Çocuk haklarının neresindeyiz?

Son zamanlarda çocuk eğitimiyle ilgili kitaplar okumaktayım. Kitapları okudukça genelde toplumumuzda, özelde dindar camiada çocuk yetiştirmede nasıl büyük yanlışlıklar yapıldığını üzülerek görüyorum. Çok şükür çocuk eğitiminde eskiye nazaran artık daha bilinçliyiz, ancak halen olmamız gereken noktanın çok gerisinde olduğumuzu düşünüyorum.

İşin temeli çocuk sahibi olmak isteme sebebiyle başlıyor aslında. Bizim toplumumuzda çocuk, yakın zamana kadar bir yatırım aracı olarak düşünülürdü. Özellikle ülkemizin tarım toplumu için bedavaya çalıştırılacak elemandı çocuk. Hatta bir tür yaşlılık sigortasıydı.

Çocuğa yatırım yapmaktan, onun eğitimi için, dünyevî/uhrevî geleceği için çaba harcamaktan çok, çocuktan bir beklenti halindeydi aileler. Çocuk, küçükken ev işlerine yardımcı olacak, belki daha çocukken çalışacak, bir taraftan da büyüyüp adam olacak ve yine ailesine yardım edecekti. Bu anlayış doğrultusunda, anne-babalar çocuğun kendilerine bir emanet olduğunu göremezlerdi. Kendilerini çocuğun sahibi olarak görür ve bu doğrultuda çocuğun üzerinde keyfi baskı kurma hakkını kendilerinde bulabilirlerdi.

Eskiye nazaran azalmış olsa da, toplumumuzda halen her görüşten ailede azçok vardır anne-baba baskısı. Her kesim, kendi görüşüne göre bir sebep bulabilir bunun için.

Muhafazakâr kesimde bu keyfi baskının meşrûiyeti için genellikle dinî değerler kullanılır ne yazık ki. Muhafazakâr basın ve yayın organlarında anne-baba hakları üzerine yüzlerce program yapılır, makaleler yazılır da, çocuk hakları neredeyse hiç anlatılmaz. Dindar kesim olarak, çocuk eğitimi üzerine yeni düşünüyoruz. Sol görüşlü ailelerde, çocuğu tehdit eder tarzda kullanılan dinî bir argüman olmadığı için, belki de o çocuklar daha cesur ve özgüvenli bir şekilde hak talebinde bulunabiliyorlar. Bu toplumda hak arayışını sol kesime bırakan, darbelere karşı sesini çıkaramayan, elinden ekmeğini alan adama yan gözle bile bakamayan muhafazakâr kesim, neden bu hale geldi acaba? Bu kesimdeki anne-babaların büyük çoğunluğunun, çocuklarının düşüncesini rafa kaldırarak, ‘dinî motiflerle süslü şartsız itaat bekleme anlayışı’nın neticesidir bence bu ‘cesaret özürlülüğü’nün kaynağı.

Çocuk sahibi olmak anne-baba olmak anlamına gelmez aslında. Çocuğuna güzel ahlâkı göstermeyen, görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen ebeveynler, gerçek mânâda anne-baba olamazlar. Belki bu yüzden çocuklarından bekledikleri hürmeti de göremezler. Zira hürmet istenilmez, verilir. Hürmet isteyenler, lisan-ı halleriyle hürmete lâyık olmaya çalışmalıdır. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadisinde “Evlâdınıza ikram edin, nasıl ana babanızın sizde hakkı varsa, evlâdınızın da sizde hakkı vardır” buyururken diğer bir hadisinde ‘Büyüklerine hürmet etmeyen, küçüklerine merhamet etmeyen bizden değildir’ buyurmaktadır.

Yani kimse anne-baba olduğu için, çocuğuna keyfî tahakküm etme hakkına sahip değildir. Çocuğun da anne-baba üzerinde hakkı vardır. Çocuk hürmetle mükellef iken, anne-baba da şefkatle mükelleftir. Nitekim Bediüzzaman da bu konuda; “Evet, dünyada en yüksek hakikat; peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır” der. Ancak, ne yazıktır ki, çocuktan mutlak bir hürmet beklenirken bu hürmetin gereği olan şefkat genelde ihmal edilir. Çocuğun anne-babaya şartsız itaati beklenir.

Dini, çocuklarının üzerinde tahakküm ve istibdat âleti olarak kullanmak dinen caiz olmadığı gibi çok büyük bir vebaldir de. Bir anlamda dini istibdada âlet etmektir. ‘O büyüktür yapar’ anlayışına dinimizde yer yoktur. Dinin kurallarını, ‘nefsî isteklerini’ gerçekleştirmek için kullanmaya da kimsenin hakkı olmasa gerek. Zira bu aynı zamanda çocukların dinden soğumasına da sebebiyet verir. Hz. Musa’nın (as) Firavun’a bile yumuşak konuşması emredilirken, anne-babanın çocuğuna beddua etmesinin, ona hakaret etmesinin doğru olduğunu söyleyemeyiz.

Maharet anne-babasına korkusundan ötürü değil, sevgisinden ötürü saygı duyan çocuklar yetiştirebilmektir. Aksi halde istemediği halde saygılı gibi davranan çift kişilikli çocuklara sahip oluruz. Anne-babaya saygının göstergesi, her istediklerini itirazsız kabul etmek olmamalıdır. Evde babasına itiraz edemeyen çocuk, okulda öğretmenine, işyerinde âmirine karşı çift kişilikli, karaktersiz biri hâline gelir. Anne-babasının sözünü mihenge vurmadan kabul etmeye alışan çocuk, ileride hiçbir şeyi sorgulayacak cesareti kendisinde bulamaz.
Hep acının hikâyesini yazmakla meşhur olan bir yazar, çocukken iyilik zannıyla kırık bacağına bağlanan değnekleri sökerek onun ömür boyu kötürüm kalmasına sebep olan annesi için, ‘Ben annemin yanlış şefkatinin kurbanı olarak kötürüm kaldım’ der. Hiç kullanmadıkları ya da yanlış kullandıkları şefkatleriyle, çocuğu adına kararlar veren, bu kararları uygulamak için tahakküm eden anne-babalar da, çocuklarını duygusal olarak kötürüm bıraktıklarının farkına varmalı ve ‘onun iyiliği için yapıyorum’ tarzında aşırı korumacı davranışları, sevgiyle karıştırmaktan vazgeçmelidirler.

Çocuğumuzun isteğimiz dışına çıkmasını istemiyorsak geçici bir çözüm olarak işin kolayına kaçıp, onu bir takım şeylerle tehdit edebiliriz. Ama ondan sonra da o çocuğun kendi kararlarını almaktan aciz, toplumda ezik, silik ve ‘cesaret özürlü’ olduğunu gördüğümüzde ve biraz büyüyünce ‘yeter artık’ deyip bizi umursamadığında ‘Neden böyle oldu acaba?’ diye dövünmemeliyiz.

Biraz sert bir yazı oldu sanırım. Farkındayım. Ancak belirtmek isterim ki, ben de çocuk sahibiyim ve baba olmaya çalışmaktayım. Çok önemli olan anne-baba haklarını konuştuğumuz kadar, çocuk haklarını da konuşmalıyız düşüncesindeyim. Özellikle ahlâkî tahribatın çok üst düzeyde olduğu günümüz dünyasında, çocuk haklarını çok daha fazla önemsemeli ve hazır itaat düzeninden faydalanmak yerine, çocukları yaşlılık sigortası olarak, tahakküm edilebilecek köleler olarak gören geleneksel yanlışlara itiraz etmeliyiz kanaatindeyim.

Ne mutlu evlâtlarına gerçek mânâda annebaba olabilen şefkat timsâli hakperest ebeveynlere…

Ne mutlu annebaba hakkını hakkıyla gözetebilen bahtiyar evlâtlara…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum