Cemil Meriç, Harf İnkılabı ve Osmanlıca Dersi

“Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. ” (Cemil Meriç, Bu Ülke, s. 86)

Yakın tarihimizde dil meselesi üzerine kafa yoran, zihin patlatan nice düşünür ve entelektüel var. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Cemil Meriç bunlardan sadece birkaçı. İtiraf etmek gerekir ki bu meselede en yaman kalem ve dahi en dertli dimağ hiç şüphesiz ki ‘düşüncenin gökkuşağı’ ve ‘kendi semasında tek yıldız’ olan Cemil Meriç. Atilla İlhan ve Kerim Sadi gibi bazı çağdaşları tarafından nisyana terk edilmesinin en büyük sebeplerinden birisi belki de birincisi bu dil meselesi. Zaten Merhum Cemil Meriç’in Atilla İlhan’da en sevimsiz gördüğü özellik uydurma dildi. Hatta “samimiyet ve zekasına saygı duyduğum birkaç insandan biri” olarak tanımladığı Atilla İlhan’a gönderdiği bir mektupta şunları söyler: “…Şimdilik aramızdaki tek ihtilaf kelimeler konusunda. Bu bahiste, ve yalnız bu bahiste mutaassıbım. ” İslami duyarlılığı ziyade inkişaf edenler “din” meselesini “dil” meselesine tercih etti “dil”den önce “din” dediler. Ama şunu belki de farkında olmayarak görmezden geldiler veya ıskaladılar: bir dinin bütün hususiyetleriyle ayakta kalabilmesinin yegane şartı o dinin veya maneviyatın ete kemiğe bürünmüş şekli olan “dil” ile mümkündür ancak. Mukaddeslerin devamlılığı ve sonraki nesillere aktarılması açısından “dil” böylesine hayati bir önem arz eder. Bu hayati nokta yeterince anlaşılmadığından önce dil gitti, dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti. Cemil Meriç bu ince bilincin farkında olmalı ki hayatı boyunca bu dil meselesini bir namus meselesi saydı ve Cumhuriyet elitinin en büyük cinayeti bu alanda işlediğini her fırsatta dile getirdi. “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır” sözü kulaklarımızda hala çınlamaktadır. “Dünyanın en zengin ve en derinlikli dili olan Osmanlıca”nın bazı okullarda zorunlu ders olarak müfredata girmesi belki de en çok onun hayali ve rüyasıydı bu noktada ruhu muazzez olacaklar içinde birinci sırada Cemil Meriç var dersek mübalağa etmiş olmayız herhalde. Şu veciz satırlar yaşanan faciayı yeterince anlatmıyor mu? “Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. ” Bizde ise en başta kamus ayaklar altına alındı.

Harf inkılabı altıyüz yılı rafa kaldırdı

“…Osmanlı rahatsız ediyordu M. Kemal’i. Silinmesi gereken bir vesikaydı yakın tarih. Mazi zaman zaman gevezelik ediyordu. Dil devrimi Selanik’in İstanbul’a isyanıdır. Selanik’in ve bütün Anadolu’nun. Osmanlı ordusu, Osmanlı teşkilatı, Osmanlı mimarisi yok edilemezdi. Ama nesillerin birbiriyle olan devamlılığı bozulabilirdi. Harf inkılabı altı yüz yılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket ibda etti. ”

Harf inkılabı altı yüz yılı rafa kaldırmadı sadece bin dört yüz seneyi rafa kaldırdı. Amaç yeni nesillerin mazi ile olan bütün bağlarını kesmek, onları mazisiz, öksüz ve köksüz bir hale getirmek. Bir edebiyat fakültesi mezunu bırakın Fuzuli, Baki, Nedim gibi klasikleri anlamasını “Gençliğe Hitabe”yi bile zor anlıyordu artık. Jakobence yürütülen inkılapların asıl amacı buydu. Ve cumhuriyet bir parça bunu başardı. Kendi geçmişine bu kadar ilgisiz, düşman bir millet yoktur dense yanlış olmaz. Gerekirse Hıristiyan oluruz diyebilecek kadar işi abartmış olan devlet adamlarının marifetiyle ne yazık ki koca bir nesil dinine, mazisine, musikisine, şiirine, örfüne kısacası bütün kutsallarına yabancılaştırıldı. Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı. ” (Y. Kaplan) Bu tesbitlerin serapa gerçek olduğunu hangi ak-ı selim inkar edebilir? Çok şükür ki mazimizin canlı bir şahidi olan mimariye bir şey yapamadılar. Gerçi ona da dokunmaya çalıştılar ama dikiş tutmadı.

Güzellikler yani mazi kovuldu

“Kuzey komşumuzun işine geliyordu bu. Tarihinden kopan bir millet her maceraya sürüklenebilir. Dil devrimi kamusa Anadolu’nun doluşudur. Yalnız Anadolu’nun değil, Azeri’nin, Çağatayca’nın, Kırgızca’nın da doluşu… Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı aydınlarla yapıldı. Türkiye Sarıkamış’lara, Çanakkale’lere beynini gömdü bir parça. Sonra kansız, yorgun ve zafer mucizesi karşısında gözleri kamaşan amelimanda bir entelijansiya. Güzellikler yani mazi kovuldu. ”

Ne anlamlı satırlar değil mi? Çöküş hikayemizi bu kabil veciz ve beliğ bir üslup ile anlatan bir başka kalem yoktur sanırım. Evet başta Devlet-i Aliye olmak üzere bu coğrafyada yaşayan insanların başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Bu ülkenin tapu senetleri kanla yazıldı. İnkılaplar ülkenin bütün kaynaklarını yutan korkunç bir uçurum. En adi bir sokak köpeğinin sadakatinden mahrum bir entelijansiyanın yardımıyla daha doğrusu kukla gibi kullanılmasıyla başarıldı. Tarihinden kopan bir millet her maceraya sürüklendi. Cumhuriyet kodamanları bu ülkenin beynini yıllarca rakı sofralarında meze yaptılar. Mini, minnacık bir muhalefete bile tahammülleri yoktu. Bütün rakipler ceberut yöntemlerle susturuldu. Kimi Şeyh Said gibi idam masasında buldu kendisini, kimi Bediüzzaman gibi demir parmaklıklar ardında kimi de Mehmet Akif gibi sürgünde. Bundan sonra ihsanı şahaneden bolca nasiplenen bir avuç mızmız, mıymıntı, hayasız, iz’ansız aydının keyfine diyecek yoktu artık.

Dil gölgesidir cemiyetin

“Mustafa Kemal’in etrafında şahsiyeti henüz billurlaşmayan seyyal ve idare-i maslahatçı bir avuç okur yazar. Mustafa Kemal musikiyi değiştirmeye kalktı, yapamadı. Zevk meclislerinde gazel aranıyordu, şarkı aranıyordu. Altı yüz senenin ötesine atlamak, yani milli tarihte altı yüz senelik bir parantez, bir uçurum. Dil-Tarih Kurumu şefin bu emrini sadakatle başarmaya çalıştı. Tarih gömülmez. Binalarıyla, sokaklarıyla, müzeleriyle, mezarlarıyla yok edilmesi imkansız bir şahittir. Sıra dile geldi. Yeni harfler zaten geleneğin, irfan geleneğinin sırtına indirilen bir baltaydı. Selanikliler, Rusya’dan gelen Türkler, ve şeften iltifat görmeye koşan kızanlar dili tahrip için cansiperane bir gayret harcadılar. Mustafa Kemal işi maskaralığa vardığını anladı ama iş işten geçmişti. Hareket bir zaman gevşedi sonra tekrar hortladı. Mustafa Kemal atını senatör yapan Kaligula gibi her kaprisine lebbeyk dedirtmek mi istemişti? Yapılmayanı yapmak peşinde miydi? Dil cemiyetle beraber yürür. Cemiyeti de dili de ayakta tutan geleneklerdir. Dil gölgesidir cemiyetin. Cemiyeti geride bırakıp dörtnala koşmaz. (Cemil Meriç, Jurnal, Cilt 1. s. 301-302)

Tarih gömülmez.

Lozan antlaşmasında verilen sözler bir bir yerine getiriliyordu. Önce “din” öldürülecekti sonra “dil”. Din bir kademde halledilemezdi onun yerine ondan daha kolay ve bir bakıma onun koruyucu bir sütunu olan dil değiştirilecekti. Gerisi zaten çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecekti. Maziyi çağrıştıran, hatırlatan ne varsa hepsi öldürülecek. Bale gibi bizimle alakası olmayan nevzuhur bir şey zorla getirildi. Tıpkı şapka gibi. Cumhuriyet inkılapları halka rağmen yapıldı. Halkı ve bütün değerleri geride bırakıp dörtnala koştu. Islahatların mümeyyiz vasfı olan tedricilik ilkesi önemsenmedi her şey aniden oldu bittiye getirildi çünkü efendileri öyle istemişti. Hiçbir şeyin toplumla birlikte yürümesine izin verilmedi. Her şey buyurgan, jakobence yapıldı. Bugün yaşanan onca acının ve trajedinin arkasında bu ard niyetli hamlelerin payı azımsanmayacak kadar büyük. Ama ne yapıldıysa, neye başvurulduysa merhum Meriç’in dediği gibi tarih gömülmedi. Binalarıyla, sokaklarıyla, camileriyle, medreseleriyle, hanlarıyla, hamamlarıyla, müzeleriyle, mezarlarıyla, mezartaşlarıyla yıkılmadı, ayakta kaldı daima. Ve nihayet “Dünyanın en zengin ve en derinlikli dili olan Osmanlıca”nın müfredata girmesiyle diliyle bile tarihin hiçbir zaman gömüleyeceğini öğrenmiş olduk. Arif ve çilekeş yazarımız Yusuf Kaplan Hoca’nın önemle vurguladığı üzere Osmanlıca konusunda nesiller arasındaki kültürel devamlılığı sağlayamaya yardımcı olan, yardımcı olmak ne kelime bizatihi bu misyonu gönüllü bir şekilde deruhte eden Bediüzzaman hazretlerine, Risale-i Nur Külliyatına, Nur Talebelerine ne kadar teşekkür edilse azdır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum