Cem Yavuz'un Şiir "Seyr'i

Cem Yavuz'un Şiir "Seyr'i

Hüseyin Karaca'nın yazısı...

Şairin, hayâl perdesini yırtmak için bitimsiz bir çırpınışı var. Tıpkı, kapalı bir mekana girip de sonra çıkmak için göremediği camların önünde habire kanat çırpan, dönüp dolaşıp cama çarpan kuşlar gibi. Yana yakıla bu hayâl âleminin uç boylarında gezinerek perdenin ardına geçmek için fırsat kolluyor. Günümüzde, şuaranın kahir ekseriyetinin böyle olduğunu söylemek çok tartışma götürür şüphesiz. Bu yazının, kendisine vesile kıldığı kitapta söylendiği üzere, “(…) fiyakalı bir hologram suretinde boy gösteren şair (…)” varlığını, hayâl perdesini yırtmak için değil onu daha bir afili, eğlenceli bir temaşaya tahvil etmek için sürdürüyor. Yani kimileri perdeyi kaldırmaya can atarken, bir kısım zevat da o perdeyi gölge oyunu için kullanıyor. Bunların varlığı perdeyle kaim. Olur olmaz imgeleri ardı sıra dizerek, anlaşılmazın popülerliğine, sözümona hikmetine bel bağlayan ‘şiir yazarları’ bir hayli çok.

Perdeyi yırtmak için çırpınanlardan biri olan Cem Yavuz, uzun bir aradan sonra yine iki kitapla karşımızda. Tanıtım yazısında, “Perdeyi kaldırın, semâya katılın” vaadiyle okura sunulan şiir kitabı Seyr, yedi yıl önce olduğu gibi yine peşine düzyazıyı da takmış: Seyr’engiz… Yedi yıl önce de birlikte yayınlanan şiir kitabı ‘ayn’ ve bu şiirlerin düz yansıması “ars moriendi” gibi. Bu süre zarfında kitaptaki bir şiir (coda) dışında hiçbiri yayınlanmadı.  “Şairin Seyr’i boyunca uğradı halleri kayda alan” Seyr’engiz’deki yazıların ise büyük bölümü merdivenşiir’de yer almıştı.
 
Cem Yavuz’un şiir ‘seyr’i, kurmaya çalıştığı şiirin tabiatına denk olarak derinden ve dingin…


kalbim her şeyi bekliyor gibi uzun bakılı gözde olmayan bir îmâ bir giz eşiği açarak
sessizliğin iri harflerinden salıncak kelime zaman iliği derin gök kıskacı
rahmi kayıp dönerek küçülen leke her
şey ruhun sıkıştığı süveydâ

Cem Yavuz’un şiiri sözkonusu olduğunda anahtar kavram ‘dille görme’dir. Müzik ve resim de Yavuz’un şiirindeki başat unsurlar. Bu açıdan, önceki kitabı ayn’dan bir ayrışma yok. Sadece, ‘seyr’inin doğal akışı gereği bir makas değişimi var. Yani Cem Yavuz, hep ‘ayn’ı seyr’de… Yeni kitabı vesilesiyle tekrar okuduğum ayn’a göre, bu değişim Yavuz’u muradına biraz daha yaklaştırmış; bu hayal aleminin hurufatıyla ne kadar yaklaşılırsa…

rumûz
….
bir şey kalmayacak yarın her şey
geçince
dilin almadığını taşıyan ağızlar kabarıp
kabarıp
söylenmemiş harfler aslında
keremle göğe çekilince

Hölderlin, “Mülklerin en tehlikelisi dil, bunun için verildi insana; kendisinin ne olduğuna tanıklık edebilsin diye.” diyor. Şair, dilin imkan ve sınırlarını zorlayarak bu müşahedenin tezahürlerini yansıtmaya çalışıyor. Perdenin ardını seyr’etmek bir yana, bu müşahedeyi dile dökmek, başka bir gerçekliği, perdenin bu yanında izhâr etmek şairin payına düşmüş anlaşılan. Tabi, böyle bir seyr üzre olan şairlerin payına… Çünkü Heidegger, Hölderlin’le ilgili bir yazısında (günümüzde sıklıkla gündeme gelen ‘has şiir’ tartışmasını da hatırlatırcasına) , Homeros, Sophokles, Dante, Shakespeare ve Goethe gibi isimlerin de önemli ve üstelik Hölderlin’den verimli şairler olduklarını, fakat onların yazdıklarının sadece –edebi bir tür olarak- şiir olduğunu söylüyor.

Adına ister idealar alemi deyin, isten mutlak varlık deyin, içinde yaşadığımız hayatın (hayâlin) ötesinde bir gerçeklik olduğunu ve bu gerçekliğe, ipekböceğinin kozasını yırtması misali ulaşma gayretkeşliği gösteren şairler için, antipsikiyatri akımının öncüsü R.D. Laing’in şizofrenler için kullandığı “başka gerçekliğin kişileri” tanımını yakıştırırsak umarım kimse alınmaz.
Cem Yavuz, şiirinin yönü itibariyle (özellikle Panter şiirindeki, -panter gibi görme değil- panterle bir olma/panterde yok olma deneyimi anlamında) Rilke, bizimkilerden de şiir damarı itibariyle Asaf Halet, söz dizimi ve dilin imkanlarını sınama anlamında Ece Ayhan, “dingin ve yüksek gerilimli” söyleyişiyle İlhami Çiçek gibi şairlerle akraba görünüyor. Beslendiği kaynaklar ve şiirini besleyen unsurlar, temalar ise zaten Seyr’engiz’de mevcut. Yukarıda belirttiğimiz gibi müzik ve resim, Yavuz’un şiirinin başat unsurları. Bu durum, şiirlerine verdiği isimlerden (lacrimosa, stabat mater, füg, viyola için hayaller vb.) anlaşılabildiği gibi, Seyr’engiz’de zikrettiği isimler ve yaptığı iktibaslardan (J. Milton, William Blake, Johann Sebastian Bach, Schoenberg, Robert Browning vb.) ve yine Seyr’engiz’de yer verdiği tabloların ressamlarından da (Caravaggio, William Blake, Tanguy, Erol Akyavaş, Siyahkalem vb.) rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bu isimlerin ortak özellikleri ise “başka gerçekliğin kişileri” yani vizyoner sanatçılar olmalarıdır. Çünkü “Yaratıcı süreç bağlamında vizyon, sanatçının varlıkla birleşmeyi tecrübe ettiği, aşkın bir vecd deneyimi ve keşf yaşadığı seyir durumudur.”

Sözün burasında, Cem Yavuz’un şiir düşüncesinin, kendi deyimiyle şiir ontolojisinin neşet ettiği ana kaynak olarak İbn Arabi karşımıza çıkıyor. Rüyâ, hayâl, mânâ, semâ (ses) gibi kavramlardan hareket ederek, onları açımlayarak şekillendirmeye çalıştığı bu ontoloji, İbn Arabi düşüncesi temelinde yükseliyor. Fakat, şiirinin (ontolojisi gereği kaçınılmaz olarak) kapalı yapısına ve ondan ziyade kelime ve şiirlerindeki başlık seçimine zahirî olarak baktığımızda, yoğun batı etkisi ve batının kültür temellerini referans alan bir yapı algılanıyor; yabancı ve bize bir şey söylemez gibi tezat bir izlenim oluşuyor. Ama bu zahirde böyle. Aslı ise seyr üzre olan “başka gerçekliğin kişileri”nin aynı anlam alanında iz sürmeleridir. Bu cümleden olan tüm sanatçıların eserlerinde kapalı, ilk okumada (kimilerince çok okumada bile!) kendini ele vermeyen bir yapı olması, büyük ölçüde muradları gereği. Çünkü onların derdi ne Sokrates’in ayna örneğindeki gibi ne de Aristo’nun ‘olabilecek ya da olması muhtemel’i anlamında bir mimesis değil. Onlar, perdeyi kaldırmanın, kozayı yırtmanın derdinde.

Hülasa, Cem Yavuz Seyr’ ve Seyr’engiz’de bu minval üzre şiir ve metinler sunuyor; başka bir gözle bakmayı bilenlere. Kendisi de bunun farkında ki okuru Yunus’la uyarıyor:

Boncuk değil sır sözü, gel gidelim ko sözü
Dostu görmez baş gözü, ayrıksı basar gerek. 

Biz de son sözü Wittgenstein’in Tractatus’taki önsözüyle bağlayalım: “Bu kitabı beklide yalnızca içinde ifade edilen düşünceleri ya da benzeri düşünceleri, evvelden kendileri de düşünmüş olanlar anlayacaktır.”