Dediklerimiz bizim olsaydı…

Bizim diyerek sahiplendiklerimiz gerçekten bizim olsaydı, acaba onları terk eder miydik? Biz, son durağı belirsiz bir yolda ilerliyoruz. Bizim dediklerimizin hiç birisi bize yol arkadaşlığı etmiyorlar. Her durakta birisi bizi terk ediyor. Bunlar bizim olsaydı, bizi bırakıp giderler miydi? Veya biz onları elimizden bırakır mıydık acaba?
Demek ki bizim dediklerimizin hiç birisi bizim değilmiş.

Çocukluğumuz, gençliğimiz, sağlığımız diyoruz ama hiç birisi bizde kalmıyor. Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, bir zamanlar bizim olanların birçoğu bugün bizden ayrı ve uzakta bulunuyor. Onları tekrar elde etme imkânımız da yok. Her gün bedenimizden bir şeyler değişiyor. Bazı hücreler gidiyor, yenileri geliyor. Belli bir yaştan sonra gidenler artarken, gelenler azalıyor. En sonunda “bizim” dediğimiz cesedimiz de bizden ayrılıp toprağın bağrına düşüyor.
Demek ki bu beden bize ait değilmiş.

Çok güzel bir ev, çok değerli eşyalara, son model arabalara sahip olanlar var. Kimisi fabrika sahibi, kimisi de çok büyük bir şöhret ve servet sahibidir. Ama bir bakarsınız, bir deprem olur, sarayları köşkleri yerle bir olur. Bir kaza meydana gelir, son model arabaları hurdaya döner. Şirketler iflas eder, holdingler batar. Bugün sevilen ve alkışlanan ünlü bir sanatçı, yarın unutulur gider, şöhretini de servetini de kaybeder.
Demek ki insana verilen mal, mülk, servet ve şöhret ona ait değilmiş.

Eskiden dünyayı titreten krallar, hükümdarlar ve padişahlar vardı. Koca kıtalara hükmedenler, ülkelere “Benim ülkem”, milletlere “benim tebaam” derlerdi. Ama bugün ne kırallar ne de hükümdarlar ve ne de o ülke ve insanları yerinde duruyor. Dünyayı taht-ı emrinde zanneden hükümdarların bugün hiç birisinin ne hükmü geçiyor, ne tacı tahtı yerinde duruyor.

Birçok yerlerde tarihi meskenler vardır. Bazılarının büyük kısmı yıkılmış, bazılarının sadece bir duvarı duruyor. Bazılarının da temel taşlarından başka bir şeyi kalmamıştır. Kitabelerine bakarsanız, bilmem kaç bin yıl önce, bilmem hangi kralın sarayı veya köşkünün kalıntısı olduğunu yazar. Bir zamanlar o krallar, buralara “Benim sarayım, benim köşküm, benim mülküm” diye sahip çıkıyorlardı. Ama bugün ne krallar var, ne saraylar yerinde duruyor.

Yunus Emre’nin, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi”? Dediği gibi, hiç birinin bugün ilk sahipleri hayatta yoktur.
Demek ki o saltanatın sahibi onlar değilmiş.

Bir insan vaktini boşa harcar, servetini boş yere sarf eder, hayatını boşa geçirir, kendisini ikaz edenlere size ne oluyor, bu benim hayatım istediğim gibi tasarruf edebilirim diyenler, o hayat senin olsaydı, seni terk edip gider miydi hiç… Ama bakıyorsunuz, “Bu benim hayatım” diyen birisi az sonra hayatını kaybetmiş. Yani hayat kendisini terk etmiş gitmiş.
Demek ki hayatımız da bizim değilmiş.

Bütün bunlar bize emanet olarak verilmiş, bir müddet kullanmamıza ve istifade etmemize müsaade edilmiş. Bu geçici dünyada, her şeyin harap olup zayi olduğu şu hayatta, bizim bunlara sahip olmayacağımızı bilen Rabbimiz, bunları bizden almak korumak istemiş, başka bir âlemde daha güzel bir şekilde ve ebedi olarak bize geri verileceğini teklif ve vaat etmiş.

Bize düşen, böyle bir teklifi canımıza minnet bilmektir. Bin teşekkür ile kabul etmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum