Bosna’da mezar taşı geleneği yaşıyor

Bosna’da mezar taşı geleneği yaşıyor

Osmanlı tarzı mezar taşları Türkiye’de tahrip edilmeleri ve yurtdışına kaçırılmalarıyla gündeme gelse de Bosna-Hersek’te mezarlar hâlâ eski tarzda yapılıyor.

Bosna-Hersek’te, inançların yeşerdiği bu yeşil memlekette İslamiyet günlük hayatın her köşesine tesir etmiş. Müdakkik bir nazarla ülkeyi ziyaret edenler için İslam geleneklerinin bu yerde asırlardan beri terütaze yaşadığını görmek ayrı bir heyecan ve ayrı bir gurur vesilesi. Meseleyi daha iyi anlamak için evvela bir tarih seyranı yapalım; Osmanlı’nın buradaki hükümranlığının sona erdiği 1878 yılından sonra Bosna ve Hersek sancakları, Avusturya-Macaristan topraklarına ilhak olmuştu (1908). Sonra uzun yıllar devam eden komünizm rejiminde dinî hayat olağanca şiddetiyle sindirilmiş ve nihayetinde Müslümanların türlü acılara maruz kaldığı 1992-95 Savaşı cereyan etmişti. Savaşın kıyıcı vasıfları bir sefer daha tecelli etti ve yüz binlerce insan yurdundan, vatanından oldu, on binlercesi de hayatını kaybetti. Savaş esnasında sadece insanlar değil İslam dinine ait ne varsa hedef haline gelmişti. Cami, külliye, bedesten, tekke, köprü, çeşme ve mezarlıklar bile savaştan nasibini alan yerler arasındaydı. Ancak zamanın tahribatı ve yirmi yıl evvel cereyan eden o meşum savaş, bu azim medeniyetin izlerini silmeye muvafık olamadı. Bugün dahi, başkent Saraybosna’da olsun, Müslüman nüfusun meskun olduğu en küçük yerlerde olsun bu mirasın izlerine rastlamak mümkün.
 
Bir yerde İslam izine ve Müslüman kimliğine rastlamanın birinci şartı belki de oranın kabristanına bakmak. Bugün nice Batılı memleketlerde cami, minare gibi kolayca seçilebilen alâmetler göz önünde bulunmadığı halde oradaki Müslüman mezarları, o izlerin gerçek hayattaki mücessem halidir. İşte Bosna-Hersek’te gezdiğimiz müddet boyunca ziyaret ettiğimiz mezarlıklarda, kadim bir geleneğin mevcudiyetine vâkıf olduk.
 
Osmanlı geleneği
 
İlk bakışta bir açık hava sergisini andırır oyma taşlar, sık yapraklı ve koyu yeşil renkteki uzun servi ağaçlarının gölgesine sığınmıştır. Ehl-i kuburun her biri başındaki taşlar ile bilinir. Bir nevi kafa kâğıdı asılmıştır meyyit ve meyyiteler adına. Başına ve ayak ucuna dikilmiş mermer her şeyden evvel merkadin hududunu çizer. Berzah âleminde bekleyen ölülerin dünyaya bıraktığı son eseridir mezar taşları. Her biri bir sanatkârın elinden çıkmış eseri her şeyden önce iyi müşahede etmelidir; muhtelif ebatlarda değirmi, dikdörtgen, müselles biçimli, başlıklı-başlıksız, türlü boylarda, biri ötekine musavi düşmeyecek vasıfta levhalar... Taşların başındaki sikke, ona dolanan sarık, sarığın büyüklüğü ve bağlama şekliyle kime, hangi kıdemde olduğunu bildirir taşlar. Kabir kapısına kadar devam eden ilim, rütbe, şan kitabeye tafsilatıyla hâk edilir. Mevtanın muasır ve müstakbel ziyaretçileri tarihçe-i hayatını okurlar oradan. Yeri gelir, Arap harflerine mahsus istif sanatının en nadide misalleridir taşların sinesinde kabaran. Talik, rika, sülüs hatları ile yazılan manzumeler... Tabii öyle gelişigüzel de değil, önce metnin başında bir serlevha gibi duran “hüvelbaki, ah mine’l-mevt, hüve’l haliku’l-bâkî”ler ile başlayıp “el merhum ve mağfur”larla devam eder. Hitamında ise “ruhiyçün el-fatiha” yazısının altına da keşide sin harfiyle irtihalin senesi kayıt düşülmüştür. Bir şairin elinden çıkan şiirle tezyin edilen mücmel bir tarihçe-i hayat, sonra taşçılara teslim edilince bizim gibi bakanların ruhunu ferahlatan satırlar meydana gelir. O karman çorman görünen yazıların üzerindeki ince perdeyi kaldırırsanız muazzam bir tarih seyri ile karşılaşırsınız. Öyle ki karnındaki bebekle vefat etmiş hamile, karı dırdırından ölen koca, verem hastalığı ile can teslim etmiş hastaya kadar onlarca göç hikâyesine tanıklık edersiniz. İşte tarif ettiğimiz bu gelenek bizi çoktan bırakıp gitmişken, bu kültürün neşet edip yayıldığı coğrafyadan çok uzaklarda Balkanlar’ın ucundaki Bosna-Hersek’te devam ediyor.
 
Toprak diyerek geçme...
 
Savaşın darbe vurduğu kültür nesnelerinden biri de mezar taşları idi. Müslümanlara ait ibadethaneler bombalanıp yerle bir edilirken, kabristanlar da buldozerlerin oyun alanı haline gelmişti. Kepçelerle taşınıp moloza dönüşmüş o asırlık taşların bir kenara yığılmış hali hâlâ arşiv kayıtlarında duruyor. Buna rağmen taşlar adeta mantar gibi bilhassa Saraybosna şehrinin her yanında karşınızda bitiveriyor. Dinlenmek için gittiğiniz bir parkta, camilerin bahçesinde ve sair umum mekânlarda... Fakat asıl söylemek istediğimiz, bu geleneğin varlığını ısrarla sürdürüyor olması. Beyaz mermer taşların üzerine yerleştirilen büyükçe sarıklar toplumda hâlâ hatırı bilinir, nüfuz sahibi, sanatkârlar gibi kıymet gören kimseler için işlenmeye devam ediyor. Birbirini tamamlayan üçgen şeritler, kişinin hacı olduğuna bir işaret taşların dilinde. Alfabenin değişmesi de etki etmemiş geleneğe. Eski taşların üzerinde Arapça, Türkçe ve Boşnakça ama yine Arap alfabesiyle yazılar bulunuyor.  Son dönemin taşları eskilere nazaran daha düz fakat muntazam ve kısalmış yazılarıyla göz alıcı vasfını koruyor. Dikkati çeken bir husus ise Boşnakların kabirlerine çiçek ve su dışında tesbih bırakıyor olmaları. Savaştan sonra hızla artan mezarların tepesine iliştirilmiş tesbihlere birçok defa şahit olduk. Gayet bakımlı durumda bulunan mezarlar bir zaviyeden bakıldığında, halkın ölüme ve ölülerine gösterdiği ihtiramı, saygıyı da temsil ediyor.
 
Şayet bir gün Bosna’ya gidip oradaki kabirleri ziyaret ederseniz, geçtiğimiz aylarda Karacaahmet Mezarlığı’ndan çalınıp İngiltere’de internet üzerinden açık artırmaya sunulan mezar taşlarını da hatırlamadan etmeyin.
 
Zaman

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.