Çınar Ağacında Çağın Tarihini Yazan Bediüzzaman

Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı-11

Sürgünler İçre Süren Bir Hayat: Bediüzzaman

Hükümetin dini değerlere karşı yeterince hassas olmamasından rahatsız olan Şeyh Said, Bediüzzaman’ın halk üzerindeki ağırlığından faydalanmak için Hükümete karşı kendisiyle hareket etmesini istese de Bediüzzaman teklifi reddeder.

Kısa süre sonra Şeyh Said hadisesi olarak bilinen olay gerçekleşir. Bediüzzaman yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, sözde isyanda rolü olduğu gerekçesiyle Erek Dağından alınarak Burdur’a sürgün edilir. Kendisi ile birlikte sürgüne gönderilenler bir-iki yıl içinde serbest bırakılmasına rağmen Bediüzzaman vefatına kadar sürgün, hapishane, esaret ve tarassut hayatı yaşar.

Burdur’da bir camide halka ilmi ve imânî dersler vermeye başlar. Bunları “Nurun İlk Kapısı” adı ile kitaplaştırır.

Durumdan rahatsız olan Hükümet, Bediüzzaman’ı Barla’ya sürer.

Barla’nın orta yeri sinema

Barla kuş uçmaz, kervan geçmez, yazıya gelmez, söze değmez bir köydür Anadolu’da. Sırtını dağlara, yüzünü denize vermiştir. Bir yüzünde hüzün, bir yüzün de sükun vardır. Tepedeki kabristandan kopan sessizlik köyün her tarafında kol gezmektedir. Yaprak titrese ses verecek kadar derin bir sessizlik hüküm sürmektedir. İnsanlar hüzün ve huzur arasında gidip gelmektedir.

Bir zamanlar Barla civarını alemlerin Efendisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) evladları ve İsa peygamberin havarileri mesken tutmuştur.

Barlalılar yeni bir çağın çeyreğinde, yeni bir dönemin hemen başındadır. Şanlı Osmanlı yıkılmış, yerine yeni bir Devlet kurulmuştur. Yeni Devlet, ne İsa’ya, ne Musa’ya ne de Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünü dönmek istemektedir. Dini dünyadan kazıyıp atacak, çınar ağacının dallarını, budaklarını kıracak, yapraklarını savuracaktır. Bütün amacı, gayesi, hedefi budur. 

Gerçekten de helaket ve felaket asrında koca Osmanlı çınarı yıkılmış, dalları budakları kırılmış, yaprakları dünyanın üç kıtasına yayılmıştır.

Muhacirini bekleyen Barla

Çınarın, dalları, budakları, yaprakları dağılsa da, tohum hala bu topraklar üzerindedir. Bir gün gelecek bu çınar yeşerecektir. Alemlerin Efendisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretini bekleyen Medinelilerin umudu vardır Barlalıların üzerinde. İçinde, seyyid, şerif ve havari ruhu taşıyan biri gelecek, Yokuşbaşı Mescidinin önündeki kökleri kurumaya yüz tutmuş çınar ağacını duaları, tazarruları, niyazları, gözyaşları ile yeşertecektir. Barlalılar Yokuşbaşı Çeşmesinin başında nöbet tutan çınarın yapraklarında kainatın haritasını çizen Rablerine inandıkları gibi buna inanmaktadırlar.

İşte bu günlerde bir yanı ile seyyid, bir yanı ile şerif, bir yanıyla ensar, bir yanıyla muhacir, ama her yanı ile havari, her yani ile sahabi ruhunu üzerinde taşıyan bir adam gelir Barla’ya: Bediüzzaman.

Bütün dünyası insanlığın imanını kurtarmaktan, bütün dünyalığı bir sepetten ibaret olan, bütün dünyalığını bir sepette taşıyan Bediüzzaman atalarının topraklarına geri dönmüştür. 

Bütün dünyasını bir sepette taşıyan Bediüzzaman bir sepet gibi dünyayı eline alır. Bütün dünyayı Barla’ya taşır.

Barla, saklanan, gizlenen, siperlenen, demektir. Bir zaman sonra Hz. Ali’nin talimiyle yazılan Bediüzzaman’ın Risaleleri ile “sırran tenevverat” sırrınca Barla gizliden gizliye aydınlanacak, Nur’un kandili olacak, bütün dünyayı aydınlatacaktır. 

Barla’nın her yanı sinema

Barla’nın her yanı bir sinema olur. Etkisi çağlarca sürecek bir film çekilir. Bediüzzaman kah yönetmen, kah oyuncudur.

Sinema perdesi bir rahledir. Bediüzzaman’a Rabbini kah anlatan ve kah anlattıran beş külli muarrif ve muallim vardır.

Rahlede beş kitap

Rahlede beş kitap yan yanadır.

Birincisi, bütün semavî kitapların ders verdiği hakikatin en azamî ifadesi olan Kur'ân-ı Kerim’dir.

Kur'an Allah'ın bir san'atı, eseri ve kâinatın tefsiridir. Alem kitabının yorumu ve Allah’ın varlığa karşı delilidir. Bediüzzaman tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet dersini Kur’an’dan alır ve kainata anlatır.

İkincisi, bütün peygamberlerin "marifet"ini ve “muhabbet”ini şahsında toplayan, Kur'an'ın bir tasviri ve tefsiri Hz. Muhammed'dir (a.s.m.).

Peygamberimiz kâinatın en büyük ayeti, Peygamberlik zincirinin en son halkası, gizli sırların anahtarı, kâinat ağacının çekirdeği ve meyvesi, kendisi için kâinatın, kulluğu için cennetin yaratıldığı ilahı mesajın taşıyıcısıdır. En büyük mucizesi kitaptır. Kur’an marifetullahtır. Peygamberimiz marifetullahı anlatan muhabbetullah kitabıdır.

Üçüncüsü, bütün varlıkları içine alan kâinattır. Kâinat bazı ayetlerini gördüğümüz, işittiğimiz, Allah’ın isimlerinin, sıfatlarının, işlerinin göründüğü perdedir. Varlık âleminin kendisidir. Her bir varlık canlı birer ayettir.  Bu büyük kitabı insan en iyi şekilde Kur'an-ı Hakim'in ve Hz. Peygamberin rehberliğinde anlayabilir.

Dördüncüsü, insanın Allah'ı tanıma istidadı taşıyan duygularının merkezi hükmündeki "fıtrat-ı zîşuur" olan vicdandır. Vicdan, görünen dünya ile görünmeyen dünya arasındaki berzahtır. Sönmemiş bir vicdan Rabb’i bulabilir.

Kitapların beşincisi Barla Sıddıkları  olarak bilinen Hulusiler, Re’fetler, Muhacir Hafız Ahmetler, Süleymanlar’dır.

Barla Rahlesinden bakınca dünya

Bu beş külli kitap beşi bir yerde gibi, beş vakit namazda huzur-u ilahide gibi tam bir huzur-u tamme verir herkese. Üstad, Barla rahlesinde bu kitaplar üzerinden hayatı okuyarak Risaleleri telif etmeye başlar. İmanın gözüyle, Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle binlerce manevi levhayı ve simayı görür ve oradan bir manevi sinema yapar.

Filimde fon olarak Kur’an’ın diğer ilahi ve beşeri kitaplardan en önemli üstünlüğü olan edebi, sanatsal, i’cazlı dilinin anlatıldığı Mucizat’ı Kur’aniyye Risalesi kullanılır.

Çınar Ağacında çağın tarihi yazılır

Üstad, Barla’da Çınar ağacındaki köşkünde çağın tarihini yazar. Ebediyete kadar insanlığa yetecek Nur’u çınar yapraklarına nakşeder.

Ağırlıklı nüfusu yaşlılardan oluşan ve okuma-yazma oranı son derece düşük olan Barla iman inkılabının merkezi olur.

Barla’da soluk soluğa Risaleler telif edilmeye başlanır. Asrın idrakine uygun çağdaş bir Kur’ân tefsiri olan Risalelerde Kur’ân hakikatleri yepyeni bir üslup ve içerik ile anlatılır. Bütün insanlığın imânî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevap verecek şekilde muhtaç gönüllere ulaştırılır.

Meclis Eğitim Komisyonunda cismani dirilişin inkarına dair tartışmaların baş gösterdiği ve ders kitaplarına geçmesinin gündeme geldiği bir dönemde ahirete iman inancını anlatan “Haşir Risalesi”telif edilir.

Sekiz yıllık Barla hayatı süresince Sözler ve Mektubat kitabının tamamı, Lem’alar kitabının Yirmi Altıncı Lem’a’ya kadarki kısmı yazılır.

Harf inkılabıyla Osmanlıca eserlerin matbaalarda basılması yasaklanır. Bu durum Risalelerin neşrini olumsuz etkilemesi beklenirken Barla, Sav ve Senirkent gibi birçok köy ve kasaba adeta birer matbaa olur. Risaleler elle yazılarak çoğaltılır. Okuma yazması olmayanlar asli nüshanın üzerine kağıt, en altına da mum koyarak, görünen çizgilerin üzerini kalemle dolaşarak matbaa görevi görürler. İman tekniğe meydan okur. Altı yüz bin nüsha Risale bu şekilde elle çoğaltılarak Anadolu’nun her tarafına ulaştırılır.

Risalelerden oluşan bu senaryoda gazete gibi okunacak şekilde basit, günlük dilin kısır hadiseleri içinde çabuk tüketilen haber niteliği olan şeyler yazmaz. Gerçekten haber veren gaybi haber niteliğinde olayları anlatır. Meleklerden, ruhanilerden, melek ruhlu insanlardan bahseder.

Sesi ezelden gelmekte ve ebede doğru gitmektedir. Okuyucusunda bütün istidatlarını, latifelerini, hislerini tatmin eden bir atmosfer yaşatır. “Görmediğim şeyi yazmadım” diyen Bediüzzaman talebelerini Peygamberlerle, sahabelerle, evliyalarla, asfiyalarla buluştur, konuşturur. Risaleler bu anlamda gayb ile şehadet alemin birlikte görüntülendiği bir bayram sinemasına döner.

İman hakikatleri çağın değişen iktisadi, siyasi, sosyolojik, psikolojik, kültürel ve edebi ve sanatsal şartları dikkate alarak yepyeni kalıplarla sunulur. Bütün insanlığın akıllarına, nefislerine, ruhlarına, kalplerine, bütün latifelerine uygun, seyreden, adı Risale-i Nur olan muazzam kainat senaryosunu okuyan hemen herkesin kendisinden bir şeyler bulacağı, onunla kendine yepyeni cennet misal bir dünya kuracağı, onunla kendine yepyeni sahabe misal hayat senaryosu yazacağı, bütün akılların muallilimi ve muarrifi, bütün kalblerin muhibbi ve musaffisi, bütün nefislerin müzekkisi ve müdebbiri, bütün ruhların sultanı ve madeni terakkisi olacağı bir dil kullanılır.

İhlaslı Barla Dağları

Üstadın yanında el değmemiş, göz görmemiş ihlaslı Barla dağları, tepeleri, çeşmeleri vardır. Samimi Barla ağaçları, kuşları, kedileri  vardır. Kalplerinin kapılarını sonuna kadar hakikate açmaya meyyal, insan-ı kamil mertebesine aday, insanlığı en kemal derecede yaşamaya müheyya, aziz, sıddık, fedakar, cefakar, vefakar, müdakkik, garazsız, kinsiz, husumetsiz Barla  Kahramanları vardır.

Üstadın dünya ile bağı Barla ile sınırlıdır. Barla asr-ı saadete müheyyadır. Üstad Barla’dan, Barla Üstaddan emindir, memnundur. Üstad Barlalılara, Barlalılar Üstada küsmez, kızmaz, kırılmaz...

İşte Risaleler insanlığın arşa çıktığı bu yerde sadece insana ait duyarlılıklar dikkate alınarak yazılır. Bu dil insani ve imanidir. Evrenseldir. Kimseyi ürkütmez. Menfi esaslar üzerine hakikatleri bina etmez. Propaganda dilinden uzak, telkine  dönük bir usul, üslup ve içerik ile insanlığın karşısına çıkar. Ebubekir gibi elmas ruhlu kişileri kendine celp eder. Her meslekten, meşrepten, mezhepten, ırktan, milletten insanı kendi sesine ve sözüne çağırır. Bunun neticeleri kısa zamanda alınır. Yeryüzü kocaman bir Barla, kocaman bir medrese olur. Risale-i Nur, Barla rahlesinde kainatı ve insanı okur. 

Risaleler, akla hitap eden ilmî, kalbe hitap eden ulvî, ruha hitap eden imanî, vicdana hitap eden insanî, nefsin teskiyesine ve terbiyesine bakan müzekkî yönü ile kısa zamanda okuyanları kendisine bağlar. Ondan Mustafa Sungur gibi Fenafinnurlar, Zübeyir Gündüzalp gibi Fenafilüstadlar doğar.

Risale-i Nur, dinde, dilde, düşüncede, medeniyette, kültürde bütün İslam ve insanlık birikimini yenileyen ve onu hayatımıza taşıyan, beş kitabın özeti olarak görünür. Risaleler din dilini Kur’an’ın üslubuyla dönüştürerek i’cazlı bir şekilde, okuyanı aciz bırakan bir üslupla seyircilere ulaşır.

Risaleler Kur’an’ın usulünü, üslubunu ve esasını takip eden bir izlekte telif edilir. Kur’an herşeyiyle Risalelerin perdesinden yansır. Tabir yerinde ise Kur’an usul, üslup ve esas itibariyle “güncellenir”. Hakikatler Kur’an’daki i’cazlı dile yakışır bir üslup ve usul ile dillendirilir.

Üstadın “malumatından” bağımsız olarak vehbi tarzda, sünuhat, zuhurat, tuluat kabilinden sayfalara düşer. Risaleler Kur’an’ın bu yüzyıldaki kalemi ve kelamı olur. Kur’an’ın her bakımdan en son “dersi”, en son “sözü” olur.

Risaleler, Kur’an’ın manevi bir tefsiri olarak telif edilir.  Okuyucularını, kainatı “Kur’anî” bir nazar ile okumaya çağırır. Bu durum bir kısım okuyucuda “Kur’an yeni nazil oluyormuşçasına” bir heyecan meydana getirir.

Risalelerin ebedî ve edebî dili

Risalelerde satır satır, imanın, hakikatin, nurun, şefkatin ve adaletin güzelliği, çiçeğin, merhametin ve hikmetin hüsnü, ruhun ve suretin cemâli anlatılır.

Ayetler, hadisler, menkıbeler, insanı kendisine çağıran sözler erimiş madenler gibi sayfalara dağılır.

Risalelerin “şekli” yazıldığı dönem ve sonrası için bir çok yeniliği içinde barındırır. Risale “esas”ta bir yenilik olduğu kadar, “biçim”de de yenilikler içerir. Risalelerdeki metafizik gerilim, şiirler, şiire benzeyen manzumlar, Hakikat Çekirdekleri bölümünde olduğu gibi “şiirden bozma” mensurlar, imanî divanlar, 17. Sözde olduğu gibi şiirsel metinler, 25. ve 26.  Lem’a’da olduğu gibi özyaşam öyküsü içeren biçimler, Mektubat Risalesinin yaslandığı mektubumsu biçimler yer alır. 

Temsiller, meseller, masallar ile hakikatin künhüne varılır. Konunun ağırlığına ve muhatabın kapasitesine göre bir uslup kullanılır. Küçük Sözler’de olduğu gibi sade, akıcı cümleler, Kader Risalesinde olduğu gibi ilmî bir üslup, Mucizat-ı Kur’an’iyye Risalesinde olduğu gibi edebi bir üslup satırlar arasında biribirine karışır. Her türden okurun her Risaleden alacağı mutlaka bir ders oluşur. Risalelerin satırları arasında herkes kendine ait bir hikaye bulur. O hikaye üzerinden kendi ebedî hikayesini yazar.

Risaleler, insanı  fabrika ayarlarına döndürür

Risaleler, Kur’an’ın bu asırdaki eczanesi olur. Kur’an’dan devşirilen ilaçlar son derece dikkatle hazırlanmıştır. Sanki her hasta için ayrı ayrı yazılmıştır. Her hastada sanki sadece kendisi için hazırlanmış hissi uyandırır. Bu durum Risaleleri vazgeçilmez kılar. Muhatabında  dua, ibadet, zikir, fikir, şükür, marifet, ilim gibi kulluğun esasını teşkil eden  tesirler oluşturur. Onların dünyasına tekrar imar eder. Okuyucusunu fabrika ayarlarına, fıtratının o tertemiz olduğu zamanlara götürür.

Kul ile Rabbi arasındaki muhatabiyeti iman-ı billah, marifetulah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye üzerine kurar. İman et, tanı, sev ve ruhani lezzetleri hisset, der.

İnsanın, insana, kâinata, kâinat içindeki varlıklara ve Allah’a karşı olan muhatabiyetini dört kelime ve dört kelâmda özetler. Bunlar Risalenin bütününe yayılan en temel telif ilkeleridir. Kelimelerden maksat mana-i harfi, mana-i ismi, niyet, nazardır.

Okuruna “Ben kendime malik değilim”, “Ölüm haktır” ve “Rabbim birdir” dedirtir. “Ene olarak tabir edilen benliği” vahid-i kıyasi olarak gösterir. 

Aşka pirim vermez, aşka “pirim” demez

Risaleler çağın hastalığı aşka pirim vermez. Aşka “Pirim” demez. Aşkın birçok çeşidine tenezzül edilmediğini belirterek aşkın yerine “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”ü koyar. Kur'ân’dan şerh edilen bu yol Allah'a vâsıl olacak en keskin, en selâmetli ve en kısa yoldur.

İnsanı, kâinatı ve Rabbi dillendirmenin en önemli ayağını tefekkür oluşturur. Meseleleri bütün boyutlarda ele almak, dakik ve ince düşünmek, olayları fikir süzgecinden geçirerek rafine etmek; buradan tasnife, tahlile, terkibe ulaşmak, Risale mesleğinin esasıdır.

İnsan kâinat aleminde harikulade bir sanatkârın eserleriyle dolu bir sergi içindedir. Kendinde derc edilen vasıtalar ile kâinata yayılan eserlerdeki sanatları tetkik eder. Onlardaki manayı idrak ederek marifetullah ayağıyla muhabbetullah makamına çıkar.

İnsanı marifetullaha (Allah'ı bilmeye, tanımaya, anlamaya) götüren yollar Tasavvuf, Kelâm, Felsefe ve Kur'an’dır.

Kur’an yolu cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli (çok şeyleri içine alan) olan mirac-ı Kur'ani’dir.

Kur'anî yol tercih edilerek Risaleler telif edilir.

Barla: Beş boyutlu bir sinema

Bediüzzaman Barla’da sanki beş boyutlu bir sinema içindedir. Kareler bir birine girmiştir. Her karede beş kitaptan birer sayfa görünmektedir.  Her sayfa yepyeni film kareleri üretmektedir.

Kainat küçülmüş, bir Barla olmuştur. Barla büyümüş, kocaman bir kainat olmuştur.

Filmin kahramanları Barla sıddıklarıdır. Onlar bu ebedi filmin her karesinde yer alırlar. Onlar olmasa filmin hemen her karesi boş kalacaktır.

Barla Sıddıkları tecessüm etmiş Risaleler gibi bütün perdeyi kaplarlar. Üstad bir ruh, Barla Sıddıkları ona ten olurlar.

Barla sıddıkları sekiz yıl ihlaslarıyla, sadakatleriyle, sahabemisal saffetleriyle, cennetasa bir hayatı yaşamaya ve yaşatmaya namzet halleriyle Üstada ilham kaynağı olurlar. Üstad onların yüzlerinde Kur’a’nı, Alemlerin Efendisini (sallallahu aleyhi ve sellem), kainatı, insanlığın vicdanını, en çok da sahabeleri, asrı- saadeti okur.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum