Değişmez liderlik, diktatörlüktür

Değişmez liderlik, diktatörlüktür

Cumhuriyet ve demokrasi, eğer lâfızdan ibaret ise, eğer mânâsız bir isim ve resimden ibaret ike, eğer kâğıt üstünde yazılı olmaktan ibaret ise, o rejimde hakiki demokrasiden söz edilemez.

Yeniasya Gazetesi'nden M. Latif Salihoğlu'nun köşe yazısı

Cumhuriyet ve demokrasinin olduğu yerde diktatörlüğün varlığından söz edilebilir mi?
Normalde söz edilememesi lâzım.
Normal hal ve şart altında, bir yerde cumhuriyet ve demokrasi varsa eğer, diktatörlüğün esâmisinin dahi okunmaması icap eder.
Amma ve lâkin, aşağıda sıralayacağımız anormal şartlar/durumlar ve bilhassa anlayışlar sebebiyle, demokratik cumhuriyetlerde bile sultacılıktan, diktacılıkdan, militerlikten, totaliterlikten, yahut faşizan bir demokrasiden pekâlâ söz edilebilir.

BİR: Cumhuriyet ve demokrasi, eğer lâfızdan ibaret ise, eğer mânâsız bir isim ve resimden ibaret ike, eğer kâğıt üstünde yazılı olmaktan ibaret ise, o rejimde hakiki demokrasiden söz edilemez.

Hatta, böylesi bir rejimden “mutlak istibdat” işleyişi dahi çıkabilir.
Nitekim, güya demokrasinin var olduğu “İttihat-Terakki” hükümetleri (1908-18) zamanında  “şiddetli istibdat” ve güya cumhuriyetin var olduğu “tek parti” hükümetleri devrinde de memleket “mutlak istibdat” ile yönetiliyordu.
Bu tarz bir rejimin nihaî tarifini Üstad Bediüzzaman’ın şu ifadesinde görüyoruz: “...Muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfrîye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hakimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana, ecnebî hesabına, darbeler vuruyorlar.” (Tarihçe-i Hayat, s. 364)

Kezâ, otuz-kırk yıldır, Irak, Suriye, Libya, Mısır gibi ülkelerin de kâğıt üstündeki rejimlerinin adı “cumhuriyet” idi. Ancak, uygulamada hep istibdat ve diktacılık hakim oldu. Şimdilerde, bu mendebur illetten kurtulmak için, ağır bedeller ödeyerek büyük Çaba harcıyorlar.

İKİ: Bir yerde eğer iktidarın alternatifi yoksa, hele hele iktidara alternatif olabilecek siyasî misyon hareketleri bastırılıyor ve açık-gizli manevralarla bu misyon hareketlerin önü kesilmeye çalışılıyorsa, o yerde de gerçek bir demokrasiden söz edilemez.

Böylesi bir tablonun hakim olduğu yerde, olsa olsa bir “faşizan demokrasi”den söz edilebilir. Zira, faşizm ve sair diktacı yapılanmalar, bazan “demokrasi gömleği”ni giyerek sultasını devam ettirir.

İşte, bu gibi durumlar karşısında yine Üstad Bediüzzaman’ın şu sözleri harikulâde bir ölçü teşkil ediyor: “...Hakîki meşrûtiyetin müsemmâsına ahd ü peymân ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın; (her nerede) rast gelsem sille vuracağım.” (Divân-ı Harb-i Örfi, s. 40)
Evet, "Tebeddül-ü esmâ ile hakaik tebeddül etmez." Ve, “En büyük hatâ, insan kendini hatâsız zannetmesidir.” (Age)

Bir partinin veya bir liderin alternatifi elimine edilmiş veya ortada görünmez bir hale getirilmişse, hele hele alternatifleri bertaraf edilmiş bir liderin ağzından çıkan sözler esasa alınarak gelişmeler onun sözlerinin etrafında şekilleniyorsa, artık ne o partinin içinde, ne de o liderin hükmettiği yönetim şeklinde demokrasinin hakiki çehresini görebilir ve gösterebilirsiniz.

ÜÇ: Aslolan hürriyettir. Bir yerde eğer hürriyet yoksa, cumhuriyetin de, meşrutiyetin (demokrasinin) de kıymet-i harbiyesi yoktur.
Meselâ, Türkiye’de “Kemalizm” denen tabu hakim ve hükümran olduğu müddetçe, siz  hürriyeti de, cumhuriyet ve demokrasiyi de hakiki hüviyetiyle göremez, gösteremez, yaşayamaz ve yaşatamazsınız.

Öncelikle, bu gibi tabu ve totemlerden kurtulmanız gerekiyor.
Bu üç maddelik izahattan sonra, şimdi de yakın tarihimizin unutulmaz bir devresine damgasını vurmuş kaskatı bir diktacılık örneğini gözler önüne sermeye çalışalım.

Müthiş bir rastlantı:


İnönü, Millî Şef ilân edildiği günün yıldönümünde öldü

İsmet Paşa, 25-26 Aralık 1938’de toplanan CHP Kurultayı'nda "Millî Şef" ve "Değişmez Genel Başkan" olarak ilân edilmişti. (Kayd-ı hayat şartıyla...)
Ne gariptir ki, tam 34 sene boyunca bu ünvanı taşıyan paşa, 1972 senesinin yine  25/26 Aralık akşamı saatlerinde öldü. Üstelik, partisinden ayrılmış ve küsmüş bir vaziyette...

Şimdi, o zamanki gelişmelerin arka plânına şöyle kısaca bir göz atalım.
M. Kemal'in ölümünden bir buçuk ay sonra olağanüstü şekilde toplanan CHP Kurultayı, İsmet Paşayı partinin genel başkanlığı makamına getirdi.
İşte, tarihinde ilk kez olarak toplanan bu “olağanüstü kurultay”da, ayrıca M. Kemal'in "Ebedî Şef", İsmet Paşanın ise "Millî Şef" ve "Kayd-ı Hayat Şartıyla Değişmez Genel Başkan" olmasına karar verildi.

Bu karar, esasında diktatörlüğün dikâlasını tarif ediyordu. Zira, devir tek parti devridir. İkinci bir partinin (hatta rakip adayın bile) hayat hakkı dahi yoktur.
Tek parti rejiminin başına "Değişmez Genel Başkan" getirdiğiniz takdirde, elbette ki diktatörlüğün yolunu açmış olursunuz. Bunun başka türlü bir izâhı mümkün değildir.
* * *
1945'ten sonraki çok partili dönemde de, İsmet Paşa, Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, yine de CHP'nin genel başkanı sıfatını taşıyordu.
Bu durum, 30 Haziran 1972'deki CHP 21. Olağan Kongresine kadar devam etti. Kongrede, parti tüzüğünün 35 maddesi toptan değiştirildi ve rakip başkan adayı için yol açılmış oldu.

Kurultayda, İsmet Paşaya rakip olan Ecevit, oyların ekseriyetini alarak, CHP'de "Millî Şef"in saltanatına son verdi.

Bu mânâdaki bir değişim bile, 1950’den sonra bir parça hayat bulan hürriyet ve demokrasi nimeti sayesinde ancak mümkün olabilmiştir.

Üstad Bediüzzaman’ın bakış açısına göre, hürriyet, meşrûtiyet ve cumhuriyet gibi sosyal nimetler sıralamasını şöylece özetlemek mümkün:
 

1) Hakiki hürriyet: İmanın hassâsıdır. İnsanlara karşı hür, Allah’a karşı hakkıyla kul olmayı gerektirir ve öyle de netice verir.

2) Meşrûtiyet: Şeriat nâmına alkışlanır, Zira, lâfzı gibi mânâsı ve ruhu da şeriattendir.

3) Cumhuriyet: Mânâ-yı dindar bir cumhuriyeti savunmalı, sahip çıkmalı. Büyük halifelerin her biri aynı zamanda birer Reisicumhur idiler.

Yeniasya