Bürokrasi halkla iç içe yaşamalı

Bürokrasi halkla iç içe yaşamalı

Araştırmacı Yazar-Safa Mürsel açılımla ilgili önerilerini Risale Haber’e anlattı

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Araştırmacı Yazar-Safa Mürsel:

 

“Demokratik Açılım” diye adlandırılan ve “Kürt Sorununu” çözmek amacıyla başlatılan sürecin zamanlamasını uygun buluyor musunuz?

 

Terörle özdeş hale getirilmiş bir sorununun çözümü için bir zaman tayini söz konusu olamaz. Asırlık ve kanayan bir yaranın çözümü, zamanlama mülahazalarının konusu olmamak gerekir. Sorunun bu güne kadar çözümsüz kalmış olması, toplumumuzu maddi ve manevi alanda telafisi imkânsız kayıplar yaşatmıştır. Çözümün her an ve ilk fırsatta gündeme getirilmesi, toplumsal ve siyasal sorumluluğun gereği idi. Bu yönde gerekli arayışlar geçmişte de görüldü. Fakat pozitif bir sonuca ulaşamadı. Yeni açılım teşebbüsünü, İnşallah çözümün “vakt-i merhun”u gelmiştir, ümidiyle bakıyorum.

 

Açılımın umumun görüşüne açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Milli ve manevi hayatımızda derin acı ve izler bırakan bir konunun, dar alanda, kapalı kapılar arkasında kotarılarak toplumun önüne konulması sağlıklı bir çözüm yöntemi olamazdı. Çözüm arayışlarının ölü doğması kuvvetli ihtimal dâhiline girerdi. Konunun umuma açılarak tüm topluma mal edilmesi, çözüm yolunda daha gerçekçi bir zemin hazırlayacaktır.

 

Hükümetin önceden görüş beyan etmemesinde amaç ne olabilir?

 

Açık söylemek gerekirse, demokratik açılım konusunda hükümetçe ortaya genel bir çerçeve konulmaması yadırgatıcı görünüyor.  Fakat konunun,  “Demokratik açılım”  olarak isimlendirilmesi, genel bir çerçeve teşkil etmiştir. Diğer taraftan hükümetin öncelikle görüş bildirmesi, sonuçsuz siyasi tartışmalara kaynaklık etme riski taşıyordu. Yerli yersiz tartışmalarla konu mecrasından sapabilirdi. Mevcut haliyle “Demokratik açılım”  için geniş bir çerçevede tartışma fırsatı doğmuştur. Halen bu süreç yaşanıyor. Herkesin, önyargıdan uzak kalarak görüşünü ifade imkânı bulması olumlu bir yöntem olarak gözleniyor. Yapılan tartışma ve hazırlık çalışmaları sonunda, toplumsal eğilimleri dikkate alarak hükümetçe hazırlanacak bir çözüm paketi, ortak beklentileri içereceği için gereksiz tartışmaları ve zaman kaybını makul bir seviyeye indirecektir.

 

Geçen kısa süre içinde yapılan tartışmalar sürece katkı sağlıyor mu?

 

Açılım tartışmalarının başladığı günden bu yana tartışmaların sürece katkı sağladığını düşünüyorum. Her şeyden önemlisi bu konuda toplumda olaya çözüm bulunması gerektiği konusunda çok ciddi bir beklentinin varlığı müşahede ediliyor. Konuyu, tabu olmaktan çıkararak çözüm yönünde tartışılır kılmanın toplumsal bir kazanç olduğu kanaatindeyim. Türkiye, resmi ve sivil alanların katılımı ile temel sorunlarıyla yüzleşmesini artık öğrenmek zorundadır. Bu olayda böyle bir realiteyi yaşıyoruz.

 

Hükümet bu sorunu çözmede kimleri muhatap almalı?

 

Sorunun çözümüne katkı sağlayacağı inanılan bütün unsurlar ilke olarak muhatap alınabilir. Kaldı ki, konunun muhatabı olmaya, çözüm için teklif sunmaya yeterli ve meşru aktörler fazlasıyla vardır. Muhatabın kim olacağı sorusu, özellikle PKK lideri Öcalan açısından anlam ifade ediyor. Hapisteki birisiyle devlet adına pazarlık elbette düşünülemez. Çözüm arzusunda olanların böyle bir talepte bulunmamaları gerekir. Kaldı ki, onun görüşleri de bu sürece yansıyor. Öcalan faktörünün çözüm sürecini engelleyici bir rolü olacağı yönünde bir durum şu anda görünmüyor. Dilerim böyle devam eder. Öcalan’ın, sorunun çözümünde belirleyici bir faktör olarak öne çıkması veya çıkarılması, çözüm çabalarını kundaklama anlamına gelecektir. Bunu kimse arzu etmemelidir.

 

Sizin, çözüm için somut öneriniz var mı?

 

Doğu ve Güneydoğudaki olayların sıkıntısını millet olarak uzun yıllardır yaşaya geldik. Maddi zararları yanında telafisi imkânsız manevi acılara katlandık. Bu gidiş sona ersin isteniyorsa, herkesin elinden geleni yapıcı yönde ortaya koyması lazım.

 

Sorun etnik temelde ele alınamayacak kadar derin ve çok boyutludur. Türkiye’nin medeni bir toplum olmasıyla yakından ilgilidir. Konu, sadece siyasi boyutuyla değil, ekonomik, sosyal, kültürel ve hatta psikolojik boyutlarıyla ele alınmaya muhtaçtır. Türkiye’nin medeniyet hamlesini hayata geçirmenin önemli bir şartı, güvenlik ve özgürlük temelinde sorunlarına çözüm aranmasıdır. Doğu bölgesindeki maddi-manevi sorunların çözümü de bu bütünlüğün önemli bir parçasıdır. Çözüm, “insan, insaniyete layık bir şeref ve maişetle yaşamak ister” sözünün evrensel mesajı ışığında aranmalıdır. Bunun için;

 

A -Öncelikle tarihi, kültürel ve manevi yönü ile eğitim çözümün ana omurgasını teşkil ediyor. Bağnaz, ideolojik ve etnik zaaflar taşımayan bir eğitim yapılanması öncelikli hedef olmalıdır. Eğitim, husumet üreten, ayrışma duygularını besleyen kurum olmamalı, ortak değerlerimizi ve birlikte yaşama inancımızı güçlendirecek, tartışmacı özgür bir anlayışa dayanmalıdır.

 

B –  Vatandaşa asgari yaşama standardının sağlanması,  öncelikli bir diğer hedef olmak gerekiyor. Köy ve mezralarından güvenlik gerekçesiyle göç ettirilmiş vatandaşlarımızdan arzu edenlere tekrar aynı yerlere dönme fırsatı verilmelidir.

 

C – İnsanlar nerde yaşarsa yaşasın, hiç olmazsa, elektriği, suyu, okulu, yolu, sağlık ocağı olan yerleşim birimlerinde yaşar hale getirilmelidir.

 

D – Bölgede terörün gündemden düşmesiyle işsizliğe çare oluşturacak istihdama yönelik etkili tedbirler devreye sokulmalıdır. Kamu sektörünün bu konuda öncülük yapması beklenir. Terörün durması halinde, bölgenin acil ihtiyaçlarını karşılamak için,  kaynak üretmek amacıyla bazı olağanüstü durumlarda geçici olarak uygulandığı gibi, doğrudan veya dolaylı bazı vergiler üzerine makul ve geçici bir ek vergi öngörülebilir. Sözgelimi iletişim hizmetleri üzerine konacak küçük bir vergi,  bölgede yapılacak iletişim yatırımlarının finansmanında kullanılır. Keza, temel gıda maddeleri üzerine konacak küçük bir vergi bölgenin tarım ve hayvancılık yatırımlarının finansmanında kullanılabilir. Yılda birkaç milyar dolar olması öngörülecek böyle geçici bir yükümlülük, terörle mücadele için otuz yılda en az üç yüz milyar dolar harcamış bir toplum için  kayda değer bir yük olarak görülmemelidir.

 

E – Terör ortamında, olumsuzluğu körükleyen unsurlardan birisi de koruculuk kurumunun varlığı ve işleyiş şekli olmuştur. Bu yapılanmanın da kaldırılması düşünülmelidir.

 

F- Demokratik bir toplum olmanın şartlarından birisi sivil toplumun güçlendirilmesidir. Çevrenin maddi ve manevi imarını amaçlayan sosyal, kültürel kurumlar (vakıflar vb) özendirilmelidir. Bölge üniversiteleri başta olmak üzere, üniversitelerimiz ekonomik ve sosyal kalkınmaya öncülük edecek projeler üretmelidir.

 

G- Devlet bürokrasisi (sivil-asker),  halkla dayanışma içinde,  olabildiğince iç içe bir sosyal hayat yaşamalıdır. Bu durum karşılıklı güven duygusunu geliştirecek ve bir arada yaşama inancını güçlendirecektir.

 

H – Tarafların olaya iyi niyetle ve çözmek amacıyla eğilmesi gerekiyor. Çözümü yokuşa süren provaktif tutumlardan karşılıklı olarak kaçınılmalıdır. Bunun için başta muhalefet partilerinin, çözüm çabalarına karşı çıkmaktan ziyade,  pozitif yönde sonuç almayı cesaretlendirecek bir dil kullanmaları gerekiyor. Diğer taraftan otonomi, federasyon, özerklik şeklindeki kavramların telaffuz edilmesi çözüm istenmediği anlamına gelecektir. Toplumsal şartlarımızla ve milli gerçeklerimizle örtüşmeyen bir dile,  kimse ihtiyaç duyulmamalıdır. Maddi-manevi mevcut potansiyelimizle çözüm üretmek hepimizin ortak paydası olmalıdır.