hürriyeti ve kanun-u esasîyi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır. ” İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve kanun-u esasînin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur. Hem de, yirmi senelik İslâmiyet’in bir fedaisi de demiştir:

“Hürriyyetün atıyyetürrahman, iz inneha hasseyyetül iman- Hürriyet Rahman olan Allah’ın bir armağanıdır. Çünkü Hürriyet İmanın hassasıdır asli özelliğidir”

Sual: Nasıl, hürriyet imanın hassasıdır?
Cevap: Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum