Cennetin feministleştirilmesi!

Doğrudan cennetin feministleştirilmesi mevzuuna girmeden evvel aktörlerinden birini anmadan geçemeyeceğim. Risale Haber’in ‘Said Nursi'ye iftira atan ilahiyatçıya cevap’ başlıklı haberinde değinilen ve konu edilen ilahiyatçıyı kastediyorum.  Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ten söz ediyorum. Zülkarneyn başlıklı yazımı da kendisine tahsis etmiştim ( https://www.risalehaber.com/zulkarneynden-gunumuze-yansimalar-16385yy.htm ) Yazılarına göz gezdirdiğinizde, Bediüzzzaman takıntısı içinde olduğunu görüyorsunuz. Daha doğrusu herşeyle ilgili takıntılı. İstisnası yok gibi. Cifr ve Cevşen konusunda sohbetlerinde Bediüzzaman’a yüklenmiş. Esasen anlayışı veya ‘ilahiyatçı kompleksi’ bunu gerektiriyor olmalı. Neden? Bir başka yazısına da baktığımda yine Bediüzzaman’ın müspet ilmi önemsemesini, Kur’an icazını ispatlamada bir yöntem olduğunu söylemesi de ilahiyatçımızı oldukça rahatsız etmiştir. 
 
Bir başka yazısında Bediüzzaman takıntısı kendisini şöyle ele veriyor: "Sevgili Caner (Doç. Dr. Caner Taslaman), sözgelimi, “Abdestin Allah tarafından emredilmiş olması bu sembolik temizlik ritüelinin bizim için bizatihi değerli ve önemli sayılmasına kâfidir” demek yerine, “Abdest suyu vücutta birikmiş elektriği absorbe eder ve insanı rahatlatır” tarzında argümanlarla -gerçi programda abdest konusundan ve böyle bir argümandan söz etmedi ama özellikle isbat-ı vacip konusuyla ilgili görüş ve yaklaşımlarındaki temel argümantasyon inanç konularını hep pozitif bilimlerle gerekçelendirme istikametindeydi- modern bilim üzerinden dinsizleri veya inanç konusunda tekleyenleri mıh gibi bir iman sahibi yapacağım diye didinip duruyor.
 
"Gerçi Cumhuriyet’in ilk yıllarında Said Nursî de bu uğurda çok çabalamıştı; ama onun zamanında vülger materyalist ve pozitivist düşünce pik yapmış, Ludwig Büchner’in Kraft und Stoff (Madde ve Kuvvet) adlı eseri o günün Türkiye’sinde peynir ekmek gibi satıp özellikle aydın kesimler arasında günlük gazete gibi okunur hâle gelmiş, bu yüzden de dönemin Türkiyelisi iman hakikatine modern bilim üzerinden gerekçe üretme yöntemine az çok kulak kabartmıştı. Bu yönteme kulak kabartma refleksi Sızıntı gibi dergilerin popüler olduğu yakın geçmişte de vardı. Ama şimdiki Türkiye çok başka bir Türkiye…(Ekranda Te’vilin Belini Kırmak ve Sil Baştan Yepyeni Bir Kur’an Yazmak (Prof. Mustafa Öztürk)"
 
Bu hususta ondan başka rahatsız olanlar da var. Mısır milli eğitim bakanlığının okullarda görüntülü ve çizelgeli "Kur’an ve Sünnette İlmi İ’caz" dersi projesine karşı çıkanlardan birisi olan CBC Kanalından spiker Mahmut Ebu’n Nasr bunun Kur’an-ı Kerim’i aşağılamak, saçmalık, yobazlık ve gericilik olduğunu söylemiştir. Demek ki her bölgeden ve ülkeden Mustafa Öztürk’ün meşrebinden olanlar ve kafadarları var. (1)
 
Bu mesleği tek başına Bediüzzaman’a atfetmek de doğru değil. İstisnalar olsa da genel bir çığırdır. Bu çığırın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisi Abdurrazzak Nevfel idi. Hatta daha da ileri giderek şunları söylemek mümkün: Günümüzde tefsirde  başlı başına ilmi i’caz ekolü var. Sözgelimi Zağlul Neccar ile merhum Muhammed Mütevelli Şaravi tefsirde ilmi i’caz ekolünün iki süvarisidir. İslam tarihi içinde de geniş bir temsil yelpazesi vardır. Müspet ilim ile Kur’an ilimlerini mezcetme hususunda Bediüzzaman’ın seleflerinden birisi de Hüseyin Cisr efendidir. Demek ki mesele cifr veya Cevşen meselesinden ibaret olmayıp genel bir meselesidir. Bu hususta Sayın Profesörün nerede durduğu da belli değil. Onun için önemli olan eleştiri malzemesi bulmak. Kur’an ve meal meselesiyle de yakından ilgilendiğinden ben kendisini Dücane Cündioğlu’na benzetiyorum. Sanki onun kopyası gibi. Kim kimin kopyasıdır o teferruata kaçar, beni aşarsa da Mustafa Öztürk hocada hem bilgiçlik hem de cerbeze var. Bilgisi olmadığını söylemek yanlış olur. Lakin bunu sadaret veya öne çıkmak için kullanıyorsa? Veya başkalarını eleştirerek gündeme gelmek için kullanıyorsa? Lakin bu tarz bilgi polemik üzerinden hakkı değil daha ziyade sahibini ve kişiyi öne çıkartıyor.  Bundan dolayı zannediyorum, takıntılı ve bu takıntısı da herkese sataşmasını gerektiriyor. Cidalden besleniyor.
 
Ben bu konudan ziyade son sıralarda ilahiyatçıların cehennemi söndürmeleri mukabilinde cennetin içini de boşaltmaları meselesine gelmek istiyorum. Emir San’ani, ‘Ref’ül estar‘ adlı eserini fena’un nar yani ateşin söneceğine ve yok olacağına dair kelam söyleyenlerin kelamlarını iptala adamıştır. Meseleyi tahkik etmeye çalışmıştır. Allah’ın vaadinden değil ama vaid ve tehdidinden dönüp dönemeyeceği; lütfunun taammum edip etmeyeceğine dair tartışmalar olmuştur. Günümüzde ise ilahiyatçılar cehennemin ateşini boşalttıktan sonra bir adım daha ileri giderek, cennetin içini de boşaltıyorlar. Gaibi şahide kıyas ederek kendilerine göre neyi hafif veya gereksiz buluyorlarsa onu reddediyorlar; cennetten kovuyorlar! Bu kapsamda ve aksamda cennetin feminen hale getirilmesi de var. Her alanda Batılıları karış karış izleyeceğimize dair Peygamber buyruğuna paralel ve uygun olarak cennet ve cehennem tasavvurlarında da onlarla aynı kareye düşüyoruz. İlahiyatçıları dinledikçe insana cennetin içi boş geliyor. Kendi kendine ‘acaba cennette huride mi yok?’ deme ihtiyacını hissediyor. Yunus gibiler Allah’ın varlığında istiğrak ettiklerinde, yok olduklarında cenneti birkaç huriden ibaret olarak tasavvur etmişler ve buna mukabil zatını istemişlerdir.  
 
Cennet bu dünya imtihanında sabrının bir sonucu ve mükafatıdır. Bunlar arasında derece farkı olsa da bir zıtlık ve tezat yoktur. Bununla birlikte ilahiyat konularını ele almada feminen yaklaşım ağır basıyor. Hıristiyanlar cennette yeme içme yok diye beşer fıtratını ve sıfatlarının cennete yansımasını ret ve inkar etmişlerdir (2). Dünyada insanoğluna cennet nimetlerinin ufak numuneleri veya benzerleri gösterilmiş ve verilmiştir. İnsanoğlu farklı bir tür olarak tensel zevk ve hazlara sahiptir. Bu yeme içmenin yanında cinsel hayatı da barındırır. Kısaca iştah ve şehvet diyebiliriz. Yeme içme varsa öteki de olmalıdır. Bu çerçevede cennette akla hayale gelmedik nimetler verilecektir. 
 
Yunus ise Zat-ı Bariyi öne çıkarmıştır:
Cennet dedikleri ne ki, bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni
Yunus-durur benim adım, gün geçtikce artar ödüm
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni…
 
Yunus Emre burada beşer olarak en büyük mutluluğun tensel zevklerden ziyade manevi zevkler olduğuna parmak basar. Sadece insan türü bünyesinde hem maddi hem de manevi zevkleri barındırır. Manevi zevklerin pik noktası ise yaratıcı ile buluşmadır. Müminler dünyada Allah’ın tanıklarıdır. Bu tanıklık öteler aleminde tabir caizse giyabiden vicahiye dönüşecektir. İnsan ayrı bir tür olarak –meleklerden farklı olarak- yeme içme ve cinsellik zevkiyle meşbudur. Cenneti feministleştirmek nasıl yanlışsa melekleştirmek de öylece yanlıştır. Allah insanın cennette bu garize veya tabiatına da hitap etmektedir. Öte dünyada insan yeniden inşa edilecek ama bu onun tabiatının değişeceğini  delalet etmiyor. Son sıralarda cennette bahşedilecek olan hurilerin cinsiyetsiz olduklarına dair modern ilahiyatçılar arasında neredeyse bir mutabakat oluştu. Tasavvurlarına uyacak olursak cennet ne hayalimizdeki cennet ne de Kur’an’daki cennet! Sadece onların kafasındaki veya gönlündeki cennet. Onlar bu konuda icma etseler de birlikleri muteber değildir. Mevridi nasda içtihat olmayacağı gibi elbette icma da olmaz. İcma var olan bir şeyi reddetmeye araç ve basamak olamaz.  
 
Zaman zaman beğendiğimiz zaman zaman da hayret ettiğimiz zevat arasında merhum Muzaffer Ozak hocanın geride bıraktığı yadigar şahsiyetlerden birisi Ömer Tuğrul İnançer’dir. Aylık dergiye verdiği bir mülakattaki hurilerle ilgili sözleri beni hayrete düşürdü. O da bu konudaki yorumda hakim cereyanların etkisine kapılmış gitmiş. Sözgelimi konuşmasının bir yerinde galeyan halinde ve kendinden geçerek ‘Hurinin cinsiyetinin olmadığını bilmiyor adam’ diyor (3). Demek ki kendisi bundan emin!
 
Prof. Mustafa Öztürk bey de ‘Ekranda Te’vilin Belini Kırmak ve Sil Baştan Yepyeni Bir Kur’an Yazmak’ başlıklı yazısında Kur’an’da huri ve gılman kavramlarını tartışıyor. Bu meselelerin anlaşılmasında geleneksel yargıyı ve anlayışı tasdik ediyor. Zaten başka türlü düşünmek nefis hesabına geçer yani mükabere; nassı tanımamak ve ona karşı kibir, büyüklenmek olur. Doç. Dr. Caner Taslaman bey de İnançer gibi hurilerin cinsiyeti olmadığını savunuyor. Zira günümüzde alem-i şahadete hakim olan feminen anlayış bunu böyle dikte ediyor. Kur’an başka bir şey diyor ama onlara göre gam değil! Burada gaip şahide mukayese ediliyor ve Kur’an bu algı üzerinden yorumlanıyor. Halbuki, cennette maddi emraz olmadığı gibi manevi emraz da olmayacaktır. Kinler ve kıskançlıklar silinecektir. İnsanlar doğrudan Allah’a nisbet edilecektir. Dolayısıyla buradaki kıskaçlıklarımızın üzerinden yapılan bir cennet tasavvuru ne kadar isabetli olur? Bu en basitinden dünyadaki hastalıklarımızı öteye taşımak olur.
 
Prof. Mustafa Öztürk, Arap dili üzerinden hurinin dişil bir varlık olduğunu ispat ediyor. Lakin daha sonra bunu nakzeden bir anlayışı da seslendiriyor. Huri ve gılman gibi varlıklar üzerinden veya anılan cennet nimetleri üzerinden Araplara ve ilk Müslümanlara moral destek verildiğini ileri sürüyor! Huri dişil olduğunu kabul ediyor ama hayali de olabilirmiş! İşine başka türlü boşaltıyor! Hazreti Süleyman’ın cinleri söyleminde yaptığı gibi. Ya da huriler meselesini fazla büyütmeyelim demek istiyor. Bu bazı çağdaş Kur’an mealcileri veya yorumcuları tarafından mucizelerin veya peygamber kıssalarının temsili hikaye olarak tasvir edilmesine benziyor. Sonuçta, Prof. Mustafa Öztürk reddetmiş olduğu noktayı başka bir biçimde ispatlıyor. Bunu da mezhep imamımız İmam Maturidi’ye dayandırıyor veya söyletiyor! Arap algısının cennet tasvirinde belirleyici olduğunu ileri sürüyor. Aynen böyle! Evet!  Bazı hayvanların yenmesinin helal mi haram mı olduğuna dair tartışmalarda bunun belirlenmesinde Arap damak zevkinin belirleyici olduğu da söylenmiştir. Usulcüler ‘al adetü muhakkemetün/adet belirleyicidir’ demişlerdir. Adet edile-i şer’iyedendir lakin adet diğer delillerin olmadığı yerde geçerlidir. İslam diğer şeriatları tadil ettiği gibi Arapların adetlerini de tadil etmiştir. Sözgelimi selam bunlardan birisidir. Bazen Kur’an-ı Kerim Hazreti Ömer’in beklentisi istikametinde nazil olmuştur ama bunu Hazreti Ömer belirlememiştir. Kur’an Hazreti Ömer’e uymamış belki onun zihnindeki, gönlündeki doğruyu tasdik etmiştir.
 
Maalesef Mustafa Öztürk hoca sandığımızdan da sorunlu bir dil kullanıyor ve Hazreti İsa’nın nüzülü, Mehdi’nin zuhuru gibi meseleleri geleneksel ve folklorik inançlar olarak nitelendiriyor. Onun ötesinde bazı hadis mecmualarının çöplük manzarası arz ettiğini de ileri sürmektedir. Bu cüreti acaba nereden ve kimden almaktadır? En hafifinden yaptığı ilmi bir istibdattır. Başkalarına karşı manipülatif  ilmini baskı aracı olarak kullanmakta ve Hazreti İsa’nın nüzülü ve Mehdi’nin zuhuruyla alakalı bayağı bir dille genel bir inkar akımı ve ortamı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu hava içindeki ilahiyatçılar da önlerine geleni tevil ediyorlar. Sonra da Mustafa Öztürk gibiler kendi açtıkları çığırdan şikayet ediyorlar ve bunun yeni bir Kur’an yazma noktasına vardığını teslim ediyorlar. Fakat kendisi de zarf mazruf ayrımıyla cennetin içini boşaltma kampanyasına katılıyor. Hem inkarcıları dövüyor hem de biraz sonra arkalarından gidiyor. Anlaşıldığı gibi bu meseleler bir ilim meselesi değil bir kompleks, kimlik ve kişilik meselesidir. Üzücü ama gerçek.
 
1-https://www.watan.com/media-gallery/327.html
2-Fikru’l Havaric ve’ş Şia, Ali Muhammed Sallabi, el Mektebetü’l Asriyye, Beyrut, s: 32
3-Aylık, Eylül 2014, s:  35

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum