Çok esrarengiz bir evrende yaşıyoruz

Çok garip, çok esrarengiz bir evrende yaşam sürüyoruz.

Günümüzden yaklaşık on beş milyar sene önce adına Bing Beng denilen, büyük bir patlama sonucu ortaya çıkan, durmadan genişleyen, yayılan ve hiçbir zaman dağılmayan muazzam, mükemmel ve muhteşem bir evren bu.

Uzaktan bakılınca, okyanus içinde yüzen balıklar gibi, iç içe girmiş, milyonlarca gezegen, galaksi ve yıldız kümesi olan nebulalar.  

Bir hesaba göre, gökyüzünde tam iki yüz milyar galaksi ve her galaksinin içerisinde yaklaşık iki yüz milyar yıldız mevcut. Bazı yıldızlar güneşimizden binlerce defa büyük,  güneşte bilindiği üzere dünyamızdan binlerce defa büyük.

Yeryüzünde ne kadar çöl var, çöllerde ne kadar kum tanesi varsa gökyüzünde, dikkatli bakınca yüzümüze gülümseyen, o kadar yıldız kümesi (nebula) var.

İçinde yaşadığımız evren bu kadar geniş, bu kadar derin, bu kadar engin, bu kadar rengin, bu kadar zengin.

Yaldızlı bir gecede, semanın yıldızlarla donanmış yüzünü seyretmek ne tatlı, ne hoş! der bir ozan. Ve “yıldızları konuşturan bir yıldızname” serlevhalı şiirimsi yazıyla bizleri manalı bir yolculuğa çıkaran nur müellifi ne güzel söyler!

Çok garip, çok esrarengiz bir evrende yaşam sürüyoruz.

Biraz daha yakından bakıyoruz;

Yaklaşık dört milyar yıl önce yaratılmış, gelecek sakinleri için uygun bir vaziyet verilmiş, döşenmiş, adına atmosfer denilen maviliklerle kaplı, içerisinde yaşamın olduğu, oldukça yaşlı bir gezegen olan dünyamızı görüyoruz.

Bazı bilimsel araştırmalara göre, tahminen yüz milyon yıl dinazorlara ev sahipliği yapmış zamanında bir nevi “dinazorlar dünyası” olan yaşlı bir küre. İçerisinde bir çeşit süs görevi gören bitkiler, hayvanlar ve insanlar var. Bitkiler hayvanlardan çok, hayvanlar da insanlardan.

Dörtte üçü sularla kaplı olan bu yaşlı gezegen evrenin kalbi gibi. Hayat onun içinde, renkler onun içinde, canlı varlıklar onun içinde kısacası tarih onun içinde.

Bilimin verileri ışığında küremizin yaşı 4 milyar yıl, insanın tarih sahnesine çıkışı en abartılı rakamlara göre 1 milyon yıl. Tam 3 milyar 999 milyon yıl “gözde” misafirini beklemiş dünyamız. Ne tuhaf! Bu kadar hazırlık, bu kadar ihtimam hepsi insan için.

Evrenin bir nevi tuğlaları yani yapıtaşları olan atomun içine giriyoruz daha hayretengiz ve dehşetengiz bir manzarayla karşılaşıyoruz.

Ortada çekirdek, etrafında pervane gibi dönen protonlar ve nötronlar. Onun arkasında daha görünmez varlıklar olan kuarklar, sicimler.  Onunda arkasında kelimenin en yalın anlamıyla koca bir ‘YOK’ var.

Her şey bu koca “YOK” luk üzerine bina edilmiş gibi, daha yerinde bir deyimle, onun içinden fırlayıp çıkmış gibi.

Çok garip, çok esrarengiz bir evrende yaşam sürüyoruz.

Biraz daha yaklaşıyoruz;

Bütün bu koca evrenin nihai amacı daha doğrusu meyvesi diyebileceğimiz insan denen varlık ile karşılaşıyoruz.

Düşünen, konuşan, alet yapan, tarih yapan ve tarih yıkan tek varlık.

Musikiyi icat eden,  mimariyi inşa eden, şiirler yazan, neşideler dizen, ağıtlar yakan, feryad-ü figan koparan, bunalıma giren, varlık sancısı ile kıvranan, fikir çilesi çeken,  öleceğinin farkında olan tek varlık.

“Düşüncesi sonsuzluk kadar açılan, bedeni ise tek bir an’la bağlı “trajik ikilemli” bir varlık insan.”

Bir bakıma, sakini olduğu güzelim gezegenin efendisi. Sultanı. Prensi. Padişahı.

Hayvanla arasında hem niteliksel açısından hem de niceliksel açısından büyük farklar mevcut.  

Kimine göre; evrenin özü, özeti ve izdüşümü (İ. Hakkı)

Kimine göre; “bir zerre ve fakat arşa gebe.” (N.Fazıl)

Kimine göre; bir damla kan ve binbir ızdırap (Şirazlı Hafız)

Kimine göre; semanın fanusuna sığmayan bir can ışığı (Ş. Galip)

Kimine göre; bir düş ve binbir görünümlü bir parçalanış (anonim)   

Kimine göre; içerisinde çok dünyaların matvi (saklı) olduğu bambaşka bir dünya (Hz. Ali)

Kimine göre; bedenen bir karınca kadar narin, zihnen bir tanrı kadar güçlü (A. Altan)

Kimine göre; garip bir oyuncak. Yürür, konuşur, acı çeker. Bir nevi ızdırap makinesi (C. Meriç)

Evrenin her parçası akıl almaz bir sistem içinde görünmeyen iplerle birbirine bağlı gibi duruyor. Tesadüf eseri sayılabilecek hiçbir nesneye, objeye veya açılıma rastlanmıyor.

Alman filozof Hegel,  yıldızların hareketiyle, insan yaşamı arasında görünmeyen derin bir anlam bağının olduğunu söyler.  Aynı manaya gelen bazı cümleleri Marifetnamede de okuyoruz. Kelebeğin kanat çırpması ile jeolojik olaylar arasında, “pirenin midesi ile güneş sistemi arasında,” kainat ile atom arasında devam eden gizli bir ilişki. “Her şey uzak ya da yakın. Birbirine bağlanmış. Gizlice ölümsüz bir el tarafından. Tek bir çiçeği bile koparamazsın. Bir yıldızı yerinden oynatmadan.” Bu konuda batılı irfan metinleri ile doğulu irfan metinleri arasında şaşırtıcı benzerlikler var.  

Böylesine görkemli ve aydınlık bir evren, insanın o kahrolası dokunuşuyla (“kahrolası insan, ne nankör şey” Abese, 17) birdenbire cılızlaşıyor, karanlıklaşıyor.  Aniden bütün gizemini ve heybetini kaybediyor. Savaşlar, yıkımlar, kıyımlar, asimülasyonlar, kadirnaşinaslıklar cennet küremizi cehenneme çeviriyor. Bütün bunlar “o kahrolası”  insanın eseri. Hakkında yapılmış tüm bilgece tarifleri yalanlarcasına.  Iskaladığımız ve dahi görmezlikten geldiğimiz, kendi gerçekliğimiz.

Düşünüyorum da bir anlık insanı dünyadan çekersek diğer sakinler çok derin ve rahat bir nefes alacak, tabiat o saf, bakir ve masum yüzüne tekrar kavuşacak. Bitkiler, dilediği gibi yayılacak, hayvanlar keyfince otlanacak, oynaşacak. Her şeyi berbat eden ama aynı zamanda çok şeyi de güzelleştiren insanın müdahalesi. (“Biz insanı şerefli kıldık.” İsra, 70)

Yine de çok garip, çok esrarengiz bir evrende yaşam sürüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum