Türk siyasi tarihinde ütopya, Namık Kemal, Fetullah Gülen ve Bediüzzaman

Thomas More’nün ütopyası her şeyin yerinde olmadığı bir ülkede her şeyin yolunda olduğu bir sistem tasarımıdır. Çok geometrik ve insan unsuruna göre tasarlanmadığı için eleştirilmiştir. Yazar nasıl olması lazım geldiğini eserinde anlatır. Ütopya hayalde kurgulanan mükemmel bir ülkedir. Fakat insanların kabiliyet farklılıkları onların yaptıklarının da farklı olmasını gerektirir bu yüzden ütopya kağıt üstünde mümkün olsa da uygulamada imkansızdır.

Thomas More onurlu bir düşünce felsefe adamıdır, kısaca hayatında bunu görürüz. Eserleri, görüşleri ve yaşam tarzıyla Kral’a ters düşen Thomas More, 6 Temmuz 1535’te “kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca davranmak“ suçuyla idama mahkum edildi. Kafası kesildi ve ibreti alem olsun diye Londra Köprüsü’den halka teşhir edildi.

İdam edileceği kendine bildirildiğinde her zamanki güler yüzüyle şunları söyleyecekti; “Krala gönlüm borçlu kaldı. Bu berbat dünyanın acılarından beni böyle çabuk kurtarma yüceliği gösterdiği için.” Ardından More, bir şölene gider gibi giyindi. Celladı yanına geldiğinde ona bir altın lira hediye verdi. Cellat geleneklere uyarak diz çöküp onu bağışlamasını dileyince celladı ayağa kaldırıp öptü. Başını kütüğün üstüne koydu. Sakalını yana çekti. Son şakasını yaptı; “Ne de olsa sakalım vatana ihanet etmedi. O da ölüm cezasına çarptırılmasın.”

Aradan neredeyse 500 yıl geçti; insanlığa, bütün dillerde taht kuran “Yok-ülke” anlamındaki “ütopya” kavramını armağan eden Thomas More ve eseri Ütopya, hafızalarda silinmeyen bir yer edindi. Thomas More, 1516 yılında, dostu Erasmus’a Ütopya’yı yazarken yüreğinin kabardığını söylüyordu. Ütopya, yalnız onun değil, okuyan herkesin yüreğini kabartıyor.

“Ütopya’da; her şeyin herkese ait olduğu bu yerde, insanlar, bütün ihtiyaçlarının karşılanacağından eminler. Orada zengin de yoktur fakir de. Kimsenin hiçbir şeyi yoktur, ancak herkes zengindir. Bundan daha büyük bir zenginlik olabilir mi? Günlük ekmeğin peşinde koşmadan, oğlunun sefalet içinde yaşayacağını düşünmeden, kızının çeyizi için endişe duymadan, herkesin; kadınların, çocukların, torunların, torunlarının torunlarının ve daha sonraki kuşakların mutlu bir yaşam süreceğinden emin olarak.”

Türk siyasi tarihinde  ütopyalar vardır.

Enver Paşa onurlu bir insan, büyük bir idealisttir ama onun ütopyası bütün Türkleri bir araya getirmek düşüncesidir. Ama o yolda ölmüş ama idealinin sıcaklığı ile ahrete göçmüştür. Bediüzzaman Kostruma’dan ona mektup yazar ve Rus imparatorluğunun çökeceğini haber verir. Bunun Nevzat Köseoğlu kitabında nakleder. Ondan başka Ziya Gökalp de bir ütopisttir;

“Vatan Türklere ne Türkiye ne Türkistan

Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir Turan…”

Ama bunun gerçekleşmesi imkansızdır, sonunda o da Türkiyecilikte karar kılmıştır.

Namık Kemal de bir ütopisttir. Türkistan Erbabı Şebabı diye Genç Osmanlılar derneğini kurar. İhtilalciydi, Belgrat ormanlarında Türkistan Erbab-ı Şebabı olarak bir ihtilal teşkilatı kuruldu arkadaşları tarafından. Onların hedefi devleti tepeden inme bir değişiklik ile yenilemekti. Ama devlet bunu haber aldı ve mensuplarını sürgünlerle cezalandırdı.
Bediüzzaman hiçbir zaman sistemi karşısına almak, ihtilal yapmak gibi bir düşüncesinde olmadı. O hadd-i zatında devletle bir kavganın içine girmedi, hep bozuk da olsa düzenin içinden düzenin yenilenmesine inandı. Radikal olmadı, düzene düzenin içinde yön vermeyi düşündü. O hiçbir zaman saldırmadı, sadece kendisine saldırıldı.

NAMIK KEMAL VE YENİ OSMANLILAR

Namık Kemal, ihtilalcı idi. Devletin kötü gidişinin yukardan aşağı yapılacak ihtilalla gerçekleşeceğini düşünen bir ekibin içinde idi. ”Nuri Bey Namık Kemal’i Cemiyet’e kazandırmak azmiyle evine gitti. Namık Kemal evinde bazı arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Kendisiyle görüşecek mahrem bir mesele olduğunu söyledi. Başka bir odaya geçtiler. Orada Nuri Bey kısa ve heyecanlı hatlarla davayı Namık Kemal’in önüne serdi. Nuri Bey’in anlattığı ve katılmasını teklif ettiği cemiyet şairin ruhunda bir zamandan beri kendi kendisine billurlaşan âleme aykırı gelmiyordu. Ertesi günkü görüşmede konu daha etraflı görüşüldü. Nihayet Namık Kemal Yeni Osmanlılar cemiyetine girmeye razı oldu.” (NFK 73)

Namık Kemal, Bediüzzaman’ın önünde bir tecrübe idi, onun mücadele tarzını gözden geçirdiği, eserlerini okuduğu ve onlardan yaptığı alıntılarla Namık Kemal’e bigâne olmadığı aşikârdır. İki insan da imparatorluğun badireli, fırtınalı ve iyi idare edilmediği birbirinin devamı olan dönemlerde yaşadılar. Her ikisi de iyi idare edilmeyen devletin yaptığı yanlışları görüyordu. Namık Kemal siyasi bir cemiyet ile mücadele etmeye inanmış ve Türkistan Erbab-ı Şebabı’na katılmıştı.

Bediüzzaman hiçbir zaman bir cemiyet kurmadı, hayatı boyunca mahkemelerde cemiyet ithamı ile yüz yüze kaldı ama hiç kimse bir cemiyet ispat edemedi. Onun cemiyeti müminler arasındaki dini ve imani bağlılıklardı ki, onun ne kaydı vardı, ne aidatı, ne de sistem veya idare edilenlerle bir kavgası. Ama Namık Kemal’in davasının, idealinin yarıda kalmış ve hüsranla sonuçlanmış olması muhakkak ona bir ibret dersi olmuş, belki Namık Kemal’in tarzındaki yanlışlar onun daha sağlam adım atmasına neden olmuştur.

Çünkü Bediüzzaman Türk siyasi tarihini ve tarih içindeki mücadeleci şahsiyetleri biliyor, onların tarzı dışında bir yol bulurken onların başarısızlıklarından ders alıyordu. Bediüzzaman’ın Namık Kemal ile mukayeseli literatüre com pare tarzında anlatmanın gayesi de bu idi. Sonraki dönemde Osmanlıdan daha derin bir derin devlet anlayışı vardı, Bediüzzaman’ın yaşadığı yirminci yüzyılın başından göçtüğü yıllara kadar.

Bediüzzaman hiçbir zaman devlet çarkı ile karşı karşıya gelmedi, yanlış işleyen bir devlet çarkı varsa onun insan unsurunu ıslah ile düzeleceğini düşündü. Bu haliyle Namık Kemal’in takipçisi olduğu Fransız ihtilalcileri, Didro, Dalamber ve onların fikir babaları monteskiyo ve Didro Dalamber gibi ihtilal yapmayı düşünmedi hiçbir zaman. Arkasında büyük güçler olduğu zaman bile devlete ihanet etmedi, hapislerde yattı ve çile çekti ama sadece toplumu inanç olarak yenilemek için eserler yazdı.

Isparta’da vali hergün Ankara’ya onun hakkında raporlar verir, çünkü Bediüzzaman güçlüdür, güçlü bir organizatördür. Barla’da sıradan insanları matbaa tuşları gibi kullanıp dünyanın en nadide eserlerini kaleme alıp, bütün dünyaya yaymıştır. Ama onun silahları kelimeler ve kitaplardı, varlığı ona çok görüldü ama o eserlerini yazdı dünyaya yaydı ve rahatla ukbaya göçtü. Ne Namık Kemal gibi ne de günümüzdeki muakıbı gibi devleti ele geçirmek için planlar yapmadı. Çünkü biliyordu ki ihtilaller dünyaya bir şey getirmemiştir, bize de getirmemiştir.

Namık Kemal ömrünü adalarda fikirlerinin enkazı üzerinde geçirerek ölmüştür. Bugün bir darbe teşebbüsü binlerce masumu belaya atmış, aileleri bütün ömürleri boyu zehirlenmiş bir hayata itmiştir. Bunun nedeni bu insanları ütopik bir hedefin arkasından koşturan, ütopisttir, ütopyadır.

Bunlar Bediüzzaman’a ihanetin bedelidir. Çünkü  altmış yıl bu ülkede siyasi, dini, toplumsal istikrarın devamı için sabahlara kadar dua eden Bediüzzaman Türkiye’yi bir dua ile sigorta içine almıştır. İslamın bin yıl bayraktarlığını yapmış Türklerin ülkesininin maceralar altında kaybolmasını istememiştir. Bu dualar her zaman böyle ütopistlerin ayağına bağ olacak ve bu ülke kimsenin macera hevesine kurban gitmeyecektir. Bu böyle biline.

Bu ülkenin mana iklimi Bediüzzaman’ındır, kimse bu mana iklimini yıkamaz bunu başaramaz. Bediüzzaman ve halis talebeleri Allah’a teslim olmuş onun çizdiği program dahilinde kitab okumakta dua etmekte ve ülkenin bu şekilde güzel günlere gideceğini bilmekteler. Yoksa  Bediüzzaman’dan  enerji alıp o enerjiyi bu ülkeyi tahripte kullanmak kesinlikle imkansızdır.

Bediüzzaman ve Namık Kemal diye Ankara’da bir konferans vermiştim. Onu Namık Kemal kitabımın bir bölümü yaptım. Maksadım öğrencinin ütopist hedeflere gitmemesi idi. Isparta’da öğrenciyi Erdoğan, Bediüzzaman ve siyasi istikrar aleyhine örgütleyen çağın gerisinde kalmış insanlar o kitapdaki bölüm yüzünden dünyayı başımıza dar ettiler. Ama olsun Bediüzzaman bu ülke için bu gün hergünkünden daha ciddi gerekli bir kişidir. Onun düşünceleri ile ihtilal ve başka heveslerden toplum kurtulur tıpkı bir kitap okurları kitlesi gibi eserlerini okur ve dualarını eder yaşarlar. Başka bir hedef yok.

Tek çeşitlilik bu ülkede olmaz bir şey dünyada da olmamış. Resulullah (asm) Mekke devletini Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlarla kurdu. Onları ayıklamadı. Sonra Yahudiler ihanet etti, onları kovdu. Bu ülkede her sınıf insan yaşayışı ile bu ülkede yaşamayı hak etmiştir. Onların bir kısmını gereksiz görmek veya varlığına kastetmek yanlış bir tutumdur.

Topluma kin ve nefret pompalayarak ülkenin meclisini bombalamaktan mutlu olan insan nasıl olabilir? Böyle bir eylem Türk tarihinde yok. Babıali Baskını haklı bir nedene dayanıyordu, çünkü Çerkez Ethem’in kardeşini Sultan Aziz’in tahtan indirip saraydan kovarken askerler sırtındaki örtüsünü aldı ve zelil ettiler, kadın orada öldü. Ethem kahramanca sultanın ve bacısının öcünü baskın yaparak Hüseyin Avni ve yaranlarını öldürdü. Sonra Sultan AbdulHamid onun mezarını yaptırdı. Üzerine “genç yaşta sultanı için fedayı can eden bir delikanlı“ diye yazdırdı.

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi nasıl bir kindir ki ülkenin dindar cumhurbaşkanını, Türk siyasi tarihinde olmayan boyutta, bir adamı öldürmek için satılmış sat komandoları giderler. Bu nasıl kin pompalama? Bu pompalamanın yerini dostluk ve arkadaşlık duyguları almalı, yoksa kendi kendimize zehir ederiz bu dünyayı.

Mih ve adavetin ehli iman arasında;
1-Hem hakikatce
2-Hem hikmetce
3-Hem insaniyetce
4-Hem islamiyetce
5-Hem hayatı şahsiyece
6-Hem hayatı ictimaiyece
7-Hem hayat-ı maneviyece...

Bu darbe teşebbüsü hakikate saldırı, hikmete saldırı çünkü böyle bir şeyin hiç hikmeti yok. Hem insana saldırı bir sürü insan hayatını kaybetti. Hem İslamiyete olan saygıyı azalttı ayaklar altına aldı, çünkü yapılan bir din metaforu üzerinden devleti yıkmaktı. Hem şahsi hayatları yıktı, insanları bir tedirginlik mağarasına itti. Huzurunu aldı. Emniyetsiz ortama itti. Hem sosyal hayatı bozdu, hem manevi hayatları ve dünyaları kararttı. Bu yedi maddenin izahı bir kitap olur.

İşte Bediüzzaman izah ediyor.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
اِدْفَعْ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذِى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَمِيمٌ
وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

 
âyetlerinin sırrıyla, ehl-i imanı uhuvvet ve muhabbete dâvet ediyor. Nifak, şikak, kin ve adâvetten menedecek mühim esbâbı gösteriyor. Kin ve adâvet, ehl-i îman ortasında hem hakîkatçe, hem hikmetçe, hem insâniyetçe, hem İslâmiyetçe, hem hayat-ı şahsiyece, hem hayat-ı içtimâiyece, hem hayat-ı mâneviyece gâyet çirkin ve merdud ve zulüm olduğunu gâyet katî bir sûrette ispat edip mezkûr âyetlerin mühim bir sırrını tefsir eder.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum