Bundan önce ne bir kitap okumuş, ne de sağ elinle onu yazmış değildin

Bundan önce ne bir kitap okumuş, ne de sağ elinle onu yazmış değildin

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Ankebut Sûresi 48-52. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

48-Hâlbuki (sen), bundan önce ne bir kitap okumuş, ne de sağ elinle onu yazmış değildin. Öyle olsaydı elbette bâtıla dalanlar şüpheye düşerdi. (*)

49-Hayır! O (Kur’ân), kendilerine ilim verilen kimselerin sînelerinde (bulunan) apaçık âyetlerdir. Zâlimlerden başkası, âyetlerimizi bilerek inkâr etmez.

50-Ve “Ona Rabbinden (bizim istediğimiz gibi) mu‘cizeler indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Mu‘cizeler ancak Allah katındadır. Ben ise sâdece (O’nun azâbından haber veren) apaçık bir korkutucuyum.”

51-Şüphesiz bizim sana indirdiğimiz (ve) kendilerine okunup durmakta olan bu Kitap, onlara yetmedi mi? Şübhesiz bunda, îmân edecek bir kavim için, gerçekten bir rahmet ve bir nasîhat vardır. (**)

52-De ki: “Benimle sizin aranızda şâhid olarak, Allah yeter! (O,) göklerde ve yerde ne varsa bilir. Bâtıla inanıp Allah’ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir!”

(*)“Ümmî (okur-yazar olmayan) bir Zât’ta (asm) zuhûr eden (ortaya çıkan) o Şerîat; on dört asrı ve nev‘-i beşerin humsunu (insanlığın beşte birisini), âdilâne (adâletle) ve hakkāniyet (haklılık) üzere ve müdakkikāne (gāyet dikkatlice), hadsiz kānunlarıyla idâre etmesi emsâl (kıyas) kabûl etmez. Hem ümmî bir Zât (asm)’ın ef‘âl ve akvâl ve ahvâlinden (fiil, söz ve hâllerinden) çıkan İslâmiyet; her asırda üç yüz elli milyon insanın rehberi ve mercii (mürâcaat kaynağı) ve akıllarının muallimi ve mürşidi; ve kalblerinin münevviri (nûrlandırıcısı) ve musaffîsi (sâfîleştiricisi); ve nefislerinin mürebbîsi (terbiyecisi) ve müzekkîsi (arındırıcısı); ve ruhlarının medâr-ı inkişâfı (ma‘nevî yükselme sebebi) ve ma‘den-i terakkiyâtı (ilerleme kaynağı) olması cihetiyle, misli (benzeri) olamaz ve olamamış.” (Şuâ‘lar, 7. Şuâ‘, 119)

(**)“Milyonlar Arabî (Arabca) kitablar yazılmışlar, meydandadır. Şimdi bütün bu kitabların en belîğleri, en fasihleri (ma‘nâca en güzel ve ifâdesi en anlaşılır olanları) Kur’ân’la berâber okunduğu vakit, her kim dinlese, kat‘iyen diyecek ki; Kur’ân bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur’ân, umum bu kitabların derecesinde değildir. Öyle ise herhâlde, ya Kur’ân umûmunun altında olacak; o ise yüz derece muhâl (imkânsız) olmakla berâber, hiçkimse, hattâ şeytan bile olsa diyemez. Öyle ise Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân (açıklamaları mu‘cize olan Kur’ân), yazılan umum kitabların fevkindedir (üstündedir). 

Hattâ ma‘nâyı da fehmetmeyen (anlamayan) câhil âmî tabakaya (sıradan halk tabakasına) karşı da Kur’ân-ı Hakîm, usandırmamak sûretiyle i‘câzını (mu‘cize olduğunu) gösterir. Evet o âmî, câhil adam der ki: ‘En güzel, en meşhur bir beyti iki-üç def‘a işitsem, bana usanç veriyor. Şu Kur’ân ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyâde dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu insan sözü değildir.’ ” (Zülfikār, 19. Mektûb, 81-82)