Bir Yazar, Bir Hikaye

Bir Yazar, Bir Hikaye

Recep Şükrü Güngör....

RECEP ŞÜKRÜ GÜNGÖR

1971’de Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla okudu. 1996’nın Ağustos ayında öğretmenliğe başladı. K.Maraş’ta Özel Ceyhan Lisesi ve Kahramanken Liselerinde 7 yıl, İstanbul’da Özel Fatih Eğitim kurumlarında 5 yıl, Sakarya’da Özel Işık Eğitim kurumlarında 3 yıl çalıştı. Batman’da Özel İrfan Okullarında çalıştı. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Türk İslam Edebiyatı Bilim dalında Yüksek Lisans yaptı. Evli ve iki kız bir erkek olmak üzere üç çocuk babası.

Martı edebiyat seçkisi (1995-1998) ve Yitik Düşler (2001- 2004) Yağmur (2004’ten itibaren) dergilerini çıkaran kadro içinde yer aldı. Eylül, Araba Sevdası, Hüseyin Fellah, Cezmi, Donkişot, Küçük Kemancı, Karamazov Kardeşler, Babalar ve Oğullar gibi birçok romanı yayına hazırladı.

Öyküleri; Hece Öykü, Martı, İnsan Saati, Yalnızardıç, Yitik Düşler, Sühan, Kaşgar, Yedi İklim, Yağmur, Dergi, Ardıç, Tasfiye, Değirmen, Serancam, Aşkın E Hali, Türk Edebiyatı dergilerinde yayımlandı. Öykü eleştirileri, öykü gündemi, öykücüler hakkında yazılar yazdı.

Edebiyat hayatına K. Maraş’ta çıkarılan Tarihi Uzunoluk dergisinde yayınlanan “Münbit Şehir” adlı yazısıyla başladı. İdeal Kariyer, Duygu Deryası ve Sakarya Eğitimciler derneklerinin yazarlık kurslarında “Öykü Yazma Teknikleri ve Bizim Öykümüz” konulu dersler verdi. Bursa İnegöl İl Milliği Eğitim Müdürlüğünün hazırladığı Seminerde Edebiyat Ne işe Yarar konulu seminer verdi. Türkiye Yazarlar Birliği Sakarya Şubesi’nde Sait Faik konulu seminer verdi. Sapanca Sanat Atölyesinde Öykü Yazmak konulu seminer verdi. 

“Tavukçunun Ölümü” adlı öyküsüyle “Radyo Hayat 2005 Öykü Ödülü”nü kazandı. 2007

Tüyap Kitap Fuarının Akdeniz teması dolayısıyla “Edebiyatta Akdeniz” başlıklı bildiri sundu.

Yas Ayini kitabı Rusça, Azerice, Almancaya; Can Ağrısı kitabı ise Rusça, Azerice, Almanca ve Fransızcaya çevrildi. Dergilerde yayınlanan öykülerinden bazıları Çince, Farsça, İngilizce, Türkmence gibi çeşitli dillere çevrildi.

Yazı hayatı öykü ile sürüyor.

Eserleri:

Yüreğimin Mevsimi-öykü (2001)
Kuruluş/Kurtuluş-piyes (2001)
Hüsn ile Aşk-öykü (2003)
Âdem ile Havva-öykü (2005)
Yas Ayini-öykü (2005)
Can Ağrısı-öykü (2007)
Kayıp Ruhlar Kıraathanesi-öykü (2010)
Memleket Meselesi- öykü (2012)

 

TEBESSÜM


 

Asık yüzümden çekmeyen yoktur. Bu metni okumaya niyetlendiğine göre sen de abus suratımın soğukluğunu çekeceksin demek. Kendi rızanla başladın, ne diyeyim ki sana.
Adını ilk kez duyduğum kasabaya atandım. Daire müdürleri, yardımcılar, odada çalışanlar, personel güler yüzlü aydınlık bir adam beklerken benim çatık kaşlı sert bakışlarımla karşılaşınca bütün neşeleri söndü. Başını çeviren, bulantısını belli etmeden yönünü dönen, uflayan puflayan… O günüm zehir oldu. Oysa iş başı yapmışım, aylaklıktan kurtulmuşum, üstelik itibarlı bir dairede hatırı sayılır bir işe yerleşmişim. Uçmalıyım, herkesin güleryüzüne neşe yaymalıyım. Öyle olmadı işte. Bütün zahmetimin hamallığını çekiyorlar gibi surat astılar.
Zoraki gösterilen masaya oturur, saati takip ederim. Beşe beş kala paltomu giyer çıkarım. Sanırım ki üçte, hatta ikide çıksam aynı olacak. Daireye gelenler bana iş vermezler. Hangi görevliye gideceklerini bile sormazlar.
Dün, bininci kez aynaya gittim. Yüzümde yanık irinleri mi var acaba! Hayır, temiz. Kalın kaşlarım da yüzüme yakışıyor. Ama şu çatık hâl yok mu çatık hâl… Bir gün beni delirtecek.
İnsanlar neden kaçıyor benden? Çatık kaşım mı ki acaba! Sadece bu mu? Ben miyim dünyada tek çatık kaş!
Sokağa çıkıyorum adamlar zaten bana bakmadan geçiyor. Kadınlar ya başını çeviriyor ya çığlık atıp bir adım ileri hopluyor. Düşün ki ıssız sokakta yahut kalabalık caddede bana selam veren bir insan evladı olmaz.
Aylar sonra dairedekilerle üç beş kelama başladım. Mecbur kalmasalar evrak alışverişi bile yapmayacaklar. Zaman her derdin ilacı derler ya. Zamanla bana alıştılar. Aleyna Buğçe yaklaştı ilkin. Sonra Sevde, daha sonra da diğerleri, onların peşinden daire müdürleri… Şeytanın bacağını kırdım.
Stajyerlik kalkıncaya kadar ancak kaynaştık. Can ciğer dost olduk. Bu, bana umut oldu. Aynaya gitmiyorum artık.
Üçüncü yılımı doldurmuştum ki hükümet değişti. Bizim müdür başka bir daireye memur olarak atandı. Ben de başka bir şehre tayin edildim. Sokakta her an karşılaştığım sıkıntılar yeniden başladı.  
Doğu’nun Paris’i denen illerden birindeyim. Ev tutuncaya kadar otelde kalacağım. Kurum kimliğimi görmese otelci de almayacaktı. Neyse ki bir oda verdi de açıkta kalmaktan kurtuldum. Daireye geldiğim ilk gün güvenlikçi:
- Hoooop! Hemşerim, sadece görevliler girebilir, dedi.
Dünya durdu. Hava karardı. Birkaç saniyelik sarsıntı geçince kimliğimi gösterdim. Güvenlikçi hazırola geçti, yüzü kıpkırmızı, özür diler edada sesini yuttu. Omzuna dokundum:
- Dert etme, alışkınım, dedim de adam nefes aldı.
Burada da bir yılı buldu alışmam. İlk hafta çaycıyla sohbeti ilerlettim. Onun da kaşları çatık, kalın; gözleri iri. Kendinden bir parça buldu bende de yakınlık gösterdi. Odadakilerle altı ay sonra aşinalık başladı.
Abarttığımı düşünüyor olabilirsin. Ah ah! Bir ben bilirim yaşadıklarımı bir de Allah. Anlatması kolay, dinlemesi kolay. Masal sana belki de. Yaşaması zor be arkadaş. Yaşaması zor.
Sevgili okurum, sen de sıkıldın değil mi? Bu çirkin suratlıyı niye okuyorum ki dedin. Dedin, dedin. Duydum. Ben bu suratla yaşarken bazı sözleri söylenmeden duymaya alıştım.
Asıl anlatacağım bunlar değil. Hayatımı değiştiren, beni bu cehennemden kurtaran olayı anlatacağım sana. O zaman iyi ki okumuşum bu hikâyeyi diyeceksin.
Orta Anadolu’da, beşinci tayin yerimdeyim. Meslekte yedinci yılım. Bu arada evlendim, Allah bağışlasın üç çocuğumuz oldu. İki kız bir oğlan. Hanım benim dünyamı kaldıracak kadar anlayışlı, kaşlarımı da dert etmiyor.
Sabahları iş yerine yürürüm, araba evde kalır. Kışın soğuğunu, baharın neşesini duymalıyım. Yolu yarılamıştım ki sokağın köşesinden bir adam belirdi. Boyu benden iki kat uzun, yaşı iki yaşım. Pırıl pırıl bir çehre ile güneşli günleri aratmayacak bir tebessümle geliyor.
Bunca zaman kimseye selam vermemişim. Selam vermeyi bırak tebessüm bile edememişim. Gülümsemeye çalıştığım çok oldu ama her defasında kaçtılar benden. Aynanın karşısında gülümseme çalışmaları yaptım. Kendim bile korktum.
Adam yaklaşıyor. Bir güleryüz, bir ışıl ışıl tebessüm hâlesi… Sanki cennetle müjdeli. Benden selam bekler edada yürüyor.
Bende selam verecek, gülümseyecek cesaret nerdeee!
Yaklaştı, aynı hizaya geldik. Adımları aheste birbirini takip ederken benden selam bekledi. Dedim ya bazı söylenmemiş sözleri duyarım. Gözü, kulağı, bütün uzviyetiyle bekledi. Omuzu omzuma teğet geçti, hâlâ selam bekliyor. Bekleyişi bütün varlığı kuşatan bir hâl aldı. Söz söylese, kahretse, selamsız insan mı olur dese, bağırsa, çağırsa bu kadar tesirli olmazdı. Hâl dilinin bu kadar yakıcı olduğunu bilmezdim.
Bu söylediklerim sana inandırıcı gelmemiş olabilir. Her türlü yüz çevrilmeyi, her türlü horlanmayı yaşamış bir adamın bir ak sakallıdan, beklediği selamı vermedi diye bunca hislere ulaşması seni inandırmamış olabilir. Hakikat böyle. Yaşasaydın anlardın.
 Birbirimizi geçtik ama ruhum onun o yürüyüşünü izliyor. Bir an sanki ikimiz de döndük birbirimize baktık. Cisimlerimiz dönmedi ama dönmüş gibi baktığını hissettim. Köşeden kıvrılacağım sıra arkama baktım, o da bana döndü, göz göze geldik. Selam vermişim de en huzurlu esenlikle karşılık vermiş gibi yüzünde güller açtı. Gözden kayboldu ama her an kararan, her an kahrolan hayatıma ay, güneş, yıldız, galaksi ne dersen de artık, yeniden doğdu. Hayat varmış be! İnsanlık varmış be! İçimde ölenler dirildi. İçimde kuruyanlar yeşerdi. İçimde çöller denizlere kavuştu. O gün dairede nasıl zaman geçirdin, kimlerle ne konuştun, kim ne dedi diyeceksin. Hiç deme. Öyle bir gündü ki ömre bedel. Genel müdürden daire müdürlerine kadar herkes çayımı içmeye geldi. Gerisini hatırlamıyorum.
Beşe beş kala cebimi yokladım, yüz liradan fazla var. Koştum köy pazarına. Karşıma çıkan her pazarcıya selam verdim. Her birinden bir meyve yahut sebze aldım. Selam alışlarını görseydin, duysaydın yıllarını merhabasız geçirmiş bu çatık kaşın sevincini anlardın.
Ellerim dolu poşetlerle eve gittim. Eşim de başka biri olmuş. Gözüme baktı. Her akşam elime bakarken yüzümü görmek istemediğini sandığım eşim yüzüme baktı. Kızlarımla oğlum bacaklarıma sarıldı. Poşetleri vestiyere bıraktım, bücürükleri kollarıma aldım. Yanaklarından öptüm. Hayat arkadaşımın neşesine dâhil oldum. Her gelişimde mutfaktan çıkmayan kadın üstümü değiştirmeme yardım etti. Oturma odasında küçük kahkahalı büyük sevincimizi sürdürdük. Yemekten sonra aynaya baktım o gudubet çatıklarım aynı ayarda suratımı işgal etmeyi sürdürüyordu.
- Hayatım, dedim, bu akşam bir güzellik paylaştınız ki ömre bedel. Hikmeti ne ola ki?
- Bilmiyor musun, dedi, komşular seni konuşuyor. Bütün mahalle seni konuşuyor.
- Bu memurcuğun nesini konuşur ki bunca surat astığım, kaş çattığım insanlar?
- Sen, Süleyman Sokağı’nda Hızır Aleyhisselam’la karşılaşmışsın. Selam vermiş sana. Bu gün hıdrellez, unuttun mu? Hızır nazarına uğramışa elbet hürmet edilir.
- Sen aldırma onlara. Ben ak sakallı bir ihtiyardan başka kimse görmedim.
O günden sonra işe gidiş gelişte hep o sokağı kullandım ama o dede geçmedi bir daha. Fakat hiç asık suratlı olmamışım gibi iş yerindeki arkadaşlarım beni hiç hor görmemişler gibi gelen selamla, giden selamla… Rüya mı deyip kendimi tokatladığım, çimdiklediğim oldu. Çaycıyı köşeye çekip sorguladığım…
Bir devir kapanmış gibi herkes iyi, herkes güler yüzlü, herkes selamlı. Memleketi aradım, annem babam şen kahkahalarla konuşuyor. Bu kadar huzuru nasıl kaldırayım ben? Bunca yıl horlandıktan sonra nasıl taşıyayım bu güzelliği?
Şimdi diyeceksin ki: Adama bak yahu, birden değişiverdi. Yok, aksakallıymış, yok büyük bir muştuyla müjdeli gibiymiş de… Böyle düşünürsek bütün beyazları evliya ilan etmemiz lazım. Bu konuşmada bir saraka seziyorum.  Daha neler düşüneceksin de ben bu kadarını söyleyeyim. Kardeşim sen ne dersen de, ne düşünürsen düşün, durum budur. Olmayanı anlatmıyorum.
Yıllar geçti böyle.  Çocuklar büyüdü. Üç ihtilal gördüm. Irak işgalini, Mısır isyanını, Libya ayaklanmasını yaşadım. Her günüm başka bir huzursuzlukla geride kaldı. Beş şehir değiştirip buraya döndüm. Süleyman Sokağı’ndan yürüyerek gidiyorum işe. Emeklilik yaklaştı. Daire müdürüme dilekçeyi verdim.
- Son günlerimde sakalımı kesmesem nasıl olur, dedim.
Müdür eski toprak.
- Olur dedi. Yalnız, okutma dedi.
- Tamam, dedim. 
- On beş güne kalmaz, evrakların gelir.
Dilekçeme cevap geldi, serbestim artık. Daireden ayrıldım. Kaymakama hoşça kal diyeceğim. Odasına girmeden aynada üstümü başımı düzelteyim, dedim. Lavaboda yine karşılaştık o dede ile. Yalnız bu kez aynanın içinde… Göz gözeyiz. Güneş yeniden doğdu.
Kaymakam neşeli adam. Hediyeler hazırlamış. Kakara kikiri gönderdi beni. Bu huzurla eve döndüm. Artık ne keder ne bunalım. Ben kendimi buldum. Ararken biraz yoruldum. Kırk yılı aşkın koşturdum.
Okuyunca yine de şikâyet edecek misin beni? Bu metni okuma, bu çatık kaşlının anlattıkları okunmaz diyecek misin?