Cemaatte adalet

Bir önceki yazımda birazcık değindiğim adalet mevzusunu bugün yüzeysel olarak, ariflere bir işaret babından, yazacağım. Öncelikle benim, şahsi olarak, cemaat içerisinde çok çile çektiğim, çok hizmet ettiğim gibi bir izlenim vermişsem tüm okuyucularımdan özür dilerim. Çünkü çok hizmet edenlerden veya çok çile çekenlerden değilim. Bununla birlikte çok çile çektirilenleri ve çok hizmet ettiği halde kem gözle bakılanları çok defa görmekteyim. Dava kardeşime yapılan, bana yapılmış demektir. Savunması da bana düşer. Her neyse...

Öncelikle her cuma günü, hutbeden sonra okunan ayet-i kerimeyi hatırlatmak istiyorum:

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi,90)

Adaletle hükmetmek Kur’an'da mutlak surette emrediliyor. Yani Allah'a havale etmek, kadere tevzi etmek, mahkeme-i kübraya bırakmak gibi seçeneklerimiz bulunmakla birlikte, adaletle hükmetmeye ve bulunduğumuz toplumda veya cemaatte adaleti tesis etmekle memur olduğumuzu bilmemiz gerekir. Haksızlığa uğramış olan kardeşimize “üzülme kardeşim herkes gibi, onlar da ettiğini bulacaklar” deyip, onun hakkını aramasına yardımcı olmamak bana göre haksızlığa göz yummaktır. Ya da ferdlerin hakkını koruyamayan bir sistemin bayraktarlığını yapmak da, zulmedenlerin lehinde saf tutmakla aynı anlama gelir.

“Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.”  (Mektubat, 459)

Yani cemaatte gerçek ve sağlam bir birlik ve beraberlik yoksa, toplamak ve artırmak kesirlerin birbiriyle çarpılması gibi cemaati küçültür. Örneğin; siz dört kişisiniz ve dört kişi daha cemaatinize eklediniz. Ancak aranızda gerçek ve sağlam bir beraberlik yok. O zaman siz ¼ kuvvetinde iken 1/8 kuvvetine düşmüş oluyorsunuz. Bu hakikat bizzat Bediüzzaman Hazretleri'nin sosyolojik bir tesbitidir. Peki adalet-i mahzayı sağlamayan bir cemaat, gerçek ve sağlam bir beraberliğe sahip olabilir mi?

“Adalet-i mahzânın en büyük düsturunu vaz ediyor. Der ki: Bir mâsumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için olsa da, heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz'iyatın küllîye nispeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizan-ı adalete karşı aynı nispettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz. “ (Sünuhat, 27)

Eğer biz cemaat yapılanmamızla Kuran'a ve Allah'ın yoluna hizmet etmeye niyetliysek adalet-i mahzaya tabi olmak zorundayız. Yani en küçük ve en büyük hakların hepsini bir tutup muhafaza edecek sistemi ortaya koyabilmeliyiz. Ferdin hukukunu göz ardı eden sistemlerin savunuculuğunu yapmak gibi bir hataya düşemeyiz. Cemaatimizde adalet bulunup bulunmadığının ölçüsünü Üstadımız Hazretleri bize veriyor; “hikmet-i hükümet ise, saltanatın cenâh-ı himâyesine ilticâ eden mültecîlerin taltifini ister; adâlet ise, raiyyetin hukukunun muhâfazasını ister. Tâ hükümetin haysiyeti, saltanatın haşmeti muhâfaza edilsin.” (Sözler, 54)

Son olarak, genelde Müslümanlar özelde ise bilhassa Nurcular Kur’an ve sünnet-i seniyyeye ittibaya mecburdurlar. Adalet-i mahza ise, hem Kur’an'ın ve hem de sünnet-i seniyyenin temel direğidir. Mesleklerini sahabe mesleği olan kabul eden ve bilen tüm Nurcular, adaletle hükmetmeyi ve adil cemaat mekanizmalarını savunmaya mecburdurlar. “Sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibâriyle, hakka âşık, sıdka müştak, adâlete hâhişgerdirler. Çünkü yalanın ve kizbin çirkinliği, bütün çirkinliğiyle ve sıdkın ve doğruluğun güzelliği, bütün güzelliğiyle o asırda öyle bir tarzda gösterilmiş ki, ortalarındaki mesafe, Arştan Ferşe kadar açılmış, esfel-i sâfilîndeki Müseylime-i Kezzâbın derekesinden âlâ-yı illiyyînde olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın derece-i sıdkı kadar bir ayrılık görülmüştür.” (Sözler, 445)

Neticede anlatmak istediğim şey kısaca şudur ki; bizler cemaatlerimizde adalet-i mahzayı sağlamak ve adaletle hükmetmek zorundayız. Bunu sağlamak için yargı mekanizmaları kurmaya mecburuz. Ferdlerin hukuklarını korumaya mükellefiz. Ferdlerimize, haksızlığa uğradıklarında haklarını arayabilecekleri kurumları imkan olarak sunmak zorundayız. Aksi takdirde mahkeme-i kübrada hesabı bize sorulacaktır. Ayrıca dünyada da sefil, perişan ve rezil bir duruma düşme ihtimalimiz de vardır. Müslümana doğruluk yakışır. Ve doğruluk, adaletli olmayı gerektirir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum