Çocukarımız, aydınlarımız ve cehaletimiz

Geniş imkânlara sahip bir arkadaşımın villasında misafirdim.
Seyrek görüştüğümüz için, evin 14 yaşlarındaki çocuğu ile biraz geç kaynaştık ve nihayet koyu bir sohbete başladık. Havadan-sudan, dereden-tepeden, okuldan-çevreden derken, konu futbola geldi. Hakan bana, tuttuğum takımı sordu.
Pek ilgilenmediğimi fakat kendisinin yaşlarındayken, Fenerbahçeli olarak biraz ilgilendiğimi söyledim. Şimdi niçin ilgilenmediğimi sorunca:
Çok-çok daha önemli meşguliyetlerimin olduğunu, bu dünyada misafir olduğumuzu ve ebedî, yani sürekli olarak kalacağımız Ahiretimiz için, burada çok iyi hazırlanmamız gerektiğini, bu nedenle de gereksiz meşguliyetlere vaktimin kalmadığını, onun anlayacağı lisanla ifade etmeye çalıştım. Kendisine şöyle de bir misal verdim:
• Hakan’cığım, birkaç gün içinde senin çok ciddi ve önemli bir sınavın olsa, bu günlerde hiç halı saha maçı veya lüzumsuz muhabbetler yapar mısın?...
Çocuğun ilgisini çekmiş olmalı ki, elindeki laptopu ve cep telefonunu bırakarak, geldi yanıma oturdu. Gözlerini fıldır-fıldır açarak çeşitli sorular sormaya başladı. Her sorusuna, onun yaşına göre cevaplar verince iyice kaynaştık. Babası ise zaman zaman devreye giriyordu. Kafasına takılan soruları bitince, yani bir süre suskunluk olunca ben ona bazı futbolcuların isimlerini ve o futbolcular hakkında neler bildiğini sordum.
Maşallah (!) her futbolcunun hayat hikâyelerini bile biliyor. Nereden transfer edildiğini, vasıflarını, kabiliyetlerini, sakatlıklarını, tüm sıfatlarını, hangi maçta kaç gol attıklarını, hatta bedelinin kaç lira olduğunu ve lakaplarını bile hiç tereddüt etmeden çok net söylüyordu. Babasına baktım, keyifle bizi izliyordu. Bu körpecik ve süper bir kabiliyetin, böylesine harcandığına üzüldüm ve babasına “okul dersleri nasıl?” diye sordum.
-“İşte o konu berbat hocam, çok zeki ama çok tembel, okuldan gelir gelmez arkadaşlarıyla maça çıkıyor. Bir türlü içeri alamıyoruz.” Bu kez Hakan’a döndüm:
-“Hakancığım, sana bir hikâye anlatayım mı?” dedim. Maksadım, babasına ibretli mesaj vermekti. Hakan çok sevinerek: “Anlat amcacığım” dedi.
Başladım anlatmaya:
-Hakan’cığım. Kız istemeye giden bir dünür, gelin adayı hakkında bilgi istemiş. Kız babası ise başlamış övünerek anlatmaya. “Benim bu kızım var ya; müthiş ata biner, en dalgalı denizde sörf yapar, okulda yüksek atlama birincisiydi. Viyolonselden tut ta bateriye kadar, bir çok enstrüman çalar, çok güzel tavla oynar, öyle zekîdir ki tuttuğu takımın bay ve bayan kadrolarını hiç şaşırmadan tek-tek sayar, ayrıca…” ..derken, dünür sözünü keser ve otoriter bir sesle:
-“..Dünür-dünür, ev hanımı olacak bir kız için, bu kadar kusur çok fazla. Siz hele bana meziyetlerini ve bir aile yuvası için gerekli olan becerilerini anlatın. Oğlumu nasıl mutlu edeceğine dair kabiliyetleri varsa onları anlatın!” Demez mi?
Hakan bir kahkaha atarak; “..herif ne bozulmuştur haaa.” Dedi.
Küçük Hakan’ın çok hoşuna gitti. Ne anladı bilmem ama çok keyif aldığı belliydi.
Babasına baktım, ellerini kenetlemiş yere bakıyordu. Bana döndü sağ elini yumarak, baş parmağını dikti. “Okey, çok güzel oldu” anlamlı işareti yaptı.
***
Bu hoş muhabbetten sonra, Hakan’a soru sormaya başladım.
-“Seni, babanı, anneni, kardeşini ve yediğimiz bütün gıdaları kim yarattı?” Cevap:
-“Allah yarattı, bunu bilmeyecek ne var ki?”
-“Hani biraz önce futbolcuların isimlerini, sıfatlarını, kabiliyetlerini ve değerlerini, hattâ lakaplarını bile söylüyordun yâ. Şimdi de her şeyin yaratıcısının, bizleri binlerce çeşit nimetlere donatan, bizleri sağlıklı kılan ve bizleri Cennetinde ebedi nimetlerle yaşatacak olan Allahın (c.c.) isimlerini ve sıfatlarını da sayar mısın?...”
Hakan babasına “babacığım, bunlar ne demek?” der gibi işaretler yaptı. Babası da “..ben ne bileyim oğlum” der gibi iki elini iki yana açtı. ..Ve babası bana bakarak.
-“Hocam, dedem bana anlatmıştı, sekiz sıfat 99 esma gibi şeylerdi ama çocuklukta kaldı, unuttum gitti. Ben de bunlara anlatamadım.” Deyince, “gerçek felâketi” idrak ettiğini düşündüm. Daha fazla mahcup olmaması için ben konuşmaya devam ettim.

-Yüce Allahımızın sıfatları; yani İlâhî sıfatlar 14’tür, “zatî” ve “sübutî” olmak üzere ikiye ayrılıyor. Zatî sıfatlar: Altı tanedir ve Yüce Rabbimizin Zâtını bildirir ve tarif ederler. 1- Vücut. (Varlık), 2- Kıdem. (Ezeliyet, yani evveli olmama), 3- Beka. (Ebediyet, sonu olmama), 4- Vahdaniyet. (Bir olma, şeriki, ortağı bulunmama), 5- Kıyam binefsihî. (Varlığının devamının zatından olması-başkasın yardımıyla olmaması ), 6- Muhalefetün-lil-havâdis. ( Zatının; mahlûkatın zatlarına ve sıfatlarının da mahlûk sıfatlarına benzememesi)
Sübutî sıfatlar: Sıfat’ı sübutiye 8 dir ve اللّهِ’u Teâlâ’nın varlığını bildiren ve ispat eden sıfatlardır. 1- Hayat. 2- İlim. 3- İrade. 4- Kudret. 5- Sem’. (işitme) 6- Basar. (görme) 7- Kelâm. (konuşma) 8- Tekvin. (Yaratma, var etme.) Tekvin sıfatı, fiili sıfatlarını içine alır…
• Hakan ve babası can kulağı ile dinlediler. Hakan bana ısrarla, “..amcacığım, ben eksikliğimi anladım, bunları bana yazar mısın? Ezberleyeceğim.” deyince.
-“Hiç gerek yok Hakan’cığım, bak elinde laptopun var, gir internelete, google’den “Allahın sıfatları” ya da “Allahın isimleri veya Esma-ül Hüsna” yaz hepsi önüne serilsin. Allahın c.c. güzel isimlerini de oradan anlamlarıyla öğrenirsin.” Dedim.
***
Saygıdeğer dostlarım. Şimdi, bu asırda hiçbir kimsenin “bilmiyorum” veya “öğrenemedim” “babam öğretmedi” “dedem yoktu” gibi mazeretleri geçerli değildir.
Bir Müslüman olarak, hatta bir insan olarak, mutlaka bilinmesi gerekenlerin ihmalinde ise Milli Eğitimden tutun da her birimizin tek-tek kusurumuz ve sorumluluğumuz var.
Çünkü; yukarıda da görüldüğü gibi öğretilenleri çok iyi öğreniyorlar. Yani “neslimizin zekâ kusuru” hiç yok. Kaybettiklerimize üzülmek yerine, bunları mutlaka telâfi edelim…
• Şimdi çok daha önemli bir yaramızı deşeceğim:
Yukarıdaki aile tipimiz, maalesef sistem tarafından cahil bırakılmış, ancak cahilliğinin hem farkında, hem de pişmanlığındadır ve telafisine hazırdır.
Bir de AYDIN tiplerimiz var ki, bir kısmı yüce dinimizin prensiplerini “irtica” olarak tanımlayan tiplerdir. Siyasi eğilimlerine göre dini fetva vermeleriyle meşhurdurlar.
Bir kısmı ise her şeyi çok iyi bildiğini zanneden ve cahili oldukları konuda da haykıran malum tipler. Sadece bir örnek vereceğim. Çok yakında haberlerde hayretle izledik:
Fatih Altaylı, öğle namazına dört rekât diyen şüpheli şahıslara sahip çıkarken, polislere de “enayi” diye hakaret etti. Fakat sözlerinin devamında da cehaletine yenik düştü.
F. Altaylı: "Yav kardeşim, sen bu kadar mı cahilsin polis efendi! Her mezhepte farklı kardeşim. Öğle namazı ŞAFİLERDE DÖRT, HANEFİLER BEŞ rekâttır..." Moderatör hanfendi de maalesef “haklısınız” der gibi tasdik ediyor, belli ki o da bilmiyordu…
Bu tiplerin sayısı maalesef hiç de az değildir!
• Sizleri vicdanınızla baş başa bırakırken, bu tip aydınlarımıza da hatırlatalım:
Öğle namazı; 10 rekâttır; 4’ü ilk Sünnet, + 4’ü Farz, + 2 rekât da son sünnettir. Ayrıca bu durum Şâfilerde de, Hanefilerde de değişmez… Vesselâm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.