Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Merdümgirizliğim, Kitaplarım, Annem ve Maişetim

Bendeniz hep içine kapanık bir çocuktum. Evde, sokakta veya okulda başkalarıyla birlikte neredeyse hiç zaman geçirmezdim veya birlikte zaman geçirmeyi bilemezdim/beceremezdim.

Doğuştan merdümgiriz olunca her daim kendinize oyalanacak bir şeyler buluyorsunuz. Hele çocukken her ev eşyası sizin potansiyel oyuncağınız oluyor. Bizim çocukluğumuzdaki radyo-teyplerin kocaman pilleri olurdu ve bir radyoyu çalıştırmak için –modeline göre 4 ya da 6 kocaman pile ihtiyaç olurdu. Hayal meyal hatırlarım; en favori oyuncağım o pillerdi. Bir sepete doldurup teyzemin başından aşağı dökerdim.

Sonradan kardeşlerim büyüyüp yaşça bana yetişmeye başladıklarında bu defa onlarla oynuyordum ama yaşları benden küçük olunca pek tat vermiyordu onlarla oynamak.

Okumayı söktükten sonra artık kendime yeni arkadaşlar bulmuştum; kitaplar. En ideal arkadaşlardı kitaplar. Bir kere her şeye ben karar veriyordum. Okumak istediğimde kendilerini bana açıyor; bambaşka âlemlere, diyarlara ve bambaşka insan hikâyelerine götürüyorlardı bendenizi. Olay veya konu örgüsü sarmadığında, canım istemediğinde veya okumaktan yorulduğumda kitabı kapatıp bir köşeye koymam yetiyordu. Hiç ama hiç itiraz etmiyor ve mızıkçılık yapmıyorlardı.

“Kitap okuma alışkanlığı” önceleri bir heves, bir heyecan olarak başladı bende. Ama zamanla bir iptilaya dönüştü. Bir kitabı elime aldığımda gerçek dünya ile bütün bağım kopar, yeme içmeyi unutur, etrafımdaki kalabalıkları bile fark etmezdim. Sanki bedenen orada ama ruhen ve hayalen kitabın kurgu dünyasında gezdiğim hayali bir seyahat; kitabın son sayfasına, son satırına gelene kadar uyanamadığım bir rüya veya gözlerimi alamadığım hayali bir sinema perdesiydi kitaplar benim için. Ve her şart ve ortamda kitap okuyordum. Yolda giderken defalarca trafik levhalarına ya da telefon direklerine tosluyordum. Önüme bakmadığım için korna çalıp ödümü koparan şoförlerle, karşımdan gelip kitaba dalmış bendenize “pat” diye çarpan arkadaşlarımı saymıyorum bile. (1.jpg)

Tabii ki benim bu iptilâmın en büyük şikâyetçisi ve düşmanı anamdı. Bir kere kitap okumaya zaten mesafeliydi. Çünkü garibim harfleri bile zor tanıyordu. Hele bir de kitapların oğlunu reel dünyadan koparıp kurgusal ve hayalî âlemlere götürmesini hiç kabullenemiyordu. Kitaba daldığım ve okumayı abarttığım zamanlarda anamdan hâlâ kulaklarımda çınlayan şu serzenişi duyardım; “Sanki babasının hatmini okuyor, bu okuduklarından sanki bir hayır, bir sevap kazanacak.”

Çoğu zaman haksız da değildi kadıncağız. Geriye dönüp baktığımda nice lüzumsuz, zaman kaybından başka bir şeye yaramayan, ilmî veya entelektüel manada bir faydası, bir katkısı olmayan kitaplar okumuşum.

Ama “okuma yolculuğu” biraz da böyle değil midir? Pusulasız bir gemi ile okyanusa çıkmak gibidir okuma yolculuğu! Kimi zaman dingin, durgun ve sessiz bir denizde yol alırsınız; kimi zaman da metrelerce büyüklükte sizi yutmaya çalışan dalgalarla boğuşur, ölümün kıyısından dönersiniz. Bir kitap sizi bambaşka âlemlere götürüp ruhunuzu, kalbinizi zevk, şevk ve lezzetle doldururken başka bir kitap ruh ve kalbinizi kasvetle doldurup sizi karanlıklara mahkûm edebilir.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda şarkın küçük bir ilçesinde yaşamak demek çok fazla kitap alternatifinizin olmaması demekti. Kasabada zaten kitapçı bulamazdınız, bin bir zorlukla gidebildiğiniz halk kütüphanesinde de onlarca işe yaramaz hantal ansiklopediler ve bilim teknik dergilerinin geçmiş sayılarının ciltleri dışında sizi ilmî manada yetiştirecek, tefekkür ufkunuzu genişletecek kitaplarla buluşma imkânınız da yoktu.

Geriye tek alternatifiniz kalıyordu; romanlar. Romanlarda da çok fazla alternatif yoktu. Ortaokul yıllarımda annemle en büyük kavgamız romanlardı. Kütüphaneden alıp eve getirdiğim her kitabın kapağına şöyle bir göz atar, sayfalarını çevirir ve çatık kaş ve sert bir ses tonuyla; “Nedir bu?” diye sorardı.

İlk zamanlar acemilikle; “Roman” derdim.

- Vaktini niye boşa harcıyorsun bunlarla, roman sana ne fayda verecek? diye haşlardı bendenizi ve onca yolu yüz geri teperek romanı kütüphaneye iade etmemi isterdi.

Kütüphaneci amcaya günlerce yalvararak Bilim Teknik ciltlerini getirirdim eve. En azından adında “bilim ve teknik” kelimeleri vardı ve anamı işe yarar şeyler okuduğuma ikna edebilirdim bunlarla. (2.jpg)

Bilim Teknik ciltlerinin yanında bir de roman getirirdim kütüphaneden. (1.jpg) Bilim Teknikler masanın üstünde her daim açık dururdu. Romanları ise kıyıda köşede, anamın radarına yakalanmayacağım yerlerde ve zamanlarda okurdum. Bazı geceler roman okuma sevdasını benden kapmış ve zamanla beni geçen kız kardeşimle beraber yorganın altına girer el feneri ışığında heyecanla romanımızı bitirmeye çalışırdık.

Televizyonun henüz dünyamızın merkezine yerleşmediği, internetin ise daha ortaya çıkmadığı o yıllarda romanlar sayesinde; yazarlarının tasvirleri ile hayallerimizde canlandırdığımız kahramanlarla birlikte kimi zaman Bizans surlarının dibinde cenk eder, kimi zaman ifritler aleminde Malik Ejder ile birlikte kılıç sallar, kimi zaman Paris’in sokaklarındaki sefalet manzaralarına şahitlik eder, kimi zaman balonla dünyayı gezer, kimi zaman da denizler altında fersah fersah gezerdik.

Yıllar sonra annem o dönemde benim adıma çok korktuğunu ve üzüldüğünü söylemişti: “Sen, roman okuduğunda çaktırmadan izlerdim seni. Jest ve mimiklerinden heyecanlandığını, sessiz kahkahalarla güldüğünü, hüzünlendiğini ya da neredeyse ağladığını gözlemler ve kendi kendime; “Allah'ım bu çocuk galiba aklını kaçıracak derdim.”

Yine o anlarda; “Allah'ım bu çocuk kitap okumaktan başka bir şey bilmiyor, zaten zayıf, çelimsiz bir çocuk. Hiçbir şeye de kabiliyeti yok, kazma kürekle iş yapamaz, mala tutmayı bilmez. Yarın öbür gün geçimini nasıl sağlayacak, ne iş yapacak?” diye kendi kendime düşünür dururdum. “Ama Allah'ın işine akıl sır ermiyor, evladım. Nasip, kader işte. Cenab-ı Hak sana sadece kitap okuyacağın bir iş, bir meslek nasip etti ve sen şimdi kitap okuyarak, yazı yazarak geçimini sağlıyorsun” demişti anam.

Bugün mü? Hâlâ okuma şevkim ve heyecanım devam ediyor ama artık okurken çok seçici davranıyorum, her kitabı okumuyorum, başladığım her kitabı bitirme takıntımı bıraktım. Ve tabii ki artık kırmızı ciltli kitapları çok daha fazla ve tekrar tekrar okuyorum. Ve hâlâ kitap okuyarak maişetimi temin ediyorum. Vesselam! (1.jpg)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.