Cemaat ya da en tehlikeli sahte gerçeğe en yakın olandır!

İnsan aldanır…

Aldanmak ademoğlununen şifa bulmaz yaralarındandır…

En kötüsü de kendine aldanmasıdır insanın yahut kendini kendiyle aldatması…

Hele hakikati müteal zemininden koparıp, kendi balçığında, vehim suyuyla yeşertme sarhoşluğuna düşmeye görsün insan…

Dönüp baktığında kaybettiklerini fark edeceği mesafeyi de göremez olur.

Çünkü nefis miyoptur. Uzaklaştığı asli hakikati değil, hakikat rengiyle boyadığı ve yanı başında büyüttüğü kendihezeyanlarını görür... İşte bu, bozulmanın neden kolaylıkla farkedilemediği sorusunun da cevabıdır:

Hakikati kendine göre ve kendi zemininde büyütme hevesine düşenler, hakikati hep yanı başlarında zannederler!

İnsan/İslam tarihi bunun acı örnekleriyle doludur. Hayır uğruna yola çıkmış nicelerin, şerle neticelenen yolculukları, hakkın yanında durmak yerine, hakkı yanında sürükleyenlerin resmidir.

***

Bugün bu topraklarda bir cemaat[1], defalarca yaşanmış ve sonu mukadder bir hüsran hareketinin son halkası olmaya namzet duruyor.

Hiçbir ikaz ve referans gösterilen kutsal, onları ‘doğruyu kendilerinin temsil ettiği’ iddiasından vazgeçirmeye yetmiyor. Hiçbir kıstas savruluşlarını fark edecekleri bir değer taşımıyor.

Neden mi?

Çünkü kendilerini yeşerttikleri zemin buna müsait değil!

Çünkü onlar tüm kutsalları kendi renklerine boyayabilecekleri mesnetsiz bir alanda “büyü(t)meyi” tercih ettiler. Bu alan, onların en tehlikeli başarıları da oldu ne acı ki…

Evet, cemaatin en tehlikeli başarısı, hakikati ilkesiz bir te’vil zemininde amaca göre şekillendirebilme ustalığıdır hiç şüphesiz.

Bu ustalık, müminlerin, “cemaati” ikaz ve irşad imkan ve direncini kırdığı gibi, “cemaati” de bu imkandan mahrum bıraktı.

Ve çoğu gerçek, makyavelist dinamikler üzerine oturan bu te’vil alanında aslını muhafaza edemedi. Her kutsal ve onun üzerine tesis edilmiş alan/lar, yalnızca gereği kadar ve kullanışlılık süresi nispetinde varlığını sürdürdü.

Bu bazen hayatüssahabe oldu, bazen fıkıh, bazen tasavvuf… Kimi zaman da başka manevi ve milli değerler…

Hangisinde “amaç” için kullanışlı bir kavram yahut kesit varsa, bu, o alanın bağlamından kopuk şekilde adeta cımbızlanarak kitleye servis edildi. Ve hedefler önündeki engeller, bu eklektik ve kaypak ama “kutsal ve kullanışlı dil”le bertaraf edildi.

Bunun en bariz örneği tesettür meselesindeki tutumdu hiç şüphesiz. Dönemin hâkim seküler gücü, İslam’ın şear-i İslamiye nevinden kabul ettiği ve “Kadın üzerindeki tasarruf hakkı Allah’ındır” mesajını veren bir emri yasakladığında; “füruat” kavramı öne sürüldü. Bu, fıkhın ubudiyet için ele aldığı konularda kullandığı bir kavram olarak doğruydu belki. Fakat toplum algısının füruatı nasıl teferruata dönüştüreceği de belliydi… Üstelik bu farz emir, daha büyük! gayeler uğruna cemaat içi uygulamalarla sıradanlaştırıldı ve fıkıhtaki füruat, algı yönetimi üzerinden “teferruat”la eşdeğer hale getirildi.  Zaten F. Gülen’in Nuriye Akman’la röportajında ifade ettiği şu sözler asıl niyeti belli ediyordu:

“O mevzuda (tesettür) da ben şahsen düşüncelerimi ifade ettim… Belki en kritik bir dönemde sinirlerin çok yükseldiği, asabın bozulduğu bir dönemde (füruat açıklaması) yatıştırıcı gibi oldu kanaatindeyim.

Bu illüzyonist dil hiçbir zaman bununla sınırlı kalmadı. Cemaat adına atılan her adım, ya dini, ya milli yahut da modern algıyla şekillendirilmiş Müslüman zihnin zaaflarını da hesaba katıyor ve farklı kesiminden gelen itirazlar, itiraz edilen alan üzerinden hazır cevaplarla geçiştiriliyordu.

Eğer itiraz seküler iktidar ve erk üzerinden gelirse, onların kutsal zaafları öne sürüyordu. Örneğin yurt dışındaki okullar Gülen’in ifadesiyle “Atatürk ilke ve inkılaplarını yayan okullardı ve okullarda ayrılan en güzel yerlerdeki Atatürk köşeleri, bu değeri dünyaya duyurma misyonu taşıyordu.”

Eğer dini kesimden gayri islami tavırlara karşı bir itiraz gelirse, bu kez fıkhın ölçüleriyle sınırlı ve hayati tehlike ve tahammülü imkansız durumlarda ölmeyecek kadarına müsaade edilme anlamı taşıyan “zaruretler haramı mübah kılar” düsturu öne sürülüyor; cemaat içi/dışı ikazlar, bu yöntemle bertaraf ediliyordu.

Zamanla bu lakaytlık öyle bir dehşete dönüştü ki, İslam uğruna Müslüman bir yaşamdan vazgeçmeye kadar vardı. İçkinin özellikle askeri kanatta meşrulaştırılması, namazın Cuma namazlarını terk etmek, vakit namazlarının imayla kılınması hatta kılınmaması ve istenilen noktalara gelinene kadar sefih bir yaşantı imajı vermek, cemaatin islam’ın inkişafı adına bir “fedakarlığı” olarak kullanıldı![2]

İslam açısından haram kategorisinde ele alınacak birçok icraatın alenen işlendiği Türkçe Olimpiyat Şölenlerinde ise fıkhın dili de artık yetmedi. Bu sefer fıkha göre daha serbest gibi duran bir alanda meşruiyet arandı: tasavvuf…  Olimpiyatlara fıkıh açısından gelen eleştiriler Hz. Peygamber’i “müşahede” iddiaları üzerinden meşrulaştırılamaya çalışıldı. Gülen’in dediği gibi, bazı şeyleri tahrif de olsa, bazı hakikatlerin anlaşılması için Hz. Peygamber gelmişti… Dolayısıyla usulü detay’a feda etmemeliydi!” [3]

***

Savruluşların ardı arkası kesilmedi. Mevcudu muhafaza uğruna, vücuba ihanet, kutsal bir fedakarlıkla özdeşleştirildi. Nice olmazsa olmazlar, nice olmasa da olurların uğruna yokluğa mahkum edildi…

Nerede değilse oranın dilini konuşan ve hep reddetmeye müsait bir güven mesafesi arkasından geliştirilen “double speak” bu dilin sahibi cemaat; bugün geldiği nokta itibariyle ise içler acısı bir durum arz ediyor.

Bu topraklarda, “la dini bir anlayış, vesayetini devlet erki üzerinden nasıl meşrulaştırabilir” sorusunun cevabını 80 yıldır örtülü/açık veren bir siyasi partinin, bugün en ateşli bir savunucusu olmak, gelinen noktayı anlamaya yeter sanırım.

Dinsizliğin bu topraklarda yeşermesi için elinden geleni ardına koymamış siyasi bir “fırka”nın ve onun fikir babasının, 90 yıldır çığırtkanlığını yapan bir siyasi oluşuma kendini teslim etmek, ancak hakikati kendi kaypak zeminine hapseden meşruiyyeti kendinden menkul bir grubun akibeti olabilirdi.

Ve oldu…

İskipli Atıf Hocaların ve İstiklal Mahkemelerinde mezarından çıkartılıp asılacak kadar gadre uğramışların müsebbiblerinin…

Ezan-ı Muhammedinin asliyetini bozmuşların…

Kur’an’ı “arap oğlunun yaveleri” konumuna indirip meclis kürsüsünde “gökten indiği sanılan dogma” sıfatını layık görmüşlerin…

Ve 1000 sene İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu ülkenin çocuklarına, dininden dolayı her türlü baskıyı zulmü sürgünü reva görmüşlerin yanında durarak gösterdiler bunu…

***

Bugün büyük bir imtihanın tam ortasındayız…

Bu topraklar başta olmak üzere, tüm İslam dünyasının mukadderatıyla ilgili zorlu bir süreç bu…

Küresel şer şebekelerinin topyekün ümmetin geleceğini karartmak adına ittifak ettiği şu süreç, akla karanın, şerle hayrın, hakla batılın saflarını da netleştiriyor hiç şüphesiz.

Meseleyi algı yönetimi üzerinden “yolsuzluk” zeminine indirip Ümmet bilincini helake sürükleyen, milli iradenin meşruiyet hakkını elinden almaya yeltenen fesat komitelerinin ekmeğine yağ sürmek yahut sürmemek için duruşumuzu netleştirmek zorundayız.

The Cemaat’in kutsallarıyla, İslam’ın ve Ümmetin kutsalları arasındaki tercihimiz, gerçek kimliklerimizi ortaya koyacak…

Kimiz biz?

Ezeli hakikatlerin inşa ettiği bir hakikat yolcusu mu; yoksa kitlesel egosuna meşruiyet kazandırmak için kutsalı referans gösteren bir hezeyanın savunucusu mu?

[1] Önceki iki yazımda da ifade ettiğim gibi, eleştirilerim her türlü fedakarlığa katlanıp, manevi ve milli değerler uğruna büyük gayretler göstermiş “Hizmet”in gönüllüleri ve tabanı değil; bu insanlar üzerinden bugün ülkeyi maddi /manevi kaosa sürüklemeye yeltenmiş şer şebekesinedir.

[2] Cemaate mensup bir subayın sohbet esnasında şahsıma söylediği şu sözler durumun vehametini anlatmak adına yeter sanırım: “Tabura belli ki cemaatten olmayan bir arkadaş geldi. Cuma namazlarını ve vakit namazlarını kıldığını gördükçe öyle özeniyorum ki abi! Maalesef tedbir için biz kılmıyoruz!”

[3] Gülen’in fıkıh anlayışında, füruat’ın aslında  “detay”dan ibaret olduğunu fark etmek için, bu konudaki beyanatı yeterlidir sanırım. Daha açık ifade edecek olursak, Gülen’in usul adına, tahrif ve haram da olsa detaylar irtikab etmedeki cömertliği su götürmezdir! (Osman)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
20 Yorum