Büyük günah işleyen kimse dinden çıkar mı?

Büyük günah işleyen kimse dinden çıkar mı?

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, günümüzün tartışılan problemlerine, sorularına cevap veriyor

Risale Haber-Haber Merkezi

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, günümüzün tartışılan problemlerine, sorularına cevap veriyor.

Soru:
Günümüzde bazı kimseler büyük günah işleyen kimseleri küfürle itham etmektedirler. Büyük günah işleyen kimse dinden çıkar mı? Tekfir konusunu izah eder misiniz?

Cevap:
Tekfir; lügat manasıyla küfür, nimete karşı nankörlük etmektir. Istılahta ise; "Hiçbir zorlama olmaksızın kişinin kendi iradesiyle iman hakikatlerini veya onun bir cüzünü inkâr etmek yahut tasdik etmemek, iman edilmesi gereken mukaddesatı tah¬kir etmek, haramı helâl, helâli haram kabul etmek" manasındadır.

Bediüzzaman Hazretleri de küfrü şöyle tarif eder:
“Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i sani' demektir. Şu mana ile ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur.”  (1)

Bir mümini tekfir etmek son derece tehlikelidir. Bu konuda her müminin çok dikkatli olmasını gerektiren, tüyler ürperten bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Eğer itham edilen kâfir değilse, küfür itham edene döner.” (2)

Öyle ise herhangi bir kimsenin İslam’a muhalif bir fiiline veya günahına bakıp da onu hemen tekfir etmek büyük bir tehlikedir ve hiç kimsenin buna hakkı yoktur.
“Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?” sualine karşı; “Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünki eziyettir. Eziyetten nehiy var.”  diyen Bediüüzaman Hazretleri, başka bir eserinde ise şöyle buyurur: “Said’i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hatta sarih küfrü bir adamdan görse de yine te’vile çalışır.” (3)

Büyük müceddit, mürşit ve müçtedit olan İmam-ı Azam Hazretleri, İslam dinine muhalif fikir ve davranışlarda bulunanlarla mücadele etmiş, onların batıl görüşlerini ve yanlış itikatlarını akli ve nakli delillerle çürütmüştür.

İmam-ı Azam Hazretleri bir gün mescitte ibadet ederken, Haricîlerden bir grup ellerinde kılıçlarla mescide gelirler ve “Sana iki sualimiz var. Eğer cevap veremezsen seni öldüreceğiz” derler. İmam-ı Azam; “Önce kılıçlarınızı kınlarına koyunuz, kalbim onlarla meşgul olmasın, sonra suallerinizi sorunuz” der.

Onlar kılıçlarını kınlarına koyduktan sonra: “Dışarıda iki cenaze var. Birisi devamlı olarak içki içen ve tövbe etmeden ölen bir erkek, diğeri ise zina eden ve tövbe etmeden ölen bir kadın. Şimdi bunlar Müslüman mıdır yoksa kâfir mi?” diye sorarlar.

Eğer İmam-ı Azam o ölen kimselere “mümin” dese onu öldürecekler, şayet, ‘onlar Müslüman değildir’ dese o zaman da yanlış fetva vermiş olacak. Çünkü İslam dinine göre günah-ı kebairi işleyen bir kişi kâfir olmaz. Haricilere göre ise, büyük günahlardan birini irtikâp eden kişi,  kâfir olarak ölür.

İmam-ı Azam Hazretleri gelen o gruba şöyle der; “Ölen o kişiler Hıristiyan mı?” onlar;  “Hayır” derler.  İmam-ı Azam tekrar: “ Onlar Mecusi mi?” diye sorar. Onlar yine;  “Hayır” cevabını verirler.  İmam-ı Azam; “Peki o vefat edenler putperest mi?” diye sorar. Onlar yine “Hayır” derler.  İmam-ı Azam; “ Peki o hâlde,  o vefat edenler kimler?” deyince, onlar hep bir ağızdan “Onlar Müslümanlardı.”  diye cevap verirler.

Bunun üzerine o büyük insan şöyle der: “Vefat eden o kimselerin Müslüman olduğunu siz itiraf ettiniz.  O hâlde sizin kendinizi öldürmeniz icap eder.”

Onlar bu kez: “O hâlde o vefat edenler, cennete mi yoksa cehenneme mi gidecekler?” diye sorarlar.
İmam-ı Azam Hazretleri: “Bu sualinize Hz. İbrahim’in (a.s) vermiş olduğu cevap ile cevap vermek isterim” der ve şöyle buyurur:

“Hz. İbrahim’e (a.s) bunlardan daha şerli insanlar hakkında sual soruldu da, o, şöyle cevap verdi: “Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa, o bendendir; kim bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.” (4)

Hz. İsa da (a.s), asiler hakkında şöyle buyurdu: “Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin.” (5)

Onlar, İmam-ı Azam Hazretlerinin bu cevabı karşısında yanlış düşündüklerini itiraf etmiş ve tövbe ederek ehl-i sünnet itikadını kabul etmişlerdir.

Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretleri de şöyle buyurur: “Bir kimsenin sarf ettiği bir söz, birçok yönleriyle küfrü gerektiriyor da bir yönüyle küfürden kurtarıyorsa, müftünün (fetva veren kişinin)  onu tercih etmesi gerekir. Zira Müslümanlar hakkında hüsn-ü zan esastır.”

Bu ilim ve irfan saçan ifadelerde iki yaramızı birden seyrediyoruz. Birisi, "su-i zan", yani kötüye yormak, olumsuz değerlendirmek. Diğeri de, müftünün görevini herkesin yüklenmesi. Fetvanın câhiller eline düşmesi...

Gümüşhanevî Hazretleri devamla şöyle buyuruyor: "Şu var ki, bu adamın niyeti küfür değilse Müslüman’dır, fakat niye¬ti küfür ise müftünün fetvası onu kurtarmaz"  (6)

Tâbiînin büyüklerinden, zahit, muhaddis, fakih ve müfessir Hazreti Ömer'in halifeliğinin son ikinci yılında Hicrî 21 senesinde dünyaya gelen (H.110/M 728) Hasan-ı Basri Hazretleri’nin, Vasıl İbn-i Ata (H.80/M.699) isimli bir talebesi vardı. Bir gün Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin huzuruna gelen bir zât, Haricileri kastederek, "Zamanımızda bir cemaat ortaya çıktı ki, onlar günah-ı kebâiri işleyenlere kâfir hükmü veriyorlar.  Bu hususta kanaatiniz nedir?" diye sorduğunda, Hasan-ı Basrî Hazretleri daha cevap vermeden, Vasıl İbn-i Atâ şöyle cevap verir; "Bana göre günah-ı kebâiri işleyen ne mü’mindir, ne de kâfirdir. Çünkü mü’min olsa günah-ı kebâir işlemez. İman hakikatlerine inanan kimseye de kâfir denilmez." Bunun üzerine, Hasan-ı Basrî Hazretleri, "Bu bizim itikadımızdan i’tizal etti (ayrıldı)," buyurdular. Bu olaydan sonra, Vasıl İbn-i Atâ’nın fikrinde olanlara, i’tizal edenler manasına gelen Mutezile lakabı verildi.

Vasıl b.Ata'nın; “Büyük günah işleyen ne mü'mindir, ne de kâfirdir, o ancak fasıktır" demesine mukabil Hariciler, özellikle de onun Ezarika kolundan olanlar daha da ileri giderek büyük günah işleyenler müminleri tekfirle itham etmektedirler.

“…Kebâiri işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.” (7) diyen Bediüzzaman Hazretleri de büyük günahları işleyenlerin durumunu şöyle ifade eder:

“Dinimize göre,  günah-ı kebairi işleyen kâfir olmaz. Zaten bu mesele Ehl-i Sünnet âlimleri ile Haricîler ve Mûtezile arasında asırlarca sür¬müştür. Haricîler büyük olsun küçük olsun her günah işleyenin kâfir olup ebediyen Cehennemde kalacağını iddia ederlerken, Mûtezile büyük gü¬nah işleyenin ne kâfir ne de mümin olmayıp, imanla küfür arasında kalacağını savunmuşlardır. Bu iki görüşte İslam düşüncesine zıttır ve şeriata muhaliftir.” (8)

Yahya bin Muaz’ın buyurduğu gibi: “Bir anlık iman, yetmiş yıllık küfrü mahveder, yok eder. Nasıl oluyor ki yetmiş yıllık iman, bir anlık günahla yok oluyor.”

Şunu da ifade edelim ki, kişinin imanını muhafaza etmesi için, günahlardan kaçınıp emir dairesinde hareket etmesi gerekir.  Çünkü günah işleyen bir kimse iman dairesinden çıkmasa bile, küfre giden yola bir adım atmış olur. Onun için hemen tövbe ve istiğfar etmelidir. Bediüzzaman Hazretlerinin de ifade buyurduğu gibi;  “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.”  (9)

Bunun içindir ki, bir mümin küçük bir günahını dağlar kadar görür ve hemen tövbe istiğfar eder. Münafık ise dağlar kadar büyük olan günahlarını bir sineğin kanadı kadar hafif görür ve tövbe, istiğfar etmez.  Günahlardan kaçınıp, dinin emirlerini yerine getiren bir insan, imanını bu tehlikeden koruduğu gibi, Allah katında da insanların en çok ikram edileni ve en sevgilisi olur.

DİPNOTLAR:
1-Nursî, B. S Münazarat
2-Buhârî, Edeb, 73; Müslim, Îmân, 26
3-Nursî, B. S Şualar
4-İbrahim Suresi 14/36
5-Maide Suresi 5/118
6-Gümüşhanevî, Ahmet Ziyaeddin, Ehl-i Sünnet İtikadı, s.68
 7-Nursî, B.S, Lem’alar (13. Lem’a, 7. İşaret)
8-Nursî, B.S Münazarat
9-Nursî, B. S Lem’alar