Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir

Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Bakara Sûresi 29. âyetin tefsiri tefsiri

1 جَمِيعًا arzdaki bazı eşyanın abes ve faidesiz olduklarına ait evhamı def etmek içindir.

2 ﴾ثُمَّ اسْتَوٰى﴿’daki 3 ثُمَّ arzın hilkatiyle semavatın tesviyesi arasındaki Cenâb-ı Hakkın ef’al ve şuunatının silsilesine işarettir. Ve keza, beşere menfaat hususunda, semavatın tesviyesi arzın hilkatinden rütbece uzak olduğuna delâlet eder. 

İcâz ve ihtisar için, 4 اَرَادَ اَنْ يُسَوِّىَ yerinde 5 اِسْتَوٰى denilmiştir. اِسْتَوٰى kelimesinin istimali, burada mecazdır. Yani, hedefe kastını hasredip sağa sola bakmayanlar gibi, semavatın tesviyesini irade etmiştir.

6 ﴾اِلَى السَّمَاۤءِ﴿ Bu semadan maksat, semavatın maddesi olan buhardır.

7 ﴾فَسَوّٰيهُنَّ﴿’deki ف tefrîi ifade ettiğine nazaran, tesviyenin istivâya bağlanması, 8 فَيَكُونُ’nün 9 كُنْ emrine veya kudretin taallûku iradenin taallûkuna veya kazânın kadere olan terettüplerine benziyor.

Ve tâkibi ifade ettiğine göre, mukadder bazı fiilere imadır. Takdir-i kelâm; نَوَّعَهَا وَنَظَّمَهَا وَدَبَّرَ اْلاَمْرَ بَيْنَهَا فَسَوّٰيهُنَّ ilâ âhir.'den ibarettir.

Yani, “Nevilere ayırdı, tanzim etti, aralarında lâzım gelen emirleri, tedbirleri yaptı, sonra yedi tabakaya tesviye etti.”

سَوّٰى Yani, “Muntazam, müstevi; envâı, eczaları mütesavi olarak yarattı.”

هُنَّ Bu zamirin cem’i, semavat olacak maddenin nevilere münkasım olduğuna işarettir.

10 ﴾سَبْعَ﴿ tâbiri, semavat tabakalarının kesretine işarettir ve bu tabakaların teşekkülât-ı arziyenin edvar-ı seb’asıyla sıfât-ı seb’aya münasebettar olduğuna îmadır.

11 ﴾سَمٰوَاتٍ﴿ Bu semaların bir kısmı, seyyarat balıklarına denizdir; bir kısmı da sabit yıldızlara mezraadır; bir kısmı da sema çiçekleri hükmünde olan derâri yıldızlara bahçe ve bostandır.

12 ﴾وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ﴿ Buو atıf içindir. Halbuki burada atfın tarafeyni arasında münasebet yoktur. Öyleyse, bu münasebeti bulmak için takdire ihtiyaç vardır. Şöyle ki: 13 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ “Öyleyse, bu büyük ecramın Hâlıkı O'dur.” وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ “Öyle ise o ecramdaki san’atı tanzim, tahkim eden O'dur.”

İlsakı ifade eden 14 بِكُلِّ kelimesindeki ب ilmin, malûmdan infikâk ve infisalinin mümkün olmadığına işarettir.

15 كُلِّ tâmimi ifade eden bir edattır. Burada ifade ettiği tâmimden hiçbir şeyin, hiçbir ferdin tahsisi ve daire-i şümulünden ihracı yoktur. Bu itibarla 16 مَا مِنْ عَامٍّ اِلاَّ وَقَدْ خُصَّ مِنْهُ الْبَعْضُ olan kaide-i külliyeyi tahsis ediyor. Çünkü kendisi bu kaidenin şümulünden hariç kalmıştır.

17 شَىْءٍ Bu kelime vacip, mümkin, mümtenie şâmildir. 18 عَلِيمٌ Yani, zâtı ile ilim arasında zarurî, lüzumî sübut vardır.

1 : Tamamı. 
2 : Sonra belli bir nizam ve intizamla düzenledi. 
3 : Sonra. 
4 : Tesviyeyi (dengeli bir şekilde düzenlemeyi) irade etti. 
5 : Belli bir nizam ve intizamla düzenledi. 
6 : Gökyüzüne. 
7 : Onları belli bir nizam ve intizamla düzenledi. 
8 : Hemen oluverir. 
9 : Ol.
10 : Yedi. 
11 : Gökler. 
12 : “O, her şeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29. 
13 : Onun her şeye gücü yeter.
14 : Her şeye. 
15 : Her şey. 
16 : Her umumî kâidenin bir istisnâsı vardır. 
17 : Bir şey. 
18 : İlmi, ezelî ve ebedî olan ve herşeyi en iyi bilen Allah.

Bediüzzaman Said Nursi
İşaratü'l-İ'caz