M. Nuri BİNGÖL

M. Nuri BİNGÖL

Bizim mektup, onun mektup 'kimin' mektup?

Alem mektup, insan mektup. Gökkubeyi yaldızlayan galaksilerden tutun da, insanı hayrette bırakan bir kuvvetle donatılmış atomlara kadar, her varlık ayrı bir mektup. Madem ki “lisan-ı halleri” ve “mâna-i harfi” ile bize sırlar ülkesinden elçiler gönderiliyorlar; o halde harfleri böğründe gül gül açtıran - bilinen- mektup türünden çok daha mühimler. Onları, bir “mektup” gibi okumaya, “ıkra” emrinin lazımını yapmaya gayret gösterenler, eğer bir “tılsımlar mecmuası”nı kendilerine rehber edinirlerse pek güzel okurlar, bahtiyarlığın zirvesine bayrak dikerler.

Eğer bize büyük gibi gelen “fena ve fani” adamların mektuplarına muhatap olmak, yüreğimizi dört köşe edebiliyorsa, Kainat Sultanı’ndan gelen mahlukat ve sanat mektuplarını “tefekkür” etmenin nasıl muhteşem, heybetli ve lezzet dolu bir fiil olduğunu mantığı tersine değil, sağlam çalışanlar pek iyi fehmederler.

“Hayatın bir kelime-i mektubedir” çizgisinden hareketle, “Ey insan! Kendini oku.” hitabının ufuk hattına kadar büyük bir fikir inkişafı göstermişsek, kendi içimizde bin nice mektuplar buluruz. O inkişafın sırrı, “Oku! Yaratan Rabbinin adı ile oku!” hitaplarına muhatap olmayı kabul edip etmemek meselesidir.

Kalem ve kâğıda “kasem” edilerek, onların -bizim gözümüzde- yüceltildiğini biliyoruz. Demek oluyor ki varlıkların “hal dili” ile özsuyu halinde sundukları öz manaya, insan aklından başka vesileler ve nakileler de lazımdır. O vesile ve “nakileler”in de tıpkı zerre, insan, kehkeşan ve kainat mektuplarındaki hakikatın anlaşılması gibi bir kudsiyyeti haizdir.

Nice büyük temel eserleri “mektup”lar teşkil etmiş, nice “hulus” hallerini orta yere dökmüştür. Büyüklüklerini kavrayamadığımız insanları o kaynaştırmış, kafa ve gönüllerden sökülürcesine fikir zeminine dökülen düşüncelerin samimi, yapmacıksız, riyasız, ciddi ve olabildiğince gerçeklik ölçüsü içinde yine o; mektup gözler önüne inci inci dizmiş ; hep o, hep mektup... En sade hayatları dile getiren mektupların bile büyük bir itina ile saklanması da, mektup hadisesinin kazandığı o mümtaz mevkiin farkında olunduğunun en büyük delilidir.

Mektup türü eserleri tahlilci ve dikkatli bir bakış ile inceleyenler görecektir ki mektup nevi, günlüklerin kendi mevzularını yapmacıklık boyasına boyayan ifadelerinin, hadiseler olup bittikten sonra ve umumiyetle kişinin hayatının son noktalarında kaleme aldığı “hatıra” türünün yapmacık ve “ukalaca” yorumlarının, hikaye türündeki özleştirme ve şiire benzer hislerle yoğurma endişeleriyle sanatçının ana temayı, mevzuyu, duyguyu yönlendiren akışının, romanın giriftliği sebebiyle insan zihnini belli bir merkezden sayısı üsluptan üsluba değişen merkezler adedince bölük pörçük eden şekil ve anlatış şeklinin, şiirin duygularla örülü motiflerinin, imajlarının, kelimeye dayanan seçici anlayış silsilesinin, deneme türünün şahsi tasarruf ile okuyucu zihnini tek noktaya hapsetme gayretiyle anlatmak istediklerini gerçeğe en yakın, tekellüfsüz, samimi, mütenasip, ciddi ve bir o kadar da kişinin öz düşüncesini perdesiz olarak gözlere gösteren yegane edebi türdür mektup.

“Mektup” dışındaki diğer edebi türlerin hemen hemen hepsi yazar ile okuyucu arasında cereyan eden yazılı bir muhaveredir; bu türlerin yazarı belli bir seviyeyi tutturmak için “hususi” gayret gösterir; yazarı belli bir seviye tutturmak için kendini “sıkmak” zorunda kalır. Ayrıca hitap ettiği kitlenin “temayülleri”ne zıt düşmemek için dişlerini sıkacaktır belki...

Mektup türü ise hep tam tersi bir durum gösterir; mektuptaki yazışma, yazar ile anlayış güçlerinin sınırları “ çok önceden çizilmiş” bir kitle arasında değil, iki hususi “dost” arasında meydana geldiğinden, anlatılan o “zaruret”ler mektup yazarını hiç bir vakit zorlamaz. O samimiyet belki de bundandır.

Hele ilmin pırıltılı hakikatlarını bünyesinde barındıran mektuplarda yapmacıklı ve zorlama ifadeler rastlamak bu yüzden mümkün değildir; böyle bir duruma rastlamak ise çok insanı hayal kırıklığına atar. Çünkü ilim hakikatın ifadesidir; hakikat ise “haktır” ve “tahavvül” etmez; “ Tebeddül-ü esma ile de hakaik tebeddül etmez.” (İsimlerin değiştirilmesiyle hakikatlar değişmez.) “ Hakkın hatırı alidir, hiç bir hatıra feda edilmemek gerektir.” beyanı o noktaya dev bir projektör gibi ışık düşürür.

Dostlukları perçinleyen, muhabbetleri tazeleyen, his ve düşünce alemlerini birbirine açan ve gönüllere, akıllara inci inci serpen; gurbetten sılaya selamlar, hürmetler, sıladan gurbete demet demet hasret tomurcuklarını taşıyan, kimi ana-babadan, kimi bir can yoldaşından, diğeri arkadaştan- kardeşten gelip de içimize apayrı bir yanlar katan, en mühimi de “tutunacak bir dal arar gibi” boşlukta çırpınan ruhlara bir ışık, bir kılavuz, bir dayanak noktası olan mektupların, sun’ilik boyasını “sıdk” (doğruluk ve gerçeğe sadakat) yağmurlarının şiddetli kırbacı altında silip süpürmesi gerekir diye düşünmedeyim.

Neler söyler mektuplar?.. Neler söylemez ki!..
En azından henüz bir kaç gün önce elinize geçen bir mektubu alıp, tekrar tekrar gözden geçirirseniz, bu sorunun cevabıyla birlikte, bu türün içtimai ve ruh hayatımızda üstlendiğini açık açık göreceğiz.

Mektup nevi bugüne kadar, bilhassa edebiyatçılar tarafından ehemmiyetle ele alınmamış, tahlil edilmemiş, üzerlerinde pek durulmamıştır. Psikolojik ve sosyolojik rolü gözardı edilmiş, bu türe dikkatle bakan edebiyatçıya yeteri kadar rastlanmamıştır.

Lütfen, yenilerinin hemen hemen çok az görüldüğü günümüzde mektuplara “dikkat” edelim; onları yabana atmak değil, hususi bir itina ile layık olduğu mevkiye tekrar kavuşturalım. Yeri zaten belli ama, bu davranış belki de yeni bir bakış açısı kazandırır bizlere.

Bilmem, haksız mıyım?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.