Budizm barışçı bir din midir?

Myanmar örneğinde de bütün çıplaklığıyla görüldü ki, en azından Budistlerin bir kısmı barışsever insanlar değiller.

20. yüz yılda her alanda yenilmiş ve toplumun ahlak kurallarını belirlemekten uzaklaşmış olan Hıristiyanlığa alternatif olarak günahsız, kusursuz, barışçı ve ütopik bir Budizm kurgusu tüm dünyaya servis edildi.

Bu sahte Budizm kurgusunda Allah inancı olmadığı halde ahlaki değerlerin en üst mertebede ortaya konuşuna şahit oluyorduk.

Bu din mühendisliği uygulamasından, ateist ya da deist olup Hıristiyanlığın ahlaki çemberinden çıkan kitleleri yeni ahlaki normlarla dizginleme niyeti açıkça seziliyordu.

Daha sonraları New Age akımı gibi akımlar tarafından Budizmle Hıristiyanlığın sentez edilmesi çalışmalarına bile şahit olmuştuk.

Günümüzde Yoga, Meditasyon, Reenkarnasyon, Reiki gibi Budizm’in dini kavramları kimi Müslüman kökenlilerin yaşadıkları inanç bunalımlarının etkisiyle İslam dünyasına da yayılmış durumdadır.  

Değil bir insanı; canlı herhangi bir mahluku dahi öldüremeyecek; hatta bitkileri dahi incitmeyecek yarı melek insanları doğuran bir dindi Budizm denilince insanların aklına gelen.

Halbuki gerçekler bundan çok farklıdır. Hıristiyanların Haçlı Seferlerindeki soykırımlarına, Irak ve Afganistan gibi ülkelerdeki haksız uygulamalarına rağmen dünyanın en barışçı insanları olduklarını iddia etmeleri kadar saçmadır Budistlerin barışçı oldukları iddiası.

Geçenlerde BBC’nin yayımladığı bir yazıda Budistlerin kimi Hıristiyan ve Müslümanların şiddete başvurmasından etkilenerek bu akıl almaz zulümlere imza attıkları iddia edilmişti.

Halbuki birazdan ispat edeceğimiz gibi şiddetin genleri zaten Budizm’in damarlarında gezmektedir. Yani Budizm uygulama alanında ne bugün, ne de geçmişte öyle çok masum ve barışı önemseyen bir din olmayı asla başaramamıştır.

Bu nedenle de 20. yy’a kadar evrenselleşememiş, milli bir din haline gelmiş, binlerce yıl boyunca diğer milletlere karşı şiddet aracı olarak Uzakdoğu’daki bir kaç milletin dini olarak kalmıştır.

Geçmişteki Budist krallar, insanlık tarihinde emsali görülmemiş vahşet uygulamalarına imza atmalarının gerekçelerini Budizm’den bulmuyolarrsa nereden bulmuşlardı?

Mesela Budist Moğolların adeta kutsal bir figür haline getirdikleri Cengiz Han’ın İslam dünyasındaki soykırımlarını hatırlatmaya bile gerek yok sanırım.

Elbette teorik Budizm’de ve bu yaşanmayan Budizm’in kitabi kaynaklarında ahlaki kurallara önem verildiği bir gerçektir.

Ancak böyle bir Budizm genel manada hiçbir zaman yaşanmamıştır. Bugün Myanmar’daki Budist Rahiplerin fetvaları ve hatta katılımlarıyla gerçekleştirilen zulümlerin benzerleri, yine Budist din adamlarının fetvalarıyla geçmişte de defalarca gerçekleşmiştir.

Mesela Budist bir ülke olan Sri Lanka’nın birleşmesi 500 Budist rahibin öncülüğünde gerçekleştirilen katliamlar sonucunda olmuştur. Bence Budistler’in düştükleri bu zulüm gayyası yine mensup oldukları beşeri dinin fıtrata ters ilkeleriyle alakalıdır.

Barışı, iyiliği en ileri derecede önemseyen ilkelerinin varlığı bir inancın insanlar için çok iyi olduğunu göstermez. Bu dinin aynı zamanda “fıtrata” da uygun olması gerekir.

Fıtrata uygun olmayan bir inanç sisteminin aşırı ve müfrit uygulamaları, fıtratı bozar, hatta o dinin mensuplarını kural tanımayan canavarlara bile çevirebilir.

Hayatın sadece “ahlak” boyutuna hapsolmuş bir inanç sistemi, üstelik uygulanması fıtratı öldüren bir Melek ahlakına öykünme çabası, insanların büyük çoğunluğu için imkansızlığın diğer adıdır.

Fıtratın ihtiyaçları rağmına evlenmemek pek çok sapkınlığı doğurabileceği gibi yine fıtratın rağmına et yememek, savaş kurallarına sahip olmamak da pek çok zulmün doğmasına sebeptir.

Bu bakış açısıyla bakıldığında İslam dini hayatın fıtrî bütün alanlarını kuşatmış ve o alanları “adaletli” bir şekilde kullanılmasının en fıtri kurallarını insanlığa öğretmiş, ifrat ve tefrite girmeyen yegane “fıtrat” dinidir.

Budizm gibi dinlerin “iyicil” gibi görünen bütün fıtrat dışı kuralları toplumların bünyesinde ani çılgınlıkların gelişmesine sebep olabilmektedir.

Mesela kanser hastalığını tedavi eden çok tesirli bir kanser ilacı bu yönüyle iyidir. Ancak başağrısı olan bir insanın bu ilaçla başağrısını tedavi etmeye çalışması kötüdür.

Hatta o kanser ilacının devamlı kullanılması, sağlıklı bir  insanın kanser olmasına dahi sebep olur.

Bunun gibi dünyevi ve bedenî düzeydeki fıtrî ihtiyaçlarımızı nefisleri katledecek derecede hayatın dışına ittiğimizde, içimizde büyüyen fıtri ihtiyacı tatmin için pek çok yanlışın içine bir anda girmemiz mümkün olabilecektir.

İşte Myanmar’daki Budistleri ve geçmişteki pek çok Budist toplumu, insanları diri diri yakacak kadar vahşileştiren de bu fıtrat kırılmasıdır.

Bir de Budizm’in kökenleri hepinizin malumu olduğu üzere asker ve yönetici kastından gelen Buda’ya dayanmaktadır. Bu nedenle Buda’ya “savaşları kazanan” anlamında Muzaffer lakabı verilmiştir.
Muzaffer bir Tanrısal liderleri olan Budistlerin “savaş” ve “zafer” gibi kavramlara önem vermeyecekleri asla düşünülemez.

Budizm’in kimi ibadet ritüellerinin savaş sporları şeklinde kurgulanması bile bu nedenle bizleri şaşırtmaz.

“Do” olarak anılan ibadet yolları arasında “savaş sporları” bulunan bu yegane dinin etliye sütlüye dokunmayan, şiddete zinhar yaklaşmayan çok barışçı bir din olduğunu iddia etmek oldukça yanlış olacaktır.

Genel anlamıyla “Bu-do” yani “savaş ibadetleri” olarak kabul edilen “Ju-do”, “Karate-do”, “Kungfu-do”, “Nanbu-do”, “Taekwan-do”,  “Kyu-do” gibi savaş sporlarının Budizm’in etkisiyle doğuşu asla tesadüf değildir.

Hatta bütün savaş sporlarının geleneksel bir tapınağı bile vardır Budizm’de. Mesela meşhur Şaolin Tapınağı, savaşçı Budist rahiplerin savaş sporu ibadetlerini yaptıkları bir Budist tapınaktır.

Bu savaş sporlarında secde figürü dahil olmak üzere pek çok Budist ibadet ritüeli de içiçe geçmiştir. Hatta Uzakdoğu savaş sporlarında Bayrak Selamlaması olarak anılan selamlama aslında Buda’yı selamlamak için bir ibadet ritüelidir.

Bütün bunların yanında son yüz yılda Uzakdoğu’ya hakim olan Materyalist felsefeler de Myanmar Budistlerini etkilemiş görünmektedir.

Çünkü gerçekleştirilen zulüm uygulamaları bu haliyle bile Budizm’in normalde tasvip etmemesi gereken vahşet eylemleridir. Hele İncir ağacı altında aydınlanan Buda’nın bu zulümleri asla tasvip etmeyeceği de bir gerçektir.

Mesela Tibet’in ruhani lideri Dalay Lama, Budizm’in bu barışçı yönünü temsil eder görünmekle birlikte bu vahşet olaylarına nedense sessiz kalmayı tercih etmektedir.

Nobel ödülü almış Budist şahsiyetler dahil Budist dünyasındaki Myanmar’daki Müslüman katliamına karşı bu derin sessizlik, Budizm’in barışçı bir din olduğu imajını zedelemiştir.

Bu noktada Myanmar’daki Budist rahipler dahil tüm dünya Budistlerine büyük bir görev düşmektedir.

Budizm’in barış ya da savaş dini olup olmadığını güncel uygulamalarıyla Budistler ortaya koyacaktır.

Biz ise dünya Müslümanları olarak Budist liderlerin Myanmar’daki bu son katliamlardan tövbe edeceği, Budizm’in barışçı yönünü hayata sokmak için bu vahşi katliamları durduracakları o günün umuduyla yaşıyoruz.

İslam’ın fıtrata uygun gerçek adalet hükümleri ayrım gözetmeden Budistleri de kucaklayacak kadar engindir. Yeter ki bu fıtrat kırılmasının önü bir an önce alınsın!

Bu arada Budistlerin durumundan çok İslam dünyasının bu zulümler karşısında takınacağı tavır da önemlidir.

İslam dünyası Kur’ân-ı Kerim’in “birlik olun” çağrısına bir an önce uymalı ve dünya üzerindeki zulümleri önlemek için birlikte harekete geçmeyi başarmalıdır. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum